EDISYON:

Bu yüzyılın hikayesi

04:0025/02/2022, Cuma
G: 25/02/2022, Cuma
Ayşe Böhürler

Anna Inventing filmindeki Anna Sorokin’in savunmasını yapan avukat söze Frank Sinatra imajı için oluşturulan sahneleri anlatarak başlar. Fazla da bir özelliği olmayan Sinatra’nın hikayesi yazılırken onu görünce bayılan kadınlar dahil her şey cast ile yapılır. Sinatra imajının merkezinde ondan etkilenen kadınlar vardır. O da başta yalandır, sonra bu yalandan gerçek sahneler türer. Konu hiçbirimize yabancı değildir. 20. yüzyılda sistemleştirilen medya- halkla ilişkiler çalışmalarının temeli olan bu

Anna Inventing filmindeki Anna Sorokin’in savunmasını yapan avukat söze Frank Sinatra imajı için oluşturulan sahneleri anlatarak başlar. Fazla da bir özelliği olmayan Sinatra’nın hikayesi yazılırken onu görünce bayılan kadınlar dahil her şey cast ile yapılır. Sinatra imajının merkezinde ondan etkilenen kadınlar vardır. O da başta yalandır, sonra bu yalandan gerçek sahneler türer. Konu hiçbirimize yabancı değildir. 20. yüzyılda sistemleştirilen medya- halkla ilişkiler çalışmalarının temeli olan bu ve benzeri örnekler ABD başkanları dahil her yerde karşımıza çıkıyor. Bu hat o kadar belirsiz ki kurgu nerede bitiyor gerçek nerede başlıyor bulmak çok zor. Yalan ile gerçek artık degrade şekilde birleşti. Hatta devletler bile -mış- gibi yapmıyor mu? “Başkanın Adamları” filmi de bunun bir örneğidir. Belki Rusya-Ukrayna krizi bile bir simülakrdır.

Medya dünyasında buna “cast” diyoruz. Yapımcılar için en sıradan konudur; ağlayan cast, gülen cast bulmak… Bu cast bazen seyirci olur, bazen vaka, bazen bir telefon, bazen Frank Sinatra örneğinde olduğu gibi onu görünce bayılan birisi. Gerçek değil “cast” canım işte deyip geçsek de oluşturulan o sahne etkilidir. Bunun sahte olduğuna dair bilgi kitleleri etkilemez… Öyle ki Baudrillard bundan yola çıkarak 21. yüzyıla “simulasyon çağı” diyor. “Gerçeğin modeller aracılığıyla türetilmesine hipergerçek yani simülasyon denilmektedir… Bu sayede gerçeğin sonsuz sayıda yeniden üretimi mümkün olmaktadır.” Simülasyonlarda gerçekler ‘gerçek’ten daha gerçekmiş gibi görünürler. Simülasyon kopya değildir. Kopyanın göndermede bulunduğu şeyin bir gerçekliği olmasına karşın, simülasyonun göndermede bulunduğu şeyin bir gerçekliği yoktur.

Siyasal popülizm simülakrlar kullanılarak, simüle edilir, yani ‘-miş gibi gösterilir’ her şey. Böyle bir durumda o şey özünde yoktur artık. Simülakrlarda yapılan her küçük değişiklik muhataplar fark etmeden hakikatı da tahrifle sonuçlanır. Buna karşı duyarlı olunmadığı zaman, ortaya taklidlerle ve simülakrlarla yaşayan bir toplum çıkar. Yani ‘-miş gibi yaşayan’ bir toplum”…

Bu parantezden sonra tekrar filme dönecek olursak; filmde -mış- gibi yapanın sadece Anna ile sınırlı olmadığını görüyoruz. Gerçeğin itibarı yok. -Mış- gibi yapanın ise itibarı çok. Hepimizin gözlemlediği bu durumu Anna’nın avukatı şu cümlelerle daha da derinleştiriyor… “Her birimiz bir markaya bir inanca dünyaya yayın yapan bir medyaya dönüştük… Hepimiz dünyaya sunulan bir imaja yani yalana dönüştük… Herkes başarılı olana kadar -mış- gibi yapmıyor mu?...” İtibar görünümle elde ediliyorsa Anna’da bunu yapmıştı. Film boyunca hiç bir zaman “vay be dolandırıcı bu kız” demiyorsunuz…

Filmde en çok merak uyandıran bu simülasyona inanan diğerleriydi. Akıllı, başarılı, zeki,eğitimli diğerleri…. Anna kendisine yazdığı öyküye tutkuyla inanırken, herkesi bu hikayeye ikna etmeyi nasıl başarmıştı? Diğer taraftan ceza alsa da Anna lüks dergilerdeki gibi bir hayat yaşamak için yaptığı hiç bir şeye pişman olmuyor. Dünyaya yeniden gelse aynı şeyi yapacak… 25 yaşında New York’a gelmiş, zengin ailesi ve bağlantısı olmayan Anna Sorokin’in New York elitine kendisini onlardan birisiymiş gibi sunma hikayesi nasıl bir “dolandırıcılık” sorusu üzerinde bizi düşündürtüyor.

Amerikan rüyasına özenen milyarlardan birisi Anna. Üniversite diploması, staj harici iş deneyimi olmayan bir kadın bankaları dünyanın en zenginlerini kandırmıştı. Bu hikaye bu yüzyılın hikayesi. Zamanın ruhunu yansıtmak, Z nesli kraliçesi olmak, instagram yıldızı almak, çok like almak… Aynı hikayelerin bir başka yüzü…

Bugünün dünyasında olduğun gibi göründüğün zaman kimse sizi görmüyor. Olduğu gibi görünseydi kimse Anna’yı da görmeyecekti. Anna kendisine kendi görünümü üzerinden gerçekleştirdiği teknoloji odaklı bir üçkağıtçılık hikayesi anlatırken, zengin kadınları soyan bir dolandırıcıyı anlatan Tinder erkeklerin üçkağıtlarına ilişkin bir fark ortaya koyuyor… Erkeklerin üçkağıtçışı

Velhasılı Baudrillard’ın simülakr izahına gerçek hayattan bir örnek. Aslında hiç yabancısı değiliz. Hepimiz de başarılıy-mış - gibi yapmıyor muyuz?

#Anna Investing
#Frank Sinatra
#Anna Sorokin

Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.

Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.