Bugün Kara, Deniz, Hava Harp Okullarını birincilikle bitirmiş bu üç genç kadın teğmenin, Ebru Eroğlu, Şeyda Yıldırım ve İkra Kuyumcu’nun başarılarını konuşmamız gerekirdi… Cumhuriyet’in yüzüncü yılında orduda kadın subay sayısını artırmayı başarmanın heyecanıyla yapacağımız konuşmalara, “alternatif yemin” gölge düşürdü. Kadın hakları için ömrü boyunca mücadele etmiş birisi olarak kadın subayların artmasını, ülkedeki kadına bakıştaki zihniyet değişimine en önemli örnek olarak gören birisiyim. Çünkü
Bugün Kara, Deniz, Hava Harp Okullarını birincilikle bitirmiş bu üç genç kadın teğmenin, Ebru Eroğlu, Şeyda Yıldırım ve İkra Kuyumcu’nun başarılarını konuşmamız gerekirdi… Cumhuriyet’in yüzüncü yılında orduda kadın subay sayısını artırmayı başarmanın heyecanıyla yapacağımız konuşmalara, “alternatif yemin” gölge düşürdü.
Kadın hakları için ömrü boyunca mücadele etmiş birisi olarak kadın subayların artmasını, ülkedeki kadına bakıştaki zihniyet değişimine en önemli örnek olarak gören birisiyim. Çünkü bu başarı uzun bir yol hikâyesinin ürünü. Cumhuriyet kurulduğu yıllarda toplumda hakim olan ancak her erkek “vatandaş” oy verebilir” diye dayatan bakış açısından bugüne çok mesafe kat edildi. Gelinen noktada başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere bu iktidarın da payı büyük.
Harp okullarına ilk kadın öğrencilerin alınmasına 1955’de başlandı. Ancak 2002’ye kadar orduda çok az sayıda kadın subay görev yapabildi. AK Parti’nin kadını güçlendiren politikaları orduyu da kapsadı. Son 20 yılda TSK’ya bin 343 kadın subay katıldı. Cumhuriyet tarihinin ilk kadın generali Özlem Yılmaz 2022’de, ilk kadın amirali Gökçen Fırat 2023’te Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından atandı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde kadınların başarılı olmasından hepimiz gurur duyuyoruz. Kadınıyla erkeğiyle vatan savunmasında vazifelerini layıkıyla yapıyorlar ve yapacaklar… Harp Okullarında birinci olan kızlarımızı da bu duyguyla tebrik etmemiz gerekirken Kara Harp Okulu mezunlarının bir kısmının yapmış olduğu alternatif yemin töreni başka bir tartışma başlattı.
Çoğu zaman kutuplaşmanın, kamplaşmanın malzemesi olarak kullanılan “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganıyla birlikte komplo teorileri de devreye girdi. En çok da “Bu alternatif ikinci yemin törenini emekli subaylar mı organize etti?” sorusu gündemi meşgul etmeye devam ediyor.
Genç teğmenleri hedef almanın anlamı yok. Asıl olarak onları alternatif askeri yemine yönlendiren sebeplere ve kişilere bakmak gerekiyor. Her şeyden önce içerikten bağımsız olarak disiplinsizlik görüntüsü Harp Okullarına yakışmıyor. Asıl yeminden sonra kenarda alternatif ikinci bir yemin töreninin yapılması her hâlükârda rahatsızlık uyandırması istenen ve beklenen bilinçli bir girişim olarak görünüyor. Olayın sehven yapılması gibi bir ihtimal yok.
Burada takılacağımız şey metin ve içerikten ziyade ayrı bir yerde kılıçlarla bir gösteri yapılması. Törenlerde uyulacak esasların hepsinin önceden belirlendiğini, tören öncesi ve sonrasıyla, tören bitiminde nereye, nasıl gidileceği dahil belli olduğunu biliyoruz. Burada bunun dışına çıkılmıştır. 960 mezundan yaklaşık 250’sinin ayrılıp başka bir yerde yemin üzerine yemin etmesin herkes farklı anlamlar yükledi. Ne için yapıldı bu hareket, tören esaslarına uymamanın sebepleri nelerdi sorusu üzerinden yorumların ortaya çıkardığı tablonun ucu açık bir tartışma olduğunu düşünüyorum.
Kılıç gösterisinin resmi törenden ayrıştırılarak yapılmasında dışarıdan yönlendirme olabilir mi? Dışarıdakilerle içerideki muvazzaflar arasında nasıl bir bağlantı sağlanmış olabilir? Milli Savunma Üniversitesi (MSÜ) yöneticilerinin bu konuya dair aldıkları duyumlar var mıydı? Olayların akabinde Süperhaber sitesinde isim verilmeden MSÜ kaynaklarına dayandırılan bir haberde “Genç teğmenlerin, ettikleri yeminle FETÖ militanlarının sosyal medyada yaydıkları ‘Harp Okullarında tarikatlar ve cemaatler hakim oldu’ yalanına karşı devlete ve Atatürk’e bağlılık mesajı vermek istediği” yorumu yer aldı. Bu yorum, konuya dair önceden bir bilginin alınıp alınmadığını sorgulatıyor. Hatta bunun önceden provasının yapılıp yapılmadığı sorusunu da beraberinde getiriyor.
