En zor uğraşlardan birisi de siyasette de hayatta da eski ve yeni arasında kopuşlara sebep olmadan dengeyi korumak. Muhafazakâr düşüncenin ve siyasetin temelini bu oluşturuyor. Post modern dünyada her ne kadar muhafazakâr siyaset ilkeler, reel politik gerçekçilik, iktisadi akılcılık, teknolojizm ve benzerlerinden yeni bir hayat kurma iradesi çıkaramıyor olsa da en temel işlevi bu dengeyi korumak…
Savaşlar, teknolojik buluşlar her şey bir tarafa, “korunması” ve “değişmesi” gereken şeyleri belirlerken çatışmalarımızın kökenini hayat tarzları oluşturuyor. İş böyle olunca hayat tarzının etrafında döndüğü kültürel konular her şeyden daha önemli hale geliyor. Zaman akıp giderken aile, din, manevi değerler, kurallar, sınırlar, çevre, doğa gibi pek çok konuya dair bakışımız da değişiyor. Değişimi başlatan gençler olmasa da onu en hızla benimseyen onlar oluyor!
Yeni bir çağın içinde değişim hızına yetişmekte zorlanırken sahip olduğumuz değerler nereye eğilip bükülüyor? İnsana; manevi yanımıza, kadim değerlerimize, inançlarımıza ne oldu, ne oluyor ve ne olacak? Neyi muhafaza edip neyi değiştireceğiz? Bu sorular cevaplanmayı bekleyerek önümüzde duruyor.
Prof. Dr. Ali Köse’nin yazdığı “Dinlerin Geleceği” isimli kitabı incelerken bu soruların cevabının biraz da bizim tutumumuza bağlı gelişeceğini düşünmeden edemedim. 21. yüzyılın kaotik ve teknolojizmin hüküm süreceği şimdiden belli olan dünyasında gençlerin din ile ilişkisi nasıl şekillenecek? Onları dini sevdiren ya da soğutan şeyler neler olacak? Bu soruların cevabı dinlerin gelecekteki konumunu, etki alanını belirleyecek gibi duruyor. Burada din anlatıcılarının tutumuna ve özellikle çağın ruhunu çok iyi okuyup anlamaları gerektiğine olan inancımın altını çizmek istiyorum. İslam’a gelebilecek zararlara karşı bariyer kurduklarını düşünürken sergiledikleri tutumlarla tam tersini yapıyor, gençleri din dışı bir dünyanın kucağına atıyorlar. Dini düşünme biçimlerini serbest bırakmanın, gençlere bu alanı keşfetme imkânı sunmanın, dayatmalardan, zorlamalardan daha etkili olacağı kanaatindeyim.
Toplumsal kutuplaşma neden aşılamıyor, toplumların farklı siyasi kesimleri arasında iletişim neden bu kadar zor oluyor sorusu üzerine kafa yorarken dikkatimi çeken kitaplardan birisi de Aydın Nurhan’ın “Devşirme’den Beyaz Türk’e Siyasi Nefretin Kökleri“ isimli kitabı oldu. Kitap, Türk siyaset hayatında kamplaşmaya yol açan yaşam tarzı çatışmasını, psikolojik, sosyopsikolojik yönü başta olmak üzere, tarihin derinliklerinden gelen faktörlerle, çeşitli açılardan sorguluyor. Siyaset ortamını zehirleyen faktörleri, “ait olduğumuz gruptan aforoz edilme endişesi, menfaatçilik, boşvermişlik, tembellik, konformizm” gibi kavramlar etrafında sorguluyor.
Yazar konuya girerken geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz kıymetli tarihçimiz Prof. Dr. Zafer Toprak’ın 1908- 1925 yıllarını ele alan “Yeni Hayat” kitabından örnekleri merkeze alıyor. Yeni hayat yeni düşünme biçimleriyle geliyor elbette. “Zihinlerde eski akideler sarsılmış fakat tümü yıkılmamıştı. Yıkılanların yerine ise yenisi ikame edilmemişti. Türk genci eski ve yeni arasında huzursuz ve kararsızdı. Gençliği yeni bir hayat bekliyordu ancak gençler bu yeni hayat için hazırlıklı değildi, kuşkuluydu… Eski dini değerlere, akidelere iflas etmiş gözüyle bakıyordu. Eski neslin ahlaki değerleri yitirilmişti. 1927’de yayınlanan Resimli Ay dergisinde öğrenciler arasında yapılan ‘Gençlik Ne İstiyor ve Neye İnanıyor?’ başlıklı araştırma yazısında ‘Her şeyi istiyor ama hiçbir şeye inanmıyor, din bu gençlere bir şey ifade etmiyor’ sonucuna varılıyordu. Anketten anlaşıldığı kadarıyla gençlik fen ve müspet ilimlere, yalnız maddi şeylere inanıyor, 1920’lerin dünyasında ruhi ve manevi şeylere değer vermiyordu.”
“Gençliğin ideali manevi ve deruni bir hayat yaşamak değil, maddi huzur ve refahın son haddine varmaktı. Eski kurum ve değerlere karşı isyan halindeydiler. Eski idealleri gülünç görüyordu. Gençlik için en mukaddes şey paraydı. Onların nezdinde dünyanın en büyük adamı Ford. En büyük kuvveti paraydı. En ziyade okunan romanlar da macera romanları…”
Aradan bir 100 yıl geçti. Bugün için aynı sorulara acaba hangi cevapları alırdık… Değerleri, ilkeleri, kadimi, insan için önemli olanı korumak istiyorsak daha derinlemesine ve çok boyutlu düşünmeliyiz…
AK Parti dün de bugün de büyük değişimlere kapı açmış ilklerin partisi olmuştur. Cumhuriyet tarihinde yaptığı en büyük değişim, zihniyet değişimiydi. Devletin vatandaşına bakışını değiştirdi. Askeri vesayetin gölgesini Türk demokrasisi üzerinden kaldırdı. Parti programına kadın-erkek ayrımcılığı ile mücadeleyi aldı, kadınları güçlendirmeyi aileyi güçlendirmenin bir parçası saydı. İktidar olduğu süreçte de bu hedefinden hiç sapmadan kadınlara yönelik ayrımcılıkla mücadeleyi temel meselesi haline getirdi. Bu konuda çok yol aldı.
Dayatmacı, köhnemiş politikalara savaş açtı. Devlet yönetimini kurumlarıyla demokratikleştirdi. Kürt meselesinde mevcut eğilimlerin dışında başka barışçıl bir çözümün arayışına girdi. Ülkenin tamamında kalkınma ve yatırımları gerçekleştirdi. Herkes ile diyaloğa açık bir kapı bıraktı. Çözüm süreçlerine tüm paydaşları dahil etti. Bunları yaparken kamu yönetim modelini yeniledi. Çağın ihtiyaçlarına göre devletin hantal kalan yapılarını dinamikleştirdi. AK Parti’nin 21 yıllık iktidarı Türkiye Cumhuriyeti’ni güçlendirdi, bölgesinde etkin bir güç olma boyutuna taşıdı.
AK Parti’nin geldiği yolda başardıkları bir devrim niteliğindedir. Ve her aşaması toplum ve ülke faydasına, çağın getireceği yeni sorunlara çözüm bulmaya odaklanılarak gerçekleşmiştir.
AK Parti kurulduğunda da bugün de yenilikçi bir partidir. Bu vesileyle altını çizmek istedim. Daha nice yıllara…
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.