Medya gibi kamusal alanın merkezindeki bir sektörde çalışmaya başlayan sonrasında da bir siyasi partinin kurucu ve merkez karar yönetiminde var olan ilk başörtülü olarak “başörtüsü” üzerine olan kitaplar, filmler hep ilgimi çeker. Bizim hikâyemizin devamında ona eklemlenen hikâyeleri izlerim, olanı yargılamadan anlamaya çalışırım.
Her şeyden önce, etrafta başını örtenlerin sayısının 3-5 olduğu bir dönemde başını örtmeyi ve ona uygun bir yaşam tarzını kendi isteğiyle bir kimlik ve ideolojik duruş olarak tercih eden birisi olarak anlaşılmak ve önyargıları değiştirmek için verilen mücadelenin zorluklarını çok iyi bilirim. “Aman canım ne kadar da çoğaldılar…” diyenlerle, bizi tarihin sapması, incelenmesi gereken bir nesne olarak görenlerle, adeta böcek muamelesi yapanlarla mücadele içinde bir ömür geçiren birisi olarak yargılamadan anlama gayretimin sürdüğünü söylemek isterim.
Her iki mahalleden, sekülerlerden de dindarlardan da çok laf işittiğimiz, suçlandığımız, ayrımcılığa uğradığımız bir nefret objesine dönüştürüldüğümüz günler çok eski değil. Hepsi biz yaşarken oldu. 1980 sonrası başını örtenler olarak bizim hikâyemiz dindar kadınların birey kimliklerinin geliştiği, geleneksel rolleri sorguladıkları, İslami prensipleri önceleyerek kendi tercihleriyle kurdukları bir yaşamın içinde haklarını alma, var olma mücadelesiydi. 1980 öncesinin hidayet hikâyelerinden daha farklı gelişti. Bu mücadele bitmedi elbette, bugün de sürüyor. Ancak kavram setleri değişerek…
Hayatımızı zehir eden önyargıların öyle bir anda ortadan kalkması mümkün değil. Sosyal psikoloji araştırmaları yeni bir kognitif reorganizasyon gerektiren önyargıların değişmesi için gerekli süreyi ortalama 30 yıl olarak öngörüyor. Özetle dindar kadınların kimlik edinme mücadelesi bugün de sürüyor.
Bizim dönemimizde Türkiye’de laiklik, sekülerlik, muhafazakârlık ve hatta dindarlık başörtüsü üzerinde tartışılmıştı. Rejim tartışması da bunun üzerinden olmuş. Başörtüsü Cumhuriyet’in en köklü rejim tartışma alanlarından birisiydi ve bizim mücadelemiz bu tarihi devamlılıkta ortaya çıkmış, siyasetin bir alanı olmuştu. Bu süreçte kadınların başörtüsü deneyimleri ve kişisel hikâyeleri çok ilgi alanına girmemiş, başörtülü kadınlar verdikleri mücadelede hem sekülerlerin hem de kendi mahallelerindeki geleneksel dindar grupların baskılarına maruz kalmışlardı. Ki bu gruplar yükseköğrenime de kadınların çalışmasına da erkek-kadın karışık ortamlarda bulunmasına da karşılardı.
Geleneksel dini çevreler kızların tek başına birey olma ve bağımsız bir kimlik kazanmalarına imkân vermemekteydi. Başörtüsü mücadelesi yasakçı laik-seküler cemaatler kadar bunlara da bir meydan okumayla ortaya çıktı.
Erkekler ya da modern sekülerler tarafından tanımlanan kadınlar “Biz tanımlanmak istemiyoruz” dediler. Ve laiklikten, pozitivist dünya görüşünden kaynaklanan yasakları sorguladıkları gibi dini toplumsal ve ataerkil yargıları da sorguladılar, bunu hayatlarına yansıttılar. Üniversite okumaları, kamusal alanda var olma mücadelesi, erkeklerle olan ilişkilerini de farklılaştırdı. Kaç-göçlerden birlikte çalışma ortamlarına geçildi ve farklı bir sosyolojik alanı ortaya çıkardı.