Diğer taraftan da konu Harp Okulu’ndan birincilikle mezun olan teğmenlerin kadın olması etrafında tartışılmaktan çıkartılmalı. Muhafazakâr kesimde bazı yayın organlarında kadın kimliği üzerinden yapılan yorumları yanlış ve rahatsız edici buluyorum. Diğer taraftan karşı mahallede de bu teğmenlerimiz üzerinden yapılan savunuların – özellikle toplumu ayrıştırmaya yönelik olarak kışkırtıcı bir tonla yapılan savunuların- olayı anlamaya katkı sağlamadığına inanıyorum.
Olayın darbe mesajı etrafında yorumlanmasından ziyade “disiplinsizlik” ve “içeriyle kurulan irtibat” başlıkları etrafında incelenmesi gerektiği kanısındayım. Atatürk isminin yapılan yanlışların meşrulaştırılması için kullanılmasına izin verilmemeli. Genç teğmenlerin alternatif yeminleri her hâlükârda yanlıştır.
ATATÜRK ETRAFINDAKİ TARTIŞMALAR…
Mustafa Kemal Atatürk, çağın koşulları, olayları ve fikir dünyası içinde yetişmiş, hem askeri hem siyasi olarak çok başarılı bir lider, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi, her şeyden önce de kendi döneminin insanıdır. Onu mitleştirmek beraberinde anti mitleri de üretiyor. Türk Kahvesi programında Princeton Üniversitesi’nden Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu ile iki söyleşi yaptım. Bu tartışmaların uzağında izlemenizi öneririm.
“Atatürk dönemini değerlendirirken iç siyasal krizleri; liderlik kadrosu içindeki anlaşmazlıklar, çatışmalar ve nihayet tasfiyeleri de göz ardı edemeyiz. Ayrıca; Atatürk bir kuramcı felsefeci değildi. Bir kuram takipçisi veyahut bir fikrin sempatizanı olarak da nitelendirilemez. Çağının entelektüel çalışmalarından etkilenmiş, Tanzimat modernleşmesinden Cumhuriyete ulaşan bir evrimin ete kemiğe bürünmüş halini temsil eden bir liderdi.
Le Bonn’un kavramsallaştırmasıyla yığınları eğiterek, onları aydınlatarak doğru yolu gösterecek öğretmen / mürşid / rehber olacak seçkinleri yetiştirmeyi önemsemiş, siyasi açıdan kendisini ‘Türk milleti müsellahasının yol göstericisi’ olarak görmüştü.
‘Biz sadece ilme dayanırız ve bunun dışında hiçbir şeye ihtiyacımız yoktur.’ diyor. Bu sadece bilime önem vermek değil, bilimin toplumu tek başına şekillendirebileceğini öngören, asır sonundaki çok egemen bir düşünce. Bütün Avrupa düşüncesini, zamanın ruhunu yansıtan bir hareket ve Atatürk’ün dünyaya bakışını şekillendiren temel sütunlardan birisi oldu.
Dünya görüşünün iki temel sacayağını milliyetçilik ile Batıcılık oluşturmuştu. ‘Ümmet’i ‘millet’e dönüştürmeyi, ‘kullar’dan ‘vatandaş’ yaratmayı öncelerken demokrasiye geçişi ertelemişti. Otoriter modernleşme projesini benimsemişti. Onun siyasetini ‘demokrasi ve çoğulculuk’ hedefli bir girişim olarak görmek, günümüz siyasetine temel olacağını iddia etmek de tarihte yaşananlarla uyuşmamaktadır.”
Atatürk- Bir Entelektüel Biyografi kitabından ve Türk Kahvesi’ndeki sohbetimizden bu özetin ardından ifade etmeliyim ki Atatürk ve çevresinde Cumhuriyet’in kuruluşundan 1930’a kadar farklı fikirler, sonrasında dünyadaki gelişmelere paralel farklı fikirler tartışılmıştır. Bugünkü gençlerin Atatürkçülükten anladığı o dönemin fikirlerinden bağımsız farklı bir şeydir. Atatürk’e bugün onun zihniyeti ve dünya görüşünün ötesinde farklı anlamlar da verilebilmektedir. Bu çerçevede bugün için Atatürk’ü doğru anlayacak ve anlatacak çalışmaların öneminin de altını çizmek isterim.
Herkes farklı bir Mustafa Kemal portresi çizerken, kimin kimin askeri olduğunu kestirmek çok zor.