İtfaiye mi ateş mi…

04:0017/08/2019, Cumartesi
G: 17/08/2019, Cumartesi
Ayşe Böhürler

Churchill, “Niye eleştiriyorsunuz” diye sorana “İtfaiye ve ateş arasında bîtaraf kalamam” dermiş. Biz ise değil tarafsız kalmak ateşi tutuyoruz neredeyse!…Toplumun her kesiminde hatta çağın insanında yaygın olan bu ‘kendinden emin olma’, ‘her şeyin ölçüsü olarak kendisini görme’ hali ruhumuza sirayet etmiş durumda. Öyle ki, ortak bir paydada buluşamayan ülke insanımız bu ruh halinde buluşmuş sanki. Ortak kodlarımız nihayet ortaya çıkmış.Bayram sohbetlerinde farklı farklı kesimlerde tespit ettiğim

Churchill, “Niye eleştiriyorsunuz” diye sorana “İtfaiye ve ateş arasında bîtaraf kalamam” dermiş. Biz ise değil tarafsız kalmak ateşi tutuyoruz neredeyse!

Toplumun her kesiminde hatta çağın insanında yaygın olan bu ‘kendinden emin olma’, ‘her şeyin ölçüsü olarak kendisini görme’ hali ruhumuza sirayet etmiş durumda. Öyle ki, ortak bir paydada buluşamayan ülke insanımız bu ruh halinde buluşmuş sanki. Ortak kodlarımız nihayet ortaya çıkmış.



Bayram sohbetlerinde farklı farklı kesimlerde tespit ettiğim tek ortak nokta da bu ‘kendinden eminlik’ ve ‘hiçbir şeyden memnun olmama’ hali oldu. Önce bigâne kaldım fakat dinlemeye devam edince üzerime hafakanlar bastı. Sorunları, toplumdaki değişimi ve her konunun ucunu tek bir sebebe yani mevcut iktidara bağlama hali kendini tekrar edip duruyordu zira... Elbette iktidarın -
yüklediğimiz anlam veya mahiyet ne ise-
üzerindeki sorumluluğunu yok sayalım demiyorum amma velakin anlatılan işlerin pek çoğu da kişisel, şahsi ya da olgunlaşmamış, gelişememiş insan profiline ait işler ve sonuçlar olunca isyan etmeden duramadım. Bu hafakan hali içinde imdadıma Cevdet Said’in Bireysel ve Toplumsal Değişimin Yasaları kitabında bahsettiği bir âyet yetişti; Rad Sûresi 11. âyet: “
Siz kendiniz değiştirmedikçe Allah’ta sizin durumunuzu değiştirmez
…” İslam ve Türk dünyasının içinde olduğu ve devam edegelen sorunların başında “kendimizi değiştirmeden toplumu değiştirme çabasının” olduğuna inanıyorum. Bir bilen olarak kendimizi tayin ettiğimizde iyileştirici, onarıcı fikirler ortaya koymak hiç mümkün olmuyor.

“İslamcılara bugün ne oldu, neye dönüştüler, neleri savunuyorlar, önerileri…’’ üzerine konuşmak, yazmak için henüz erken. ‘
Kim İslamcı kim deği
l’ konusu da iktidardaki konumları da ayrı bir konu.

Ancak bu kavram çerçevesinde yazılıp çizilenlere baktığımda ideolojik maskenin artına gizlenmiş ‘ben’merkezli konuların daha ağırlıklı olduğunu görüyorum. “İslamcılar tasfiye ediliyor’’ başlığı altında yazılan çizilen her bir konunun da aynı şekilde şahsi içeriklere sahip olduğu görülüyor. Duygular galebe çalıyor. ‘Vay be’ falan derken bakıyorsun ki mevzu başka. Sivil toplum örgütünden, lafı dinlenir kişilere herkes benzer ruh halini adeta klonluyor. Herkes derin bir şikâyet içinde. Ama kimse bir muhasebe peşinde değil…

Son zamanlarda çeşitli sohbet guruplarında konuşulan konular bana bunları düşündürdü.

Olayları aklıselim ile dinleyince ‘kendimizden olanı en iyi’ olarak telâkki eden bir muhitçilik tutkusunun izlerini gördüm. Mesele ettiğimiz konular, kişiler üzerinden devam ettikçe yapısal hiçbir değişime başlamak mümkün olmaz.

Son günlerde, değerli bir yayıncı olan Alparslan Durmuş’un Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı görevinden alınması üzerinden yürüyen ve kendisinin de kısmen dâhil olduğu tartışmaları dinlerken de benzer duygulara kapıldım. Talim Terbiye Kurulu Başkanıyla Milli Eğitim Bakanı’nın ve ekibinin hemfikir olması ve uyumlu çalışması elbette önemlidir. Nitekim şimdiki Bakan Ziya Selçuk da geçmişte Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı yapmıştı. Dönemin bakanı ile bir anlaşmazlık yaşadı ve görevinden istifa etti. Ben de kendisini o yıllarda tanıdım. AK Parti’nin başında bin bir derdin olduğu günlerdeydik, kendisine 11 televizyondan yayın teklifi geldi. Bunları kabul etmedi, kimseye konuşmadı, istifa sebebini kendisinde mahfuz tutarak yoluna devam etti. Bugün gelinen noktada Milli Eğitim Bakanı’nın müfredatın belkemiği olan Talim Terbiye Kurulu Başkanı hakkında tasarrufta bulunması, yayıncı kökenli birisi yerine eğitimci kökenli birisini başkanlığa getirmesi en doğal hakkıdır. Sonuçta siyasi olarak da toplumsal olarak da topluma vadettiği değişiklikler konusunda hesap verecek olan bakandır, bürokratlar değil.

Bunun bir tartışmaya sebep olmasına, İslamcı entelektüel çevrelerde “İslamcılar tasfiye ediliyor” kabulüyle algılanmasına hiç gerek yoktu. Hele de dini çevrelerin tartışacağı ya da parmak sallayacağı bir konu haline getirilmesi ise bu mercilerin saygınlığını da zedeleyecek olan tuhaf bir durumdur.

Kaldı ki Ziya Selçuk, Milli Eğitim Sistemini yapısalın ötesinde zihniyet reformuna tabi tutabilecek bir isim olarak bakanlık görevine getirildi.

Bizim içimizden, yetişmiş, din eğitiminden nano teknolojiye, eğitimin her bir safhasına vakıf; bunları iyileştirmenin yollarına kafa yormuş, çıkış yolunu ortaya koyabilecek bilgiye sahip kişilerin başında gelir. Sadece akademik alana değil, sahaya da vakıftır. Sadburry Okullarını da bilir, Nizamiye Medreselerini de, Sahn-ı Seman Medreselerini de, Cumhuriyet’in eğitim reformunu da ve bugünün eğitim kurumlarını da…

Çocuklarımız, -bizim yaşımızdakiler için de- torunlarımız için güzel kelimelerle aktardığımız tasavvurlarımız, hayallerimiz var elbette. Ebeveyn olarak bunların kaçta kaçını yapabildik muhasebesi yapmakta fayda var. İdealleştirdiğimiz her bir konuyu uygulamaya indirgemenin, bilgiyi hayata transfer etmenin zorluklarını biliyoruz. Bunu yapabilecek kişilere ve her türlü iyileştirme çabasına muhitçilik yaparak engel olmayalım derim. Hadi biz bu dünyadan gider olduk ancak bırakacağımız bir miras var, torunlarımız var. Ziya Hoca’nın Bakan olmasını torunlarımın en büyük şansı olarak görüyorum.

#İslamcı
#Alparslan Durmuş
#Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı
#MEB
#Ziya Selçuk