Çok mühim konular

04:0020/05/2022, Friday
G: 20/05/2022, Friday
Ayşe Böhürler

Batı’da tüm siyasi tartışmalarda çokça öne çıkan bir cinsel kimlik tartışması yürüyor. Bu konularda oluşmuş“liberal”konsensüsün dünya medyasındaki hâkimiyeti, her türlü itirazın, karşı söylemin sorgulanmasının önünü kesiyor. Böyle olunca da bu konuda“liberal”söylemi sorgulayanların gideceği yer de“aşırı sağ”akımlar ve ana akım dışındaki örgütlenmeler oluyor. Toplumdaki bu tür sorunlar ve gelişmelerin tamamını yok saymanın, toplumsal değişimleri tetikleyen etkenleri görmeyi engellediğini düşünerek,

Batı’da tüm siyasi tartışmalarda çokça öne çıkan bir cinsel kimlik tartışması yürüyor. Bu konularda oluşmuş
“liberal”
konsensüsün dünya medyasındaki hâkimiyeti, her türlü itirazın, karşı söylemin sorgulanmasının önünü kesiyor. Böyle olunca da bu konuda
“liberal”
söylemi sorgulayanların gideceği yer de
“aşırı sağ”
akımlar ve ana akım dışındaki örgütlenmeler oluyor. Toplumdaki bu tür sorunlar ve gelişmelerin tamamını yok saymanın, toplumsal değişimleri tetikleyen etkenleri görmeyi engellediğini düşünerek, bu tartışmalarda Avrupa-ABD merkezli itirazların bir özetini yapmak istiyorum. Ama bu yazıdaki asıl motivasyonum yurtdışında yaşayan bir tanıdığımın bizzat yaşadıkları oldu…

***

Önce geçen haftalarda Amerika’da düzenlenen kadın yüzme ve dalış yarışlarındaki tartışmaları bir not olarak paylaşayım. Çünkü şampiyon Pennsylvania Üniversitesi’nden transseksüel bir kadın Lia Thomas’dı. 500 yard serbest stil finallerinde birinci olan Lia Thomas’ın fizyolojik olarak farklı olması, yarışın adil olmadığına dair tartışmaları ortaya atarken ileri sürülen argümanlardan birisi; aynı kişinin daha önce erkekler kategorisinde yarıştığı 500 metre serbest yüzme yarışmasında 462’nci olmasıydı. Lia Thomas’ın kadın yüzücüler arasında birinci olmasının eşit şartlarda bir yarış olmadığını söylüyorlar.

Bu haberi henüz okumuşken yurtdışında yaşayan bir tanıdığın 6 yaşındaki kızının erkek olmak istediğini, bu nedenle öğretmeni tarafından yüreklendirildiğini dinledim. Aile öğretmene çok öfkeliydi, çünkü çocuğa bu fikri öğretmen vermişti. Gerekçesi de çocuğun anaokulunda oynadığı oyuncaklar ve pembe renkten nefret etmesiydi.

Aile okula görüşmeye gittiğinde öğretmen çocuğun neredeyse tüm çocukluk dönemini kapsayacak hormon tedavisi ve ameliyatlar zinciri takvimini önlerine koymuştu. Zincir diyorum çünkü bu devam edegelen pek çok ameliyatı içeriyordu. Bu ameliyatların ve tedavinin risklerinden söz etmeden takvimi ortaya koyan öğretmen adeta aileyi iknaya çalışmıştı. Aile riskleri, daha önce böylesi tecrübeleri geçirmiş başka çocukların ebeveynlerinden bir araştırmayla öğrenmişti. Çocuğun beden ve ruh sağlığına dair pek çok risk barındıran cinsiyet değiştirme operasyonlarının okulda teşvik edilmesi meselesi ise ayrıca başka bir tartışma konusuydu. Çocuğun bütün hayatını etkileyecek bu süreçlerde söz hakkı kimindi? Hiçbir konuda araba kullanmaktan tek başına yaşamaya selâhiyeti olmayan, daha ergenliğe dahi geçmemiş, hormonları devreye girmemiş 6 yaşındaki bir çocuğun mu? Ailesinin mi? Öğretmenin miydi? “5-6 yaşındaki bir çocuk kendi kaderini tayin edecek bir yetkinliğe sahip midir?” Ki ameliyatlar ve cinsiyet değiştirmenin geri dönülemeyecek bir yol olduğunu söylemeye gerek yok herhalde.

