Ekim ayındaki Rus bombardımanından sonra İdlib'den kaçarak Türkiye'ye giriş yapan aile, Hatay'da sığınmacı kaydını yaptırdıktan sonra İstanbul'a ulaşıyor. Annenin, kendilerinden bir süre önce sınırdan geçen tıp öğrencisi 22 yaşındaki erkek kardeşi Ahmet'in himayesinde hayata tutunmaya çalışıyorlar. Babadan bahsederken “ne rejimden ne de muhalefettendir, sadece sivildir, inşaat işçisidir” diye altını çiziyor Ahmet. “Hiç payımız yok savaşta” demek istiyor, “hiç suçumuz yok”. Önce rejimden zulüm gördüklerini, sonra DAEŞ'ten kaçtıklarını, ardından da Rus güçlerinin sivil yerleşim yerlerini harabeye çevirdiğini anlatıyor. Halep Üniversitesi'nden evraklarını alamadığı için Türkiye'de eğitimine devam edemiyor. Edebilse bile ablası ve 4 çocuğunu kim geçindirecek?
3 yaşındaki yeğenini gösteriyor Ahmet. Gözlerinin önüne beterleri geliyor olmalı ki talihli olduğunu düşünerek kışın çıplak ayakla beton yere basmasından rahatsız değil. Okuma yazma bilmeyen 6 ve 8 yaşındaki çocuklara kendisinin öğretmeye çalıştığını, 10 yaşında taşıdığı ukdesiyle gözlerindeki ışığın sönmemesi için direnen Ela'nın okuluna gidemediğini anlatıyor. Elbette evsiz barksız yüzbinlercesine göre şanslı olduğunun farkında. Ev sahibinin bilâ-bedel sağladığı eşyaların bulunduğu evlerinde, kömür sobasında kestane pişirebiliyor.
Türkiye'de “hamdolsun” diyebilseler de savaş mağduriyetiyle vatanlarını terk etmeye mecbur bırakılan milyonlarca Suriyeli mülteci gibi bu anne ve çocuklarının da tek umudu Avrupa'ya, bir buçuk yıldır Almanya'da bulunan babalarının yanına gidebilmek. İşte Esed'in simsarları tam da burada devreye giriyor. Masum sivillerin hayatına göz koyan, geride yaşanacak bir memleket bırakmayan Suriye rejiminin adamları, canını dişine takarak yaşam mücadelesi veren mültecilerin cebindeki üç kuruşa da göz dikmiş durumda. Kaçak mültecilerin kendilerine mahkum olduklarının bilinciyle Avrupa'ya gitme hayali kuran insanlarını dolandırıyor. Bunlardan biri, Ahmet'in gerçek adı mı yoksa kod adı mı olduğunu bile bilmediği Muhammed Şeliş. Aileye Lübnan'daki Alman Konsolosluğu'na vize başvurusunda bulunabilmesi için çalışanı olduğu Şam Nüfus Müdürlüğü'nden gerekli evrakları sağlamayı taahhüt ederek aracılar üzerinden 2000 Euro gasp ediyor (ki Ahmet, bu miktarı 4'ü çocuk 6 nüfus geçindirebilmek için 7 ay çalışarak kazanabiliyor). Evraklarını alabildiği için sevinen aile, dolandırıldıklarını konsolosluk yetkilileri evrakların sahte olduğunu söylediğinde anlıyor. Fakat aynı tuzağa ikinci, hatta üçüncü kez de düşmeye mecbur kalıyorlar. Pasaportsuz, kimliksiz can havliyle savaştan kaçan mültecilerin yasal yollarla Avrupa vizesi alabilmelerinin tek yolu halen rejimden geçiyor. Ve Ahmet'in ailesi gibi Esed'in simsarları tarafından dolandırılan daha niceleri var.
Savaşın 5. yılında sayaç, milyonlarla ifade edilen Suriyeli mülteciler için hızla çalışmaya devam ediyor. Terörden ve harici güçlerin saldırılarından kaçarak başka bir ülkenin topraklarına sığınan kendi insanlarını sahte evraklarla dolandırıyorlar. Yaşamlarının başındaki çocuklara bir gelecek inşa edebilmek için dişten tırnaktan ayrılan üç kuruşa göz dikiyor, tamah ediyor, gasp ediyorlar. Daha korkunç olanı ise bu durumdaki aileler kaçak mülteci teknelerini halen kurtuluş yolu olarak görüyorlar. Rejim, mültecileri bu seçeneğe mahkum ediyor.
Alman Konsolosluğu bu kez de nüfus evraklarının sahte olduğunu bildirirse Ahmet ve ailesi ölüm teknelerine binip Avrupa'ya gitmeyi planlıyor; “Bir kere kapıdan girdin mi tamam, ev verecekler, dil öğretecekler, çocuk başına aylık maddi destek sağlayacaklar, okula gönderecekler...”
2 Eylül'de minik bedeni sahile vuran Aylan Kurdi'nin resmi henüz hafızalardan silinmemişken Ekim'de, Kasım'da, Aralık'ta da kaçak mülteci tekneleri batmaya devam etti, ediyor. 2 dakikalık televizyon haberlerinde, bir kaç cümlelik gazete satırlarında okumayı sürdürüyoruz olanları. Ahmet, ailesinin sahte can yelekleriyle donatılmış batması muhtemel o teknelere binmesinden korkmuyor, zira ona göre insanlar Suriye'de yaşanabilecek en korkunç şeyleri yaşamış. Talih yüzlerine gülse ve Avrupa'ya ayak basabilseler bile insanlık dışı muameleye maruz kalacağını da hiç aklına getirmiyor. Doktor olup hayat kurtarma hayali kuran Ahmet ve ailesi, artık yalnızca yaşamak istiyor; yegâne insan gibi yaşamak.