Kim var imiş biz burada yoğ iken…

04:0029/12/2018, Cumartesi
G: 29/12/2018, Cumartesi
Ayşe Böhürler

Karac’oğlan der ki, bakın gelineÖmrümün yarısı gitti talanaSual eylen bizden evvel geleneKim var imiş, Biz burada yoğ ikenBugünlerde Harvard’da bulunan bir Türk tarihçisi Cemal Kafadar ile “Şarkılı Tarih” başlığı ile yapılan bir tefrikayı pek bir severek okuyorum. Söyleşiyi bana sevgili dostum Cihan Aktaş göndermişti. İyi ki göndermiş!Cemal Kafadar, Osmanlı toprakları sathında, özellikle de âşık edebiyatının coğrafya ve nüfus olarak yüzbinlerce insanı çok derinden etkilemiş derin bir şiir ve müzik

Karac’oğlan der ki, bakın geline
Ömrümün yarısı gitti talana
Sual eylen bizden evvel gelene
Kim var imiş, Biz burada yoğ iken

Bugünlerde Harvard’da bulunan bir Türk tarihçisi Cemal Kafadar ile “Şarkılı Tarih” başlığı ile yapılan bir tefrikayı pek bir severek okuyorum. Söyleşiyi bana sevgili dostum Cihan Aktaş göndermişti. İyi ki göndermiş!



Cemal Kafadar, Osmanlı toprakları sathında, özellikle de âşık edebiyatının coğrafya ve nüfus olarak yüzbinlerce insanı çok derinden etkilemiş derin bir şiir ve müzik birikimi olduğunu söylüyor. Bunu söylemekle kalmıyor dünya örnekleriyle, caz, blues, hiphop gibi dünyaya mal olmuş müzik çeşitleriyle karşılaştırıyor. Onların sesinin çağrışımlarıyla bugüne bazen Jimi Hendriks bazen Patti Smith bazen Bob Dylan’a gidiyor. Oradan da Kaygusuz Abdal, Karacaoğlan, yeniçeri âşıklara muhteşem örneklerle aslında bir dönemin muhalefet diline, halk menkıbelerinden Bektaşi deyişlerine, İbrahim Ethem’e, Evliya Çelebi’ye Latifi’ye uzanıyor. Ama en çok da âşık edebiyatı ile blues arasında paralellik kuruyor. “Blues’u evrensel bir kavram olarak alırsak âşık edebiyatında da benim en çok duyduğum ses ‘blues’dur…” Cemal Kafadar 16. yüzyılda şehirlere gelen kahvehanelerde gelişen âşık edebiyatına özel bir önem veriyor. Neredeyse tüm tarihi gelişmeleri bu müzikle birlikte okuyor. İsyanların müziklerinden yeniçerilerin arasında gelişen müziklere Osmanlı şehirlerinde kahvelerde terennüm edilen müziğe buna Rum ve Ermeni aşıklarda katılırdı, Hatta gazelhan bile vardı diyor.

Konuya olan ilgisinin başlangıcını da şöyle anlatıyor: “İstanbul tarihi ile ilgili bir seminer vermiştim, seminerde sık sık şunu düşünmüştüm: Nasıl ki 20. yüzyılda New York’un ya da Chicago’nun hikâyesini yazacak olsan cazı çok ciddiye alman lazımsa o kitabı okuyan caz sesini duymalıysa 16.-17. yüzyıl İstanbul’unun da bir müziği var, İstanbul’un tarihini yazmak için âşık kahvelerinin müziğini duyabilmek lazım. Öyle ki hâlâ İstanbul’un tarihini yazmadık.”

Kafadar’ı okurken sadece İstanbul’un değil Anadolu’nun müzik üzerinden tarihini yazmanın muhteşemliğini hayal etmek hiç zor değil. “Birbiriyle yüzlerce sene ilintisiz olarak şu veya bu şekilde bir araya gelmelerinden oluşmuş ilginç bir olay var Anadolu’da… İçinde müthiş bir doğaçlama var. 13. ve 14. yüzyılda bir şeyler patlıyor ve gürül gürül akıyor. Orta Asya ifade biçimlerinden çok farklı yeni bir ifade yeni bir ses var.”

Bu ses bugün de sürüyor. “Geçtim dünya üzerinden, ömür bir nefes derinden, bak feleğin çemberinden, yolun sonu görünüyor” söz ve müziğiyle yaşlı genç birçok kişi dinliyorsa, “Cümlenin rızkını veren ol gani settar iken” sözlerini biri halk, birisi pop müziğinden iki sanatçı birlikte söylüyorsa hepimiz de onları severek dinliyorsak bu akan ırmağa yeni biçim ve formlarla birlikte yol vermek gerekir.

Fazıl Say’ın Muhyiddin Abdal’ın sözlerine ses verdiği “insan insan şimdi bildim” isimli şarkıyı beğenerek dinliyor idim. Hatta ve hatta kendisiyle Anadolu’dan dünyaya açılan müziğimiz üzerine bir söyleşi yapmayı istiyor idim. Bu niyetimi söyleyince itiraz edenler olduğu gibi destekleyenler de çok oldu. Tam da böyle bir süreçte Fazıl Say’ın Cumhurbaşkanımıza yaptığı konser davetini ve Cumhurbaşkanımızın bu davete icabet haberini ‘bu nehri akıtmak’ noktasında da çok önemli görüyorum. Bu ses ortak coğrafyamızın sesi.

Neşet Ertaş’ın gönlüne Allah düşerse…

Efendim Türk Kahvesi’nde malum program süresi kısıtlı. Ve genellikle de sona doğru sohbet yayında bitse de bizim aramızda devam ediyor. Şimdi anlatacağım, Neşet Ertaş anısını da program sonrasında Sayın Mehmet Görmez Hocamızdan dinledim. Diyanet İşleri Başkanlığı döneminde Neşet Ertaş bir konser sonrası dönerken kendisini ziyaret etmek ister. O da kabul eder. Gelir… Hoş beşten sonra “Hocam sana bir sualim olacak” der. “Çok günahım var hocam! Rabbim beni affeder mi” sorusuyla derdini anlatmaya başlar… “Hocam arkadaşımın davetiyle bir konsere gittim. Bu zıkkımdan ne yaptımsa kurtulamadım… Biliyorum günahım çok. Konser sonrasında bana bir tomar para verdiler, yanımda benimle gelen bir Mehmet vardı, ona verdim parayı. Arabayla Ankara’ya doğru yola çıktık. Yolun bir yerinde dışarıya bakarken gönlüme Allah düştü. Pişman oldum. Baktım camdan tarlada bir sürü işçi kadın çalışıyor. Durdurdum arabayı Mehmet’ e dedim ki ‘git dağıt o paranın hepsini onlara…”

Mehmet Görmez’in ilk defa paylaştığı bu anıyı onun izniyle ben de sizlerle paylaşıyorum.

Lafı uzatmaya gerek yok, imanın, ihlâsın samimiyetin ölçüsü dışarıda değil gönülde…

#Cemal Kafadar
#Neşet Ertaş
#Mehmet Görmez
#Anı
#Türk Kahvesi
#Coğrafya