'Bento'nun Eskiz Defterleri' aklımıza J.Berger'in derin mavi ve büyük gözlerini getiriyor. Sonra bize asıl adı 'İris' olan ve anayurdu 'Babil' olan 'Zambak' çiçeğini hatırlatıyor. Öyle özendirici bir çaba ki; bu kahin gibi çiçeği boylu boyunca düşünerek bütün şaşırtıcılığı ve sükuneti içerisinde bir zambak şairi olarak Sezai Karakoç'u ve olur da bir gün 'dünya kadar zaman' ayırabilirsek 'Sezai Karakoç'un Eskiz Defterleri'ni yazıp çizmeyi bile düşünebiliyoruz…
Bento'nun Eskiz Defterleri'ni izler-okurken, J.Berger'in birkaç kitabını daha hatırlamak gerekiyor, hatta dönüp yeniden okumak gerekiyor bu kitapları; 'Görme Biçimleri', 'Fotokopiler' ve 'A'dan X'e Mektuplar' sözgelimi.
Bir görme biçimini önermekten çok birkaç görme biçimini birlikte göstermeye çalıştığı ve bu biçimlerden hareketle nesneleri, objeleri, daha da ötesinde kadını, erkeği, insanı ve anamalcılığı kökensel anlamda açık ettiği 'Görme Biçimleri' nden yola çıkarak baktığımızda daha farklı bir görme biçiminin ürünü diye adlandırabiliriz 'Bento'nun Eskiz Defterleri' ni. Anlatıp açıkladığı onca biçimden bütünüyle farklı bir biçime- bir başkasının zihnine odaklanarak, belki o zihnin içine yerleşerek- gördüğünü salt yazmakla yetinmeyip bir de çizerek anlatmayı başarmak gibi bir şey.
Bir diğeri, sanki de kendisi yazmamış ve kurgulamamış gibi, başkasının hatta başkalarının yazdığı metinleri aktarırcasına yazdığı 'A'dan X'e Mektuplar' da olduğu gibi. Biri içeride biri dışarı da, iki güzel insanın –Aida, Xavier- mektuplarını iletircesine yazdığı, kendi kendisini kendi yazdıklarına yabancılaştırarak ya da tam tersine, başkasının yazdıklarını sanki de yazan kendisiymiş gibi okuyup, yazarın düşünce eskizlerini çıkarmaya çalışarak yazabilmeyi, çizebilmeyi başarmak gibi bir şey.
Ve yine sözgelimi; 'Fotokopiler'deki gibi, M. Camino'nun çektiği soluk bir fotoğraftan yola çıkarak önce yazısına bir isim bulup; 'Erik Ağacının yanında duran Kadınla Adam' diye anlatmaya girişmek bir şey. Öylesine büyük gözlerle izlenen- daha ötesi okunan- bir fotoğraf ki bu; yanındaki Kadın' la Adam'ın, yanında durdukları ağacın bile bir isminin olması-Erik Ağacı- bir fotoğrafta duran bir ağacın bile varlığını unutmamak, hakkını korumak, ondan kesinlikle söz ederek yazmak, nasıl bir inceliktir diye düşünmek gerekir.
O kadar ki, fotoğrafın geri planında uzayıp giden ışıklı yaprakların hışırtısından başkasını görüp duymadığımız halde, evin yanında duran sarı renkli bir arabadan bahsederken, bu arabadan da öte, 'Fransız posta arabalarınınki gibi sarı renkli bir arabadan…' dahası 'İspanyol plakalı sarı renkli bir arabadan…' ve daha daha ötesi 'motor kapağına yapıştırılan zamklı şeritlerin sarısına benzemeyen sarı renkli bir arabadan…', 'daha önce hiç kimsenin park etmediği bir yere parkeden sarı renkli bir arabadan…' bile söz edip gösterebilen büyük, derin, mavi gözlerle izlenen bir fotoğrafı anlatmayı başarabilmek gibi bir şey…
İşte böylesine hem gören özneyi hem de görünen şeyi şahsiyet sahibi kılan görme biçimleri öneriyor bize J.Berger.
