Akademisyen yazar Kemal Özmen, Tevfik Fikret ve İlhan Berk arasında şiirimizin Fransız yanını inceliyor. Yer yer oryantalist bakışın hakim olduğu “Modern Türk Şiirinde Fransız Etkileri” adlı kitabında siyasi ve sosyal sebeplere de değiniyor.
Çok milletli bir yapı nizamına sahip Osmanlı Devleti'nin idarecilik tarihinde Fransa ile ilişkilerin maliyeti en ağır olan seviyesi, 1789'da meydana gelen Fransız Devrimi sonrasında görülmüştür. 19. asrın ilk yarısında Yunanistan'ın Türklere isyanı ve devletten kopmaları bu devrimin tesiri ile olmuştur. Parçalanma devrimden bağımsız değildir. Bu tarihin çok daha öncelerinde, Sultan Süleyman zamanında bürokrasi üzerinden ilerleyen birtakım başka alışverişler olduğu da bilinir. Ancak, kültürel dönüşümün Osmanlı toplumunda varlığı karşımıza Fransız dili ve edebiyatı çevresinde bambaşka bir havza çıkarır. Önceleri Genç Osmanlılar, daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti mensuplarının Osmanlı iktidarına karşı anarşist tutumlarının hareket sahası Fransa olur. Sadece anarşist hamleler değil, 19. asırla birlikte devletin batılılaşmayı resmen ilan etmesinin ardından “çağdaş" dünyayla irtibat kurmak isteyen sanatçılar arkalarındaki altı asırlık edebiyat birikiminden kurtulmak için matbuatta ve edebî türlerde Fransız eserlerinden çeviriler ve adapteler yaparak Türk edebiyatını da batılı hâle getirme çabası içerisine girerler.
Tanzimat kuşağı yeni bir tür olarak romanı, tiyatroyu ve gazeteciliği Fransız metinlerinden öğrendi. İlk Tanzimatçımız, edebiyatta, Şinasi sekiz yılını Paris'te geçirmiş bir isimdi. Namık Kemal, Ziya Paşa, sonraları Recaizade Mahmud Ekrem Fransız edebiyatını takip ederek yenileşme faaliyetleri yürüttüler. Gazetelerin bazıları hem Osmanlı Türkçesi hem Fransızca olarak yayımlanmaya başlamıştı. Roman, tiyatro, gazete yazıları o tarihe kadar henüz Osmanlı coğrafyasında yazılır metinler değillerdi.
İlk denemelerin, bu türlerin kaynağı olan Fransız dili merkeze alınarak yapılmış olması şiir nazarında daha anlaşılabilir bir hadisedir. Zira şiir, bu coğrafyanın bin yıllık kadim bir meselesidir ve dünya şiir bilgisini Anadolu'dan başlayarak doğuya doğru giderek öğrenmiştir. Türk edebiyatının sarsılmaz edebiyatı şiir üzerine kurulmuştur. Hâl böyle olunca, şiirin en güçlü hâkimi olan Anadolu, yenilik uğruna eskiyi reddetme, batı kaynaklı yeni bir şiir dili inşa etme derdine düştü. Elinizdeki en güçlü mirası batıdan devşirilen biçimlerle kaynaştırma niyeti birtakım siyasî, sosyal sebeplerle birlikte okunmalı.
Fransız kültürü ve dilinin Türk edebiyatındaki tesiri uzun bir bahsi hak eder ki zaten Erdoğan Alkan bu uğurda esaslı çalışmaları başlatmıştı. İki dilli eleştirmenlerin Türk şiirinin Fransız şiiri karşısındaki manzarasını kitaplar, makaleler eliyle zaman zaman yazdılar. Bu kitaplara geçtiğimiz haftalarda bir yenisi daha eklendi: Kemal Özmen'in Modern Türk Şiirinde Fransız Etkileri. Özmen, Hacettepe Üniversitesi'nde Fransız dili ve edebiyatı üzerine akademik faaliyetler yürüten bir akademisyen. En nihayetinde edebiyat bilimcisi. Sadece Fransızca bilgisine başvurarak Türk şiiri üzerindeki dönüşümleri tespitle yetinmeyen, modern zamanlarla birlikte edebiyat teorisindeki yeni kavram ve iddiaların bilgisi ile metinlerarasılık, yeniden yazma, metin sökümü vs. tartışmaları da ihmal etmeden Türk-Fransız edebiyatları arasında yeni okumalar yapıyor.
Kitabın adı içeriğine dair bir fikir sahibi olmamızı sağlıyor ancak Özmen'in yaklaşımının ne olduğunu tam olarak görebileceğimiz anlamına gelmiyor. Bunun için, aslında her çalışmada olduğu gibi, metne gitmemiz gerekiyor. Kitapta, Tevfik Fikret'ten başlanarak, İlhan Berk'e kadar geniş bir zaman diliminde Fransızcanın şiirimize temas ettiği yerler tespit ediliyor. Arada, Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Cahit Sıtkı, Tanpınar, Orhan Veli ve Ahmed Muhip Dıranas da var. Kitabın ilk metni, bizce şah metni, “Tanzimat Modernizasyonu, 'Frankofoni', Kaynak, Kültür ve Etkilenme" başlığını taşıyor. Bu metin, Kemal Özmen'in hareket sahasını, devamında okuyacağımız metinlerin hangi temeller üzerine oturtulacağını göstermesi bakımından da önemli. Ancak bu metinde ve kitap boyunca, Özmen'in yer yer Oryantalist nazariyatın ağına düştüğünü de söylemeden edemeyeceğiz.
