Kendimi çok şanslı bir televizyon programcısı olarak görürüm hep. Program yaptığım herkesi hocam olarak kabul ederim ki öyle de olur. “Sorunları çözmek”, “olayların akışına müdahale etmek” dediğimiz meselenin söylendiği gibi kolay olmadığını, düşünme biçimini anlamadan hiçbir olaya müdahale etmenin, hatta dahil olmanın mümkün olmadığını da onlardan öğrendim. Bugünden başlayarak geçmişe doğru giderek öğrenmenin önemli bir adım olduğunu da…
Bu girişten sonra bu metodu izleyerek yazıya somut bir sorunla başlayacağım. Önce bir fotoğraf. Londra’da ünlü bir kitapçıda çocuk kitaplarının olduğu bölümde LGBT (9-12 age/yaş) yazan bölüm ve rengarenk, çocukların görünce bakmadan durmayacağı kitaplar… “Yeni bir kız kardeşe hazır mısın” gibi isimlerle. Bazı kitabevlerinde daha küçük yaşlar için anaokulu çağındaki çocukları cinsiyet değiştirme fikrine hazırlayan kitaplar, standlar varmış. Geçenlerde de bizzat tanık olduğum bir olaydan yola çıkarak anaokulunda 4-5 yaşındaki çocukları cinsiyet değiştirmeye yönlendiren öğretmenleri yazmıştım.
Kocaman bir soru havada asılı duruyor. Çocuk hangi konularda seçme selahiyetine sahip… Oynadığı bebek ya da arabaya ya da sevdiği renklere bakılarak cinsel yönelim tercihi yaptırılabilir mi? “Yaptırılabilir mi” diyorum çünkü çocuğa o fikri kabullendiren bir eğitim sistemi, çevre, aile ve yaygın (okuldan daha etkin) medya içerikleri var. Rol modeller var, oyuncaklar var. Ve bunun üzerine kurulu bir endüstri var. Sağlıktan başlayarak her sektörde, sivil toplum dahil, sermaye grupları cinsiyet değiştirenleri yeni bir yatırım alanı olarak görüyor.
Çocukların cinsiyet değiştirmeleri her aşamasıyla reklam ögesi olarak görselleştirilirken çocuk istismarı nasıl engellenecek?
Cinsiyet değiştirme fikri bir “özgürleşme” paketi içinde sunuluyor. Özgürleşirken beden sağlığından ruh sağlığına yaşanan ve yaşanacak sorunların bedeli hiç konuşulmuyor. Ya da tüm bunların çözümü teknolojiye havale ediliyor.
Siyaset bilimciler ideolojilerin yerini bugün cinsiyet politikaları aldı derken ideolojik bağnazlığın bir benzerini burada da gördüklerini söylüyorlar. Bir heva ve heves… Onun peşinde ziyan olan bireyler, nesiller, toplum... Hal böyleyken bunun bedeli olarak ikame edilen devasa sağlık araştırmaları, büyüyen ilaç sanayi, taşıyıcı annelikten, yeni ebeveynlik biçimi icadlarına uzanan yeni pek çok sorun odağı. Talebi körükleyenler insana bedelini umursamasa da telafi maksatlı yeni yatırımları körüklüyor.
Konuyu bu somut gidişattan alıp geçmişe, tamamen başka bir yere, insanı dünyaya geldiğinde her şeyden arınmış boş bir levha olarak gören “tabula rasa” kavramına bağlamak istiyorum: “Zihnimizde doğuştan gelen bir fikir yoktur. Şeyler arasında kurduğumuz zamansal ve uzamsal ilişkiler, onların kendilerinde özellikleri değil, bizim deneyimsel alışkanlıklarımızla ilgilidir. Olgular arasındaki bağıntıları kendi yöntemlerimizle bilemez, sadece onlara atıflarda bulunuruz. Doğa kurallarla işlemez, formülizasyon sahibi değildir. İnsanlar onu oluşturur.” Kavramın yaratıcısı Locke insanın yol göstericisi olan aklını kullanıp her türlü gelenek ve otorite baskısından kurtularak özgür düşünceyi seçmesi gerektiğini öne sürer. (Kavramın icad tarihi 17. yüzyıl)
“Tabula rasa” Alev Alatlı ve Süleyman Seyfi Öğün ile programlarda çok konuştuğumuz kavramlardan. “İnsanı tüm bağlamlarından arındırma, din, tabiat, toplum etkisinden arındırma…” içeriğine sahip bu iki kelimeye dair her konuşmanın sonunda Alev Alatlı konuyu şöyle bağlar…“İnsanoğlu hâlâ Allah’ın büyüklüğünü anlamadı. O yüzden Tanrı’dan rol çalarak yaşama eğilimi değişmiyor. Eğer John Locke’un dediği gibi deney dışında elde edilen hiçbir bilgi işe yaramıyorsa ne oluyor biliyor musunuz? Sezgi gidiyor, halden anlama gidiyor. Halden anlama ve sezgi giderse, irfan gidiyor, arif gidiyor. Arif giderse onun sonu nedir biliyor musunuz? Paçozluktur! Gelinen noktada irfan kelimesini unutturduğunuz kuşakları yaşıyorsunuz…”
Tabula rasa bir düşünme biçimini en iyi anlatan soyutlama… Bugün geldiğimiz noktada biz muhafazakârların da şuursuzca çok yücelttiği teknolojik gelişmelere, ilerleme fikrine kapılmayı da kapsayan kökleşmiş bir düşünme biçimi…
Hocalara kulak verelim. (İhmal Edilebilir Nasihatler 57. bölümde daha geniş olarak izleyebilirsiniz.)
Alev Alatlı diyor ki… “Şöyle düşünün tabula rasa olduğu zaman, boş levha... Tabula rasa olduğu zaman ben bunu ekerim bunu biçerim. Hem de öyle biçerim ki korelasyon birebir olur diyorsunuz. Bunu yaparım karşılığında bunu alırım... E peki bu doğruysa şayet ne alıkoyuyor sizi insanları rahat bırakmaktan. Çünkü o şeyin üzerine bir şey yazacaksınız değil mi? İstediğinizi yazmaktan sizi alıkoyan bir şey var mı? Yook. O zaman o levhaya ben ne istiyorsam onu yazarım. Tabula rasa’nın kırmızı çizgisi olmaz…”
Süleyman Seyfi Öğün diyor ki… “Bu metodolojik olarak bakıldığı zaman en geniş anlamıyla teolojik bir meseledir… Yani önce siz yaşananları ıskartaya çıkartarak zihninizde bir mutlak hakikat inşa edersiniz. Ve bu mutlak hakikati hayatın hakikati olarak sunarsınız. Bu arındırma işi, yani tarihsel bütün tortulardan, tarihsel bütün ayrık otlarından temizleyerek bir fikri yıkamak, vaftiz etmek ve mükemmel bir örüntü olarak sunmak… Tabula rasa bir totalleştirme, her şeyi yüksek bir soyutlamaya ulaştırma olarak da görülmeli. Çünkü o zaman yargıları yıkmak, dışlamalar, yakınlık kurmalar veya dışarıda bırakmalar, husumet geliştirmeler çok daha kolay oluyor. 17. yüzyıldan beri hakim olan bu düşünme biçimi diyor ki; insan sıfır bir plaka ile dünyaya geliyor. Bomboş ve ben bir fikirden hareketle onun üzerine yazacağım…”
Bugün cinsiyet konusu da bu düşüncenin izdüşümü olan bir çizgide ilerliyor…
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.