Oysa sadece bir fotoğraf; bir kadın ve bir adam bir ağacın yanındalar. Ağacın dalları var, dallarında yapraklar var. Başka ağaçlar da var, onların da yaprakları var ve her şeyin arkasında ve üstünde bir ışık demeti var, hepsi bu. Sadece o ışığa bakarak bile şöyle söylenebilir pekala; Adam'a Kadın'a ve Ağaca bakan J. Berger, aslında sadece ışığa bakıyor ve o bakış hem kendini hem de bizi fotoğrafın içinden geçirip bir dünya parçasına ulaştırıyor.
Aslında hepimizin görmesi gereken bir dünya parçası bu.
'Bento'nun Eskiz Defterleri' işte böylesine bakabilen ve görebilen bir yazar,düşünür, çizerin ortaya çıkardığı bir kitap. Bir metin de iki zihni –Spinoza ve John Berger- bir anda görebildiğimiz gibi iki eli de aynı anda izleyebiliyoruz. Bu özgün biçimlendirme boyunca asıl düşünülmesi gereken şey ise; bir insana, bir düşünceye ya da bir görüntüye 'dünya kadar zaman ayırabilmek…' olsa gerek.
Onu bir yazar, ressam,sanat eleştirmeni, romancı ya da senarist olmaktan başka bir düşünür olarakta ayrı bir yere yerleştiren bu 'dünya kadar zaman ayırabilme' ayrıcalığı işte tam da bu noktada döne döne söylediği şu sözle bizi alıp götürdüğü dünya parçasında hayranlık verici bir anlamla buluşturabiliyor; 'Biz çizerler,sadece gözlemlediğimiz bir şeyi başkalarının da görmesini sağlamakla kalmayıp nereye varacağını kestirmenin mümkün olmadığı görünmez bir şeye refakat ederiz aynı zamanda…'
Kitap boyunca bir yandan yüzüne karşı okunan 'Herem'le Yahudi cematinden ve İsrail kavimlerinden ebediyen kovulan Spinoza'nın 'Ethica' sından seçilmiş başlık ve bölümleri hem Spinoza'nın dilinden hem de Berger'in zihninden iki kere okurken öbür yandan da, bir dantel gibi işlenmiş varoluşu içinde 'ten'i, 'kan'ı, 'can'ı ve 'Tanrı' sıyla insanın derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkabiliyoruz.
'Yazarın görevi'ne ilişkin yorumuyla A.Çehov'un, bir yaşamdan ve yazgıdan bahseden V. Grossman'ın, Gulag'dan seslenen O.Mandelstam'ın, Dostoyevski'nin, bir 'Dönüş'ten söz eden A.Platonov'un ve ellerinde, demet demet manolya ve zambaklarla çıkıp gelen nice varsıl ve yoksul insanla birlikte saray soytarılarının da yürüdüğü bir yolculuk bu.
En başta 'Sanırım bu zambaklar 'bakır sırlı' diye bilinen türden' diyerek bir zambağı tarif ediyor J.Berger. Adı 'İris' ve yurdu 'Babil' olarak bilinen bir demet zambaktan yola çıkarak yapraklarında ve dallarında yürüye yürüye tıpkı söylediği gibi; 'nereye varacağını kestiremeyeceğimiz biçimde' bir kitap gibi açılan bu çiçeğin tomurcuğunda mimarinin en küçük ve en mükemmel sanatını gözleyerek Süleymaniye Camii'ne kadar uzanabiliyor. Ve biz durup, bu kahin gibi çiçeği boylu boyunca düşünerek bütün şaşırtıcılığı ve sükuneti içerisinde bir özge zambak şairini,Sezai Karakoç'u anabilir,olur da bir gün 'dünya kadar zaman' ayırabilirsek 'Sezai Karakoç'un Eskiz Defterleri'ni yazıp çizmeyi bile düşünebiliriz, kim bilir?...
Bento'nun Eskiz Defteri
J. Berger
Metis Yayınları
2012
176 sayfa