Son yıllarda yukarıdaki sürecin tersine başını açma hikâyeleri medyada da çevremizde de daha çok görünür olmaya başladı. Geçenlerde bir akademisyen dostum Ankara Üniversitesi Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı’nda Din Psikolojisi Bölümü’ndeki genç bir akademisyenin bu konudaki doktora tezini göndermişti. Rukiye Kardaş Yalçın’ın tezini nihayet okuma fırsatı buldum. Başörtüsünden vazgeçenleri anlamak noktasında kıymetli bulduğum bu çalışmaya dair notlarımı paylaşmak isterim.
Araştırma hayatının bir dönemini başörtülü olarak geçirmiş ve sonrasında başörtüsü kullanmayı bırakmış, en az lisans eğitimi almış ya da almakta olan 29 kadın üzerinden yapılmış. Bunlar yasaklı yılları bilmeyen, ailelerinin isteği veya ortam gereği başını örten, çeşitli üniversitelerde okuyan ya da çalışan kadınlar. Kamusal alan yasaklarını anneleri ile özdeşleştiriyor, kendi hikâyelerinin bir öncesi olarak görmüyorlar. Elbette başını örtmekten vazgeçenler mono blok bir kitle değil, her birinin farklı psikolojileri, aile yapıları, karakterleri, karşılaştıkları engeller var.
258 sayfalık tezi bir köşe yazısında özetlemek imkânsız, ancak gördüğüm kadarıyla başörtüsünden vazgeçenler “dinden uzaklaşmak” için bunu yapmıyor. Başörtüsüne ve ona yüklenen sembolik anlamları temsil etmekten uzaklaşmak istiyorlar. Bu ağırlığı taşımak istemiyorlar. Başörtüsü konusuyla ilgili siyasi tartışmalar, yasaklar, ideolojik yakıştırmalar, aile baskıları ve daha pek çok etken başörtülü kadınların başörtüsü pratiğinden uzaklaşmasına neden olmuş. Bu durumlardan özgürleşmek istiyorlar. Estetik ve imaj kaygıları da var. Kendi bedenleri üzerinde söz sahibi olma ihtiyacını dile getiriyorlar.
Bir bölümü başını açtıktan sonra başörtülü kadınlarla bir araya gelmeyi istemiyor. Daha çok dindar ve muhafazakâr gelenekten olmayanlarla bir arada bulunma arzusu göze çarpıyor. Başörtülülerle bir araya gelmemeyi tercih etme sebeplerinin başında; onların eleştirel üslubundan rahatsızlık, kendilerini yenilemediklerini düşünmeleri, sorgulamadan başörtüsü kullandıklarını düşünmeleri gibi kanaatleri var.
İnanç olarak değişenlerin sayısı çok az. Tamamı başörtüsü kullanmama kararından memnun, inandıkları gibi yaşadıklarını düşünüyorlar. Yaşadıkları bu durumu izah ederken başörtüsünün kültürel bir şey olduğuna inanmak, mesleki olarak yaşanan dezavantajlar, başörtüsü kullanmaya başlandığındaki heyecanının yitmesi gibi gerekçelendirmeleri var. Başörtüsüz süreçte yaşanan olumlu durum, daha çok kabul görme hali, özgür hissetme isteği
kendini dindar hissetmemek, başörtülülerin AK Partili olarak görülmesi, başörtüsünün siyasi malzeme olarak kullanılması, erkeklerin değiştiğini düşünmek gibi pek çok sebepleri var.
Gördüğüm kadarıyla tüm bunların özünde değişen çağ ve dinamiklerin içinde yeni bir kimlik arayışı ve aileden kopuş hikâyesi karşımıza çıkıyor. Bu tezde en çok dikkatimi çeken sebep başörtüsünün temsil ettiği sembollere olan itirazları.
Rukiye… çok teşekkür ederim. Anlama çabamıza katkı sağlayan bu çalışma için.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.