Haftadan notlar

04:0020/04/2021, Salı
G: 20/04/2021, Salı
Ayşe Böhürler

Yüz yüze iletişim giderek imkânını da önemini de yitiriyor. Yazarak, sesle ya da camdan cama iletişim hepsinin yerine alırken “iletişim dili” üzerine düşünmek daha da anlamlı hale geldi. Bugünlerde dikkatimi çok çekiyor: “Korkutan haber”, “korkutan yağmur”, “korkutan işaret”… Herkesin evine ve içine kapandığı tek sosyalleşmenin sanal dünya olduğu bugünlerde haber başlıklarındaki bu korkutucu ön takıların ruh sağlığımıza zarar verdiği kanaatindeyim. Hastalık endişesiyle yaşarken bir de medyada “korkutucu”

Yüz yüze iletişim giderek imkânını da önemini de yitiriyor. Yazarak, sesle ya da camdan cama iletişim hepsinin yerine alırken “iletişim dili” üzerine düşünmek daha da anlamlı hale geldi. Bugünlerde dikkatimi çok çekiyor: “Korkutan haber”, “korkutan yağmur”, “korkutan işaret”… Herkesin evine ve içine kapandığı tek sosyalleşmenin sanal dünya olduğu bugünlerde haber başlıklarındaki bu korkutucu ön takıların ruh sağlığımıza zarar verdiği kanaatindeyim. Hastalık endişesiyle yaşarken bir de medyada “korkutucu” başlıklı haberlere ihtiyaç yok. Gördüğüm o ki bugünün iletişim ortamında korku, stratejik bir kavrama dönüşmüş.

NEYİ ANLATACAĞIZ

Dünyaya dair pek çok bilgi ve içerik, olay, artık belgesellerle sunuluyor. Kapitalizmin sorunlarından fikir akımlarına, sanattan, kriminolojiden sağlık sektörüne… Konular çok çeşitli. Hepsinden önemlisi de bu belgeseller giderek referans kaynağı oluyor ve bilgi kaynağı olarak yazılı eserlerle yarışıyor. Belgesel metinlerinin hiçbiri çalakalem değil. Hepsinde fikrî bir ince işçilik var. Bu sahanın bilgi kaynağı olarak giderek daha çok rağbet görmesiyle sektörün yapımcıları da değişiyor. Mesela Obama çifti belgesel yapımcısı oldu. Konferanslar ve konferans kişileri bile belgesel konusu haline geldi.

Dizi ve filmler ise artık sabun köpüğü işlerin çok üzerine taşındı. Ve bunlar bugün sadece bir avuç meraklısına değil herkese hitap edebilen popüler ürünlere dönüştü. En kenardaki felsefe tartışması, tarihi bir olay ilgi çekici bir belgesel konusu olabiliyor. Kimse de bundan rahatsız olmuyor. Bu arada biz sanat üretelim kaygısıyla festivallerde gösterilecek marjinal konularda belgeseller yapalım diye uğraşırken efor kaybediyor ortaya normal belgeseller de çıkartamıyoruz. Dijital platformlarla birlikte belki marjinal konuları ele alan sanatsal belgesel arayışından çıkar, “normal” hayatı taşıyan belgeseller yaparız. Yıllar önce Duvarların Arkasında belgesellerini yaparken bu kadar genel başlıklar yerine mikro ve marjinal konulara eğilirsem daha çok ilgi göreceğimi söyleyen çok olmuştu. Ancak genelini bilmediğimiz bir konunun bir kesitini yapmak, normali görmeden marjinali öne çıkarmanın yanlış olduğunu söyleyerek buna itiraz etmiştim… Bugün de aynı fikri taşıyorum.

AMA PEDOFİL…

Sarsıcı oldu desem yanlış olmaz. Geçtiğimiz ay The Sunday Times gazetesi ünlü düşünür Foucault’ın arkadaşı Guy Sorman’ın bir iddiasını yayınladı. Sorman, Foucault’un 1960’lı yılların sonunda Tunus’ta yaşadığı köyde Arap çocuklara cinsel istismarda bulunduğunu söyledi.

