Sezai Karakoç, eğitimin hedefini yitirdiğine, amaçsız ve misyonsuz sürdürülen bir faaliyet halini aldığına dikkat çeker. Türkiye'nin Maarif Davası başlıklı eserinde Nurettin Topçu, 'hedefsizliği” temel sorun olarak görür ve , “eğitim sisteminin bütün kademelerinde 'ruhsuzluk' hâkim” diyerek eğitimin kökündeki probleme dikkat çeker.
Bediüzzaman'ın hayatını bilenlerce malumdur ki Medresetüzzehra'nın Bediüzzaman'ın çok önem verdiği ve gerçekleşmesi için pek çok teşebbüslerde bulunduğu eğitim ya da yüksek öğretim projesidir. Neden Bediüzzaman bu projesini her fırsatta hayata geçirmek için harekete geçti? Bu proje ile hayata geçirilmek istenen neydi? Acaba Medresetüzzehra'nın kurulmasının zamanı gelmiş miydi?
Osmanlı'nın geri kalışının bilimi ve eğitimi öncü konuma çıkaramamaktan kaynaklandığını gören Bediüzzaman, Osmanlının pek çok probleminin de çözümüne yardımcı olacak bu projesini hayata geçirmek için zamanın padişahı Sultan Abdulhamit'le görüşmek ister. Fakat padişahın etrafındakiler onu anlayamadıklarından padişahla görüşmesine engel olurlar. Hatta böyle bir teklifin sahibi “akıllı olamaz, delidir” diye tımarhanaye bile tıkmaya kalkışırlar.
Bediüzzaman'ın bu idealini kısmen de olsa Sultan Reşat ve İttihatçılar anlarlar. Medresetüzzehra manasını hayata geçirecek olan Darulfünun'un (üniversite) temeli o yıllarda Edremit'te atılır. Fakat Birinci Dünya harbinin patlak vermesiyle proje akamete uğrar. Bediüzzaman ileriki yıllarda da Birinci Meclise götürür bu projesini. Orada da kabul edilir ancak bu defa başka engeller çıkar.
Bediüzzaman'ın idealinde olan bu eğitim kurumlarının çok boyutlu sonuçları olacak olan bir proje olduğunu Bediüzzaman'ın kaleme aldığı 'Muhakemat' isimli eserinden bir nebze anlaşılmaktadır. Çünkü Muhakemat sorgulayıcı anlayışın bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Onun mesajlarının hayata geçmesiyle, medeniyet adına modernlik adına bize yutturulan ne varsa gözden geçirilecektir. Bilim diye önümüze konulan her şeyin “bilimselliği” ve fıtrata uygunluğu araştırılacaktır. Böylece fen bilimleri de kâinatın gerçeklerini dile getirecek bir konuma yükselecektir. Hatta öğrenilenler kendi ifadesi ile “en nuranî fen” olan 'marifetullah vesilesi haline gelecektir.
Yakın geçmişimizde gördük ki, Batı'yı referans alan, Batıya göre hareket eden aydın ve düşünürlerimiz, toplumsal sorunlarımızın çözümü adına hayata geçirilebilecek bir proje üretemediler. Zira böyle bir proje ile ilgilenenlerin, Batı'yı da Doğu'yu da özellikle eğitim ve bilim açısından çok iyi kavraması icap ediyordu.
Tarihçi Said Şamil'in ilginç bir tesbiti vardır. Said Şamil, 3. Selim zamanında Fatih döneminde medreselerde okutulan kitapların artık anlaşılamadığından bahisle; “o dönemlerde şerhlerle ve açıklamalarla vakit geçiriliyordu” demektedir. Osmanlı'da yada İslam dünyasında sorgulama-araştırma duygusu ta Fatih zamanında dumura uğramaya başlamış, şartlanma ve benimsetme kültürünün sonucu olarak statüko ta o zamanlarda hakim olmaya başlamıştı. Esasen büyük Fatih, bu gidişi ve durumu farketmişti. Sultan Fatih'in bilimde yenilikler için bazı teşebbüslerde bulunduğuna dair kayıtlara rastlamaktayız. Bunlardan birisi, astronom Ali Kuşçu'nun da içinde yer aldığı mevzi harekettir.
