HDP İstanbul Milletvekili Filiz Kerestecioğlu'nun verdiği kanun teklifi ile gündeme gelen ve geçtiğimiz gün Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından sonuca bağlanan 'Evli kadının sadece kendi soyadını kullanması' kararı tartışılmaya devam ediyor.
Türkiye'de ilk kez 1997 yılında 54. Hükümet döneminde kadının eşi dışında kendi soyadını da kullanmasına imkan sağlayan bir değişiklik yapılmıştı. Ancak kadınlar eşlerinin soyadı olmadan sadece kendi soyadlarını kullanmak için hukuki yoldan başvuru yapmayı sürdürdü ve AİHM'de Türkiye'yi mahkum eden birçok bireysel başvuru gerçekleşti.
Son olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, yıllardır devam eden "Evli kadın sadece kendi soyadını kullanabilir mi?" tartışmalarına son verdi. Sadece kendi soyadını kullanmak için mahkemeye başvuran Hatice Yılmaz Yüksekyıldız, kesin ve bağlayıcı nitelik taşıyan karar doğrultusunda ismini "Hatice Yılmaz" olarak değiştirmeye hak kazandı. Bu kararla birlikte Aile Mahkemeleri benzer nitelikteki davalarda, kadının, kocanın soyadı olmaksızın sadece kızlık soyadını kullanabilmesine karