Zihniyet nasıl değişir? Değişir mi?

04:0017/12/2021, Cuma
G: 17/12/2021, Cuma
Ayşe Böhürler

Zihniyet, düşünce biçimleri geçmişten bugüne taşınıyor. Siyasetin de toplumun da kavgaları sürekli aynı tekrarlar üzerinde gidip geliyor.Tarih okuyan birisi olarak ‘işte bugün yaşadığımız şey tam da bu’ dediğim o kadar çok örneğe rastlıyorum ki... Profiller, olaylar aynı. Çünkü düşünme biçimleri aynı.Hangi çevreden doğup büyüdüyseniz o çevrenin insanı olarak yaşayıp gidiyorsunuz. Bu çevrenin dışına çıkan istisnalar olsa da onlar da genellikle ilerleyen yaşlarında geçmişlerine dönüveriyorlar. Özetle

Zihniyet, düşünce biçimleri geçmişten bugüne taşınıyor. Siyasetin de toplumun da kavgaları sürekli aynı tekrarlar üzerinde gidip geliyor.

Tarih okuyan birisi olarak ‘işte bugün yaşadığımız şey tam da bu’ dediğim o kadar çok örneğe rastlıyorum ki... Profiller, olaylar aynı. Çünkü düşünme biçimleri aynı.

Hangi çevreden doğup büyüdüyseniz o çevrenin insanı olarak yaşayıp gidiyorsunuz. Bu çevrenin dışına çıkan istisnalar olsa da onlar da genellikle ilerleyen yaşlarında geçmişlerine dönüveriyorlar. Özetle herkes aslına rücu ediyor. Terakkiyi iki yüzyıldır konuşuyoruz. Lakin zihniyetimiz aynı kalınca terakki de etiket olup kalıveriyor. N’oluyor da böyle oluyor?

Kendi çevrene aşina, diğerine yabancı olunca konuşmak da anlaşmak da çok zor oluyor.

Kendimize yabancılaştığımız bir dünyada birbirimize sadece aşina olabiliyoruz.

1699’da Karlofça Anlaşması’nı imzalamak zorunda kaldığımız yenilgiye kadar düşünme biçimimizi değiştirme ihtiyacı hissetmemişiz. Prof. İsmail Kara, çağdaş Türk düşüncesinin tarihiyle askeri mağlubiyetler arasında zaruri ve birebir ilişki kurulması gerektiğini söylüyor.

Lale Devri’nde ilk tercüme encümenleri diyebileceğimiz teşebbüslerin ortaya çıkmasıyla,

Avrupa başşehirlerinde daimi elçiliklerin kurulması, Müslümanlar için matbaanın açılışına müsaade edilmesi, askeri, idari ve tıbbi ıslahat tedbirleri, Avrupa’daki bilimsel ve teknolojik gelişmelerle Batılılaşma zihniyet olarak topraklarımıza adım atmış. Anlamak yerine taklit etme, uyarlama, kendine katma süreci yaşanmış.

Şerif Mardin tam burada ortaya çıkan fikirlerin “fikir çorbası” olduğunu söylüyor. Yani bütünleşemeyecek olan iki ayrı zihniyetin bir arada bulunma durumu. Böyle olunca taraflar uymayanı zihinlerinden mümkün olduğu kadar kesmiş atmış. Erken batılılaşanlar ya da aşırı batılılaşmış zümreler ki bunların başında tıbbiye ve askeriye mensupları geliyor. Burjuvazi onu çok sonraki bir sırada izler. Bu zümreler kendilerini her zaman toplumun üzerinde gördükleri gibi kendilerine de bir misyon yüklerler. Tartışılmaz üstündür, seçkindir ve dahi şehrin merkezindendir. Sorgulanmaya izin vermez.

İsmail Kara, “ayakta kalmamız gerekiyorsa değişmemiz gerekir” dediğimiz andan itibaren iki şeye aynı anda bakmamız gerektiğini söyler. Birincisinde bakışını yeniye yöneltir; yeni olanın tabiatı ve kendini meşrulaştırma araçlarına… İkincisinde ise eskiye yöneltir. ”Geleneksel olanın o sırada ne olduğu, nasıl algılandığı ve hangi vasıtalarla direndiği, kendini ne şekilde yenilediği, nasıl değiştiği, neye dönüştüğü eşit derecede hesaba katılmalıdır” derken yeni ve eskinin de iç içe geçtiğini, iki hattın birbirinden bağımsız ele alınamayacağını söyler.

“Bugün modernlikten bağımsız bir gelenekten bahsedemeyeceğimiz gibi gelenekten bağımsız bir modernlikten de bahsedemeyiz. Modern dönemde yaşayan birisi bir geleneği modernleşme öncesinde olduğu gibi anlama şansını büyük ölçüde kaybetmiştir” derken modern olanın da dinileştiğini söyler. O’na göre Türk modernleşmesinden İslam’dan tecrit edilmiş bir Türk kavramı çıkmaz ortaya. Düşünce tarihimiz dediğimiz şey de bu iki tarafın üstünlük mücadelesiyle geçiyor. Yeni olanın tabiatı ve kendini meşrulaştırma araçlarıyla, eski olanın direnme biçimlerinin bugünkü düşünme biçimlerimizin ortalamasını verdiği ise gözardı ediliyor.

Hal böyleyken her iki tarafı da süzerek fikirlerini ortaya koyan insanları kolay kolay bulamıyoruz. Türkiye’nin sanayi kalkınmasından filan önce buna ihtiyacı var. Pratik ihtiyaçlara cevapları içeren fikirimsi cümle kurmak kolay. Ama bir fikir ileri sürmek çok zor.

Toplumda fikir hayatı ve sosyoloji hem çok değişmedi hem de çok değişti. Her iki önermeyi de delillendirebiliriz. Materyalist-seçkinci-sol kesim her daim seçkin, elit ve küçümseyici oldu. Kendilerini öyle hissetmediklerinde de saldırgan. Türkiye’de sol kesimde böyle hissetmeyen istisna çok azdır. Ne demek istediğimi uzun süre Türk Tabipler Birliği Başkanlığı yapmış Gencay Gürsoy’un anı kitabından bir örnekle anlatayım. “Son yıllarda, Cumhuriyet’in kuruluş döneminde ve tek parti iktidarında İslami kesimin gördüğü ‘zülüm’ üzerine söylenenleri, yazılıp çizilenleri izlerken, iki yaşam tarzının çatışma haline dair prototip bir örnek olarak kendi çocukluğumu anımsarım. Ben böyle bir zulme çocukluğumda hiç tanık olmadım” diyor. Anlamaya çalışmaya dahi gerek görmüyor.

Siyasetin tüm bunlara öncülük ettiği ise bir gerçek. Türk siyasetinde farklı kesimlerin birbirini duymayı dinlemeyi öğrenmesini sağlayan süreçleri Ak Parti başlatmıştır. Yeni bir düşünce iklimine imkan tanımıştır. Kim ne derse desin! Sol, seçkin çevrelerin en büyük itirazı da bunadır. Yazılanların hiçbirinde kendilerinden olmayanı anlamaya dair tek bir satır bulamazsınız.

#Karlofça Anlaşması
#İsmail Kara
#Lale Devri
#Şerif Mardin