Said Şamil anekdotunda; “Abdulhamit'e Doğuda üniversite açılması teklifi ile gelen Bediüzzaman, bu reform tekliflerini eğer 3. Selim'e yapsaydı, Osmanlının kaderi değişirdi” demektedir. Peki Osmanlıda yapılamayan Cumhuriyet döneminde yapılabildi mi? Bilakis.. Körü körüne taklitçilik ve manevi değerlerden soyutlanma, Batının karikatürü üniversiteleri doğurdu. En başta kimliksizliği ile geçmişi aratırcasına fikirlerin serbestçe ifade edilebildiği ortamı ve özgün ve özgür üniversiteleri ve bilim ve teknoloji üreten üniversiteleri oluşturamadı. Sağlıklı tartışma ve muhakeme kültürünü geliştiremedi, değişime de ayak uyduramadı ve hatta gerçek hayattan uzak kaldı. Hatta üniversiteler kargaşanın merkezi haline geldi.
Esasen Bediüzzaman'ın sunduğu Medresetüzzehra projesi ile teklif ettiği çözüm metodu çok da karmaşık değil. Bediüzzaman bizim üç düşmanımız var diyor: “Cehalet, zaruret ve ihtilaf.” Eğitim dünyamız yeniden misyona kavuşacak ve bu üç düşmana karşı “sanat, marifet ve ittifak” silahlarıyla savaşmak üzere yeniden yapılandırılacak.
Peki Bediüzzaman neden, “sanat, marifet ve ittifak” üçlüsünü çözüm olarak sunmaktadır? Çünkü okullarımızın yetersizliğinin kaynağı; (1) Öğrenilenlerin marifete dönüşememesi (hikmet/ marifet/ideal yerine kuru bilgiye/sınava odaklı eğitim) (2) Sanat ve meslek öğretememesi (meslek okulların ölüme mahkum edilmesi; uygulama ve araştırmadan yoksunluk) (3) Eğitmin muhakeme ve düşünme yeteneğini geliştiremeyen ezberci-tek doğrulu yapısı ile ihtilafların ve karmaşanın kaynağı olmasıdır. “Tek doğrulu” eğitimin en bariz istenmeyen “yan ürünü”, zihnen gelişmeyen insanlar arasında “senden yana ve bana karşı” şeklinde cepheleşmeyi ve kutuplaşmayı sonuç vermesidir. Bu yapı, diyaloğu baltalayacı, birbirini dışlayıcı anlayışı doğurmaktadır
Bediüzzaman “aklın nuru fen ilimleridir” derken fen ilimleri olmadan, “kainat kitabının” okunamayacağını ve marifetullahın eksik kalacağına dikkat çekti. Bediüzzaman, eserlerinde ve özellikle Muhakemat isimli eserinde görüldüğü gibi, sanata, edebiyata, akaide, inanca ve hakikate yeniden bir bakış açısı getirdi. Kapsamlı tefekkürüyle, kendisine gelinceye kadarki bakış açılarını yeniden ele aldı. O, geçmişten kopmadan, geleceği de nazarında tutan yorum ve değerlendirmelerde bulundu. O sadece itikat konusunda değil, eğitim/bilim, hakikat, edebiyat, sanat ve belagat konularının hepsini yeniden fikir süzgecinden geçirdi. Hâlihazırdaki problemleri ve çözümlerini, hâli ve olması gerekeni net olarak ortaya koydu.
Hulasa, Türkiye'deki eğitim sisteminin temel çıkmazı, yönsüzlüğü, medeniyet iddialarını yitirmesi ve kendi değerli fikir adamlarımızı dikkate almamasıdır. O halde asıl ihtiyacımız olan şey, insanımızı içine düştüğü taklitçilik ve eziklik komplekslerinden kurtaracak, kendi kurucu şahsiyetlerini ve kendi bilimini ve kendi referans sistemlerini kuracak bir modelin hayata geçirilmesidir. İşte Medresetüzzehra eğitim ve üniversite projesi, başta Türkiye olmak üzere İslam âleminin geri kalmışlığına-fakirliğine, ihtilaf ve ırkçılık illetine ve cehalete karşı çözüm formülü ve çıkış yolunu işaret ediyor.