Osmanlı-Türk modernleşmesi geceden sabaha karar verilmiş bir hadise değildir. Başından beri Osmanlılar batıdaki hareketlilikleri takip etmişlerdir. Osmanlı iktidarının “yüzyıllarca" batı medeniyetine “kapalı" kaldığı söylenemez. Kuruluştan itibaren batı düşüncesi, kurumları, dönüştürülerek de olsa Osmanlı'da yer bulmuştur. Klasik dönemde, Fatih'in İstanbul'u fethinde dahi batı zihni Osmanlılar tarafından kullanılmıştır. 16. asırda batı rönesansının, reform hareketliliklerinin, aydınlanmanın Osmanlılarda “yankı" bulmaması tabiidir. Bu asırda Osmanlı teknolojiden sanata, idarecilikten askeriyeye kadar dünyanın en tehlikeli ve hâkim gücüdür. Bu güç elinizin altındayken, kilisenin tasallutunu reddederek akla iman eden bir bilinci Osmanlı'nın kendi topraklarına taşıması beklenemezdi. Yine, divan şiirinin altı asır boyunca kendisini yenilenemeden devam edegeldiğini söylemek büyük bir hata doğurur. 13. asrın Türk şiiri ile 16. asırda Fuzuli'nin, 18. asırda Şeyh Galib'in 19. asırda Encümen-i Şuara'nın arasında bir çırpıda anlatılamayacak kadar derin iniş çıkışlar vardır. Doğu, duygunun, batı aklın dünyasıdır algısı da artık klişe dahi değildir. Kemal Özmen, Türk modernleşmesine giden yolda Türk şiirinin, Arap-Fars kaynaklarına atıf yaparken bu sakat kanaati tekrarlamakla yanlış bir okuma yapmaktadır. Bugün, batının geldiği noktayı doğunun kadim zamanlarındaki “akıl"ına borçlu olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Kitapta, yaygın hataları tekrar eden bu cephelerin ötesinde Türk dilinin batı karşısındaki mevzisi de tartışmaya açılmıştır.
Kemal Özmen, batı tarzı duyuşa, eski dilin (Osmanlı Türkçesi) ve anlatım biçimlerininin korunmasıyla ulaşılamayacağına dair bir tespitte bulunuyor. Bu tespitini de Recaizade'nin Atala önsözünde sarfettiği, Türk dilinin her anlamı bütünüyle ve kolaylıkla anlatmaya yeterli olmadığı, mevcut dilin yazar ve okur açısından sıkıntı doğurduğuna dair sözüyle destekliyor. Türk dilinin anlam dünyasının genişliğini görmek için Fuzuli'nin herhangi bir beytine müracaat etmek yeter. Recaizade, hem şiirlerinde hem romanında tenkit ettiği dilin en ağırını kullanmıştır. Mevcut dili dönüştürecek bir iki oyunu hariç metni yoktur. Tanzimatçıların söyledikleri ile yaptıkları arasındaki uçurum Recaizade de fazlasıyla vardır.
Klasik Türk edebiyatında güçlü bir nesir geleneği olmadığı da tartışmaya açık bir iddiadır. Osmanlı nesri, şiirin büyük gücü karşısında daha geride bırakılmıştır. Osmanlı sultanlarının divan tertip edecek kadar şiirle meşgul olmaları, bırakalım da nesrin itibarını biraz geriye düşürsün. Bu, nesir geleneğinin güçlü olmadığı anlamına gelmez. Nesirden kasıt, roman ise bunu zaten tartışmıyoruz.
Bizde, Fransız diliyle esaslı irtibat Servet-i Fünun edebiyatında başlar. Romanda Halid Ziya Uşaklıgil'i var eden bu dil, Uşaklıgil'in İzmir'de henüz çocuk sayılabilecek yaşlarda Fransızca metinler okumasıyla gerçek anlamda Türk romanını doğurur. Şiirde de Özmen'in tespitiyle aranılan yenilik Fransız şiirini taklitle bulunmuştur. Taklittir çünkü, “dil sorunu çözülmeden sağlam bir edebiyat geleneğinin kurulamayacağı"nı gösteren yapay terkipler, ifade biçimleri uydurmuşlardır. Buna benzer bir tespit de Fransız edebiyatında iki zıt görüşün, birbirleriyle temas etmelerinin mümkün olmadığı düşünce akımlarının, realizm ile romantizmin, idealizm ile parnasizmin aynı şairde hatta aynı şiirde yanyana gelmesi Fransız şiiri ile Servet-i Fünuncuların sakat akrabalıklar doğurmasıdır.
Nihai olarak frankofoni kavramının bu yazıya başlık olması üzerinde durabiliriz. Bu kavram, Sömürgeci Fransız devletinin, sömürgeleri ile olan dil ve kültür “birliğine" vurgu yapar. Zaman içerisinde bu kavram, sömürge olmayan toplumlarda “kaynak kültür" olarak tarif edilen Fransız kültürüne ulaşma anlamında genel bir duruma teşmil edilmiştir. Nihayetinde, Türk edebiyatı bir dönem frankofoniye mahkum olarak Fransız dilinin sömürgeciliğini davet etmiştir. Bunun Türk romanındaki yansımalarını Gül Mete Yuva'nın Modern Türk Edebiyatının Fransız Kaynakları'nda Servet-i Fünun romanı üzerinden okumuştuk.