Parlamenter sistemde koalisyonlar bir mecburiyetin neticesinde kurulurdu. Koalisyon ortağı partiler görüş olarak birbirlerinden ne kadar uzaksa ortaklık da o nispette sağlıklı ve ömürlü olurdu. Koalisyon için partiler asgari müştereklerde anlaşır, sürece kendileri olarak girer, kendileri olarak çıkarlardı. Görüşlerinden, politikalarından, duruşlarından taviz vermemeye dikkat ederlerdi. Bu da tabanda erimeyi bir nebze olsun önlerdi.İttifaklarda ise durum farklı. İttifaklar seçim sonrası değil seçim öncesi yapıldığı için bir mecburiyete dayanmıyor. Onun için de ittifaklar, koalisyonların tersine, birbirine zıt partiler arasında değil, birbirine benzeyen partiler arasında kuruluyor. Seçmen ortaya çıkan işbirliğinden rahatsız olmuyor, tedirgin olmuyor, ürkmüyor. Partiler birbirlerine benzedikleri için diğerine dönüşmüyor.
AK Parti, MHP, YRP, HÜDA-PAR gibi, sağ, muhafazakâr, dindar ve benzeri kavramlarda ortaklıkları olan partilerin ittifakı aslında doğal bir ittifak. Benzer olarak bir CHP-HDP ittifakı da doğal sayılabilirdi. Ancak HDP’nin dışardan ortak olduğu, Saadet, Gelecek, Deva Partilerinin içinde olduğu garip bir ittifak ortaya çıktı. Bu ittifak, daha seçim olmadan, ortakları değiştirmeye ve zorlamaya başladı.
CHP’nin dindar ya da dindarlara saygılı görünme konusunda geçmişten gelen bir “takıye” tecrübesi var. Kuşkusuz kalplerin içindekini Allah bilir ama birkaç yıl önce, domuz etini afiyetle yediğini sosyal medyadan duyuran birinin iftar sofralarına katılıp duaya el açmasını, hem de seçim ortamında, samimi bulmak mümkün değil. Bu anlamda CHP değişmek gibi bir “risk” taşımıyor. Zaten siyasette ağırlığı olmayan küçük partilerin 100 yıllık CHP’yi dönüştürebilmesi de söz konusu olamaz.
Peki küçük partiler için durum nedir?
Örneğin Sayın Ali Babacan’ın, Kemal Kılıçdaroğlu’nun akıl sınırlarını zorlayan vaatleri karşısındaki suskunluğu çok manidar değil mi? Bu, hiç gereği olmadığı halde, Sayın Babacan’ın radikal bir dönüşüm geçirdiğine işaret etmiyor mu?
Sayın Babacan ekonomiden sorumlu bakan ve başbakan yardımcısı olduğu dönemlerde mali disipline aşırı derecede önem veriyordu. Hem diğer bakanlar hem de milletvekilleri bu disiplinden zaman zaman şikâyet etseler de Sayın Babacan asla geri adım atmıyor, taviz vermiyordu. Haklıydı da. Olumlu sonuçlar bu sayede alınabiliyordu. Ama ya şimdi? İngiltere’den 300 milyar dolar geleceği palavrası hakkında ne düşünüyor acaba? Kurban Bayramı’nda emeklilere 15 bin TL ikramiye verilmesi hakkında? Maliyeti yüz milyarlarca doları bulan, atamalar, kentsel dönüşüm, herkese ev, araba, maaş gibi uçuk vaatler hakkında görüşleri ne ki?
İnsan bazen böyle iddiasından vuruluyor işte...
Ya Sayın Davutoğlu? Kılıçdaroğlu’nun “Ben Aleviyim” sözünü “Ben de Sünniyim” diyerek geçiştirebilecek mi acaba?
Sayın Davutoğlu yıllarca Dışişlerinden sorumlu Başdanış-manlık ve Dışişleri Bakanlığı yaptı. Sadece siyaseten ve idareten değil, akademik olarak da İslam dünyasını çok yakından biliyor, tanıyor. İslam dünyasında Sünniliğin birleştirici bir güç olmadığını, bunun karşısında Şiiliğin (Alevilik, Nusayrilik vs.) özellikle yakın coğrafyamızda çok güçlü bir mıknatıs olduğunu Sayın Davutoğlu yaşayarak gördü. Esed’in insanlık dışı işkencelerine, sırf Nusayri olduğu için, İran’ın, Lübnan Hizbullahı’nın, Irak milislerinin kanla, canla destek vermesi; Bahreyn, Yemen, Irak, Lübnan ve diğer birçok ülkedeki olaylarda bir cephenin ortak noktasının sadece Şiilik olması Sayın Davutoğlu’nun dikkatinden elbette kaçmamıştır. Böyle bir tabloda, Kılıçdaroğlu’nun hiç lüzumu yokken sarf ettiği “Ben Aleviyim” sözü acaba Sayın Davutoğlu’na göre neye tekabül ediyordur? Böyle tehlikeli bir ifadenin yarın “açılın kapılar Şah’a gidelim”e dönüşebilme riskini kuşkusuz en iyi Sayın Davutoğlu biliyordur.
İYİ Parti mesela. CHP ve HDP’nin söylemlerini duymuyor olamazlar. Öcalan ya da Demirtaş’ı içerden çıkarma vaatlerine kulak tıkayacak kadar mı değiştiler? Sayın Mansur Yavaş, HDP’nin perdeleyicisi fonksiyonunu gördüğünün farkında mıdır örneğin? Sürecin kendilerini ne kadar değiştirdiğini görüyorlar mıdır?
Sayın Babacan ve Davutoğlu ile birlikte Sayın Akşener ve Karamollaoğlu, örneğin, şu son yayınlanan rakı reklamını görünce ne hissetmişlerdir? Rakı reklamının içinde bulundukları ittifakın bir kısım tabanı tarafından büyük coşkuya mazhar olması, onlarda nasıl bir karşılık bulmuştur acaba?
Reklamı yapanların “29 Ekim için hazırladık” yalanını yutmuşlar mıdır? Hem, 29 Ekim için bile hazırlanmış olsa, Cumhuriyet’in rakı masasında kurulduğu imasına ne demektedirler? Rakı reklamının 14 Mayıs seçimlerini kastettiği çok açık. Reklamla ilgili yapılan yorumlardan da anlıyoruz ki 21 yıldır yaşam tarzlarına dokunulmamış olsa da bazıları hınç ve hırsla intikam peşinde koşuyorlar. Reklamda temsil edilen FETÖ’cüler ve cinsel sapıklar da cabası. İYİP, Saadet, Deva ve Gelecek Partileri, tepki vermeyi bırakın, acaba kendilerini ve (kaldıysa) tabanlarını bu öfke patlamasının muhatabı olarak görmüyorlar mı? O kadar mı değiştiler? O kadar mı dönüştüler?
Birbirine benzemezlerin ittifakı yutar, yok eder. İnsanı rakı masasında işte böyle meze yaparlar. İşin kötüsü, ne kadar değişirlerse değişsinler, ne kadar “biz de sizdeniz” derlerse desinler, onları asla “rakı şişesinde balık” mertebesine de yükseltmezler. Bu kadar suskunluk, gerekmediği halde değişim, taviz ile, seçim farzı muhal kazanılsa bile Dimyat’ın pirinci ele geçmez, evdeki bulgur da elden gider.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.