Yalana nasıl hazırlanırız?

04:0025/06/2021, Cuma
G: 25/06/2021, Cuma
Ayşe Böhürler

Amerika’nın kendisinde olmayan demokrasiyi dünyada kurmak için çabası hâlâ sürüyor. Turkish Democracy Project (Türk Demokrasi Projesi) adlı bir dernek kurulduğuna ilişkin haberi bu nedenle kendini tekrar eden kehanet olarak ilgiyle karşıladım. Amerika’da strateji kuruluşlarının hazırladıkları ülke raporlarının dünya siyaseti ve kendi siyasetleri üzerine etkisini biliyoruz. Ancak Türkiye’ye özel bir vakıf kurulmuş ve kurucuları arasında eski güvenlik danışmanı John Bolton, eski Florida valisi Jeb

Amerika’nın kendisinde olmayan demokrasiyi dünyada kurmak için çabası hâlâ sürüyor. Turkish Democracy Project (Türk Demokrasi Projesi) adlı bir dernek kurulduğuna ilişkin haberi bu nedenle kendini tekrar eden kehanet olarak ilgiyle karşıladım. Amerika’da strateji kuruluşlarının hazırladıkları ülke raporlarının dünya siyaseti ve kendi siyasetleri üzerine etkisini biliyoruz. Ancak Türkiye’ye özel bir vakıf kurulmuş ve kurucuları arasında eski güvenlik danışmanı John Bolton, eski Florida valisi Jeb Bush, İtalya’nın eski Dışişleri Bakanı Sant’Agata gibi isimler bulunuyor.

Her zamanki gibi, amaç “demokratik kurumları ve insan haklarını korumak.” Doğrusu Amerikan siyasetini takip ederken, “git Irak’ı işgal et”, “Afganistan’a demokrasi götür”, “İran’da darbe yap”, “Lübnan’da sokak hareketlerini örgütle” gibi stratejilere kimlerin fikir verdiğini, ne tür akılların onları ürettiğini hep merak ederim. Kim veya kimler bu yapılması gerekenleri belirler, tavsiyelerde bulunur? Kararları alanlar ortada, lakin bu karar vericilere “tavsiye veren, hayal edilen simülasyonları strateji haline getirip önlerine sunan kim?” sorusunu merak eden birisi olarak bu derneğin kuruluşunu önemli buluyorum. İzlemek gerekir, sükûnetle ve ciddiyetle…

YALANCININ %15’LİK PAYI

Çağı anlamak için dijitalleşmenin bilgi ve öğrenme süreçleri ve bunun da toplum ve insan üzerine etkisini fark etmek gerekiyor. Geçen hafta Türk Kahvesi’ne konuk ettiğim Nazife Şişman ve Fatma Barbarosoğlu ile yaptığımız, onların deyimiyle “büyük ırmağa değil de ırmak ile buluşan küçük derelere bakan” sohbetimiz çok verimliydi. Onlara göre “olmakta olanı görmemizi engelleyen ve ibret kanalını kapatan bir semboller kirliliğinin farkına varmak, gözümüzün önündeki çeri-çöpü temizleyip görünene teslim olmadan kendi idrakimizdekileri canlı tutmak” en önemli adım. Kalıcı olanı bu belirleyecek. İki yazarın birlikte kaleme aldıkları “Adı Konmamış Çağda Yeni Anne Babalar“ ve “Karantina Günlerinde Evin -E Hali” kitaplarında yer alan konular, içinde gerçeğin sunulana göre şekil değiştirmesiyle birlikte ortaya çıkan hallere ilişkin yorumları, küçük derelerin ötesinde büyük nehirlere de ışık tutuyor. Özellikle “yeni çağın sınıfları nasıl oluşuyor”u konuşmak için başka bir programa daha yapmak gerekecek.