Foucolt’un aynı zamanda cinsel rıza yaşının 13’e dönmesine dair bir dilekçeye de imza attığı biliniyor. Bu bildiriye imza atan çok sayıda entelektüel de var. Görülen o ki “Mee to” akımı eğer o yıllarda olsaymış pek çok ünlünün karizması çizilebilirmiş. Özellikle müzik ve sinema endüstrilerinin bu olayların üzerini örtmesi olmasa daha pek çok ünlü kişinin karanlık yüzünü de görmüş olacağız. Muhammed İkbal’den bir sözle bitireyim: “Batı’nın sedefi, incisinden mahrumdur…”

18 BİN KAYIP ÇOCUK

Mültecilerin Avrupa’ya yolculuğu; hem yol şartları hem de insan kaçakçılarının, illegal çalışanların işin içinde olması sebebiyle pek çok açıdan riskli bir yolculuk. En büyük risk de yolculuk esnasında ebeveynlerini yitiren çocukların durumu. Belçika basınında yer alan habere göre son 3 yıl içinde Avrupa’ya ulaşan refakatsiz çocuklardan 18 bin 252’sinin akıbeti bilinmiyor.

BİDEN İLE TRUMP FARK ETMİYOR…

Amerika’da AOC kısa adıyla bilinen Senatör Cortez’i takip ediyorum. O, önceki gün attığı bir tweette “Kesinlikle kabul edilemez” idi. Daha önce Biden seçim kampanyasında göçmen sayısını kısıtlamayacağına söz vermişti. Cortez diyor ki; “İnsanlar bu söze binaen size oy verdiler.” Ve ilave ediyor, “Trump döneminin yabancı ve ırkçı politikalarını sürdürmek yanlış…” Cortez ve diğer demokratlar bu görüşlerinde ne kadar etkili olur bilmiyorum ama Beyaz Saray’dan yapılan açıklamayla, önümüzdeki yıl için Amerika’nın göçmen kabul sayısı Trump dönemindeki gibi bırakıldı. ABD Başkanı Joe Biden hem seçim çalışmasında hem de geçen ay yaptığı açıklamada, göçmen kabul sayısını 15 binden, 125 bine çıkaracağının sözünü vermişti. Joe Biden’ın seçmene verdiği söz ve göçmen meselesindeki “ahlaki liderlik” vaadi iktidarının ilk yılında gerçekleşecekmiş gibi görünmüyor.

DEĞİŞMESİ GEREKEN DEĞİŞİR…

Çağın en büyük özelliği değişim hızı. İki hafta önce AB delegasyonunun Ankara ziyareti esnasında yaşanan koltuk krizi AB yasalarındaki 64 yıllık bir kuralı değiştirmiş. Alkışlanacak bir karar. Bir krizden ders çıkarılmış ve yapılması gereken beklemeden yapılmış. Konsey 1957’de imzalanan sözleşmede (modus vivendi) yani geçici anlaşma kararı alarak krize sebebiyet veren maddeyi revize etmiş. Bundan böyle Konsey Başkanı ile Komisyon Başkanı aynı protokol kurallarına uyacak.

BİRLİKTE OLURSAK GELECEĞE YÜRÜYEBİLİRİZ…

Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier koronavirüs nedeniyle ölenler için bir anma toplantısı yaptı. Ölüm acısını bastıran bir toplumun bundan zarar göreceğini söyledi. Dikkatimi çeken bir mesajı daha vardı. O da “birlik” mesajı… Batılı liderlerde pek alışık olmadığımız bir mesaj olarak dikkatimi çekti.

#Obama
#Kapitalizm
#Belgesel
#Dizi
#Film
#Foucolt
#İstismar
#Muhammed İkbal
#Mülteci
#Avrupa
#Çocuk
#AOC
#Trump
#Biden