İşin hukuki boyutunda temel haklar tanımlanırken ebeveynlerin velayet hakları da tanımlanmıştı. Şimdi ise çocuk kabul ettiğimiz bir döneme dair, “çocuğun hissiyatına göre, çeşitli belirtiler dolayısıyla cinsiyet değiştirmeye karar verebilir” deniliyor. Ona bambaşka bir rol atfediliyor. Oysa bunların hepsi bir varsayım…

***

Trans aktivistlere karşı çıkanların üzerinde durdukları konuların başında medikal ve ergenlik itirazları yer alıyor. Küçük yaşta çocukların medikal pek çok ilaç, operasyon ve tedavi süreçlerine sokulmasının sakıncalarına dikkat çekiyorlar. Diğer yandan da daha buluğa ermeden yapılan bu operasyonların, ergenlikte çocuğun içine gireceği bunalımları yok saydığını söylüyorlar. Cinsel gelişim süreçlerinin içinde ergenlikte yaşanan her türlü bunalım, çocuğun fıtraten getirdiği büyüme süreçlerini çok daha ağırlaştırıyor. Onun ergenlikte yaşayacağı çatışmaları çelişkileri hiç konu etmiyorlar.

Batı’da konu tartışılırken karşı çıkanlar sadece dindarlar, muhafazakârlar değil. Tartışmaya geyler ve feministler de katılıyor. Ve onlar da bu tartışmada cinsiyet değiştirmeye ilişkin alınan kararların kültürel ve sosyal önyargılar üzerinden gittiğini söylüyorlar. Bu söylemlerin toplumsal rollerin farklı biçimde yeniden üretilmesine sebep olduğunu söylüyorlar. Şimdiye kadar kızlar arabayla oynamaz, erkekler ağlamaz diyen kalıp yargılar ayrımcılık içeriyor ve onları aşağılıyor diye itiraz edilmişti. Şimdi ise bu kalıp yargılara bakılarak cinsiyet tayini yapılıyor. Giydirilmemiş kimliklerin boşluğunda başka bir şey giydirmeye çalışıyorlar. Gelecekteki cinsel kimliği hakkında ipucu olarak kabul ediliyor.

Yukarıdaki yaşanmış örnekte olduğu gibi, “Vay! Çocuk bebekle oynuyor, bu kız olmak istiyor” ya da tam tersi “Araba ile oynuyor, erkek olmak istiyor” veyahut da “Pembeden nefret ediyor, hadi erkek yapalım” gibi…

Cinsel kimlikler toplumsal dayatmayla kazandırılıyor derken şimdi bu, işaret sayılıp, çocuğu ameliyat edelim denmeye başlıyor. Sen kızsın bunu yapma, oğlansın bunu yapamazsın denilen tavırlara karşı çıkanlar şimdi bu tavırları yeni bir cinsel kimlik delili sayıyorlar, toplumsal yargılar bu sefer tersinden okunuyor. Feministlerin trans aktivistlere karşı kadın bedenine özgü bir takım özellikleri savunması da ayrı bir tartışma konusu.

Yaratılışa inanan ilâhî din mensuplarının bu tartışmalar yokmuş gibi davranmak yerine burada olupbiteni kendi inançları çerçevesinde izleyip yorumlaması ve karşı argümanlarını üretmesi gerektiği kanaatindeyim. Yoksa bu konuda oluşturulmaya çalışılan yeni önyargılar kültür hegomanyasıyla, her türlü iletişim aracıyla zihinlere kazınacak.

#Batı
#Liberal
#Avrupa
#ABD