Programa hazırlanırken Nazife Şişman’ın “Dijital/Biyo-teknoloji Çağında Müslümanların Gelecek Tasavvuru Var mı?” başlıklı makalesinde örneklendirdiği Altered Carbon dizisini izlemeye başladım. Orada bilinç belleklerinin mucidi Nadia Makita, “Yalana nasıl hazırlanırız?” diye sorar; “Gerçeği parçalara ayır ve bir yalanın içine işle, bundan daha inandırıcısı yoktur…”

Hakikat ile yalan arasındaki sınırların bulanıklaştığı, duyguların ve inançların gerçeklerden daha çok itibar gördüğü bir dönemde dürüstlük devre dışı bırakılmış durumda. Böyle bir durumda tam da Nadia Makita’nın diyaloğunda olduğu gibi, amaca uygun olarak seçilmiş bilgiler ve görsellerle bütünden koparılan parçalar bazen gerçeğin bazen yalanın içine saklanıyor. Çağın iletişimcilerinin bir veri olarak sundukları “yalancının % 15’lik payı” sosyal medya aracılığıyla hayatımızın parçası oluyor. Sosyal medyadan yayılan bir bilgi tamamen yalan da olsa, bunu gerçek olarak algılayanların oranı yüzde 15’miş ki buna da “yalancının payı” deniyor. Tamamen yalanda oran buysa, yalanın içine işlenmiş gerçekte oran nedir acaba!

UĞULTU!

Hızda yitirilen derinlik, yalanın içindeki gerçek gerçeğin içindeki yalan…Uğultu! Televizyonda 1989’dan beri yayınlanan “The Simpsons” adlı animasyon dizisinin biteceği tartışmalarına serinin yapımcıları “Bu dizi hiç bitmeyecek” açıklamasıyla karşılık verdi. Geçen hafta konuk ettiğim Nazife Şişman’ın dijital çağda hiper gerçeklik ve kültür süreçlerine ilişkin bir yazısında Simpsonlar çağın ruhunu yansıtan bir dizi olarak örneklendirilmişti: “The Simpsons”da karakterlerden Bart, babasına bir şey sorar. Ama onun verdiği cevaba da ‘Wikipedia’da tam aksi yazıyor’ diye itiraz eder. Babası Homer ise şöyle yatıştırır oğlunun itirazını: ‘Wikipedia’yı merak etme evlat. Eve gittiğimizde değiştiririz.’ Bu diyalog, internet çağında bilginin edinilmesi ve üretilmesinde vuku bulan değişimi ele veren çarpıcı bir örnek.”

Nazife Şişman, dijital okuma-izleme ortamını şu gözlükle değerlendiriyor: “İyi/değerli/ otantik metni algılamamızı zorlaştıran bir ‘uğultu’ya sebebiyet veriyor; ancak starlar ve slogan sahipleri bu ‘uğultu’yu aşıp sesini duyurabiliyor; bilginin/enformasyonun üretimi ve dağıtımında uzmanlık-ehliyet gibi konumlar anlamsızlaşırken güvenirlik muhtevanın reytingine bağlanıyor...” Konuya Woody Allen’den bir örnekle devam ediyor. “Ben hızlı okumakursuna devam ettim ve Savaş ve Barış’ı yirmi dakikada okumayı başardım. Anladım ki kitap Rusya’yla ilgiliymiş.”

Woody Allen’ın okumanın niteliğine dair yaptığı bu espriyi günümüzde gittikçe yaygınlaşan dijital okuma için de dikkate almalı mıyız? Dijital kuşak hızlı intibak edip, çabuk dikkati dağılan bir kuşak. Çünkü hiper-metin okumaya alışık. Onların okuma sürecinin sürekli değişen, linklerle oradan oraya savrulan bir dünyası var. O halde iyi metinleri ve edebiyatı da böyle bir formatta sunabilir miyiz bu kuşağa? Yazılı metinler onlara sıkıcı geliyor. Bu öğrencilere bizim edebi metinlerden aldığımız hazzı ve duyduğumuz ilgiyi nasıl geçirebiliriz?

#ABD
#Türk Demokrasi Projesi
#John Bolton
#Jeb Bush
#Sant’Agata
#Irak
#Afganistan
#İran
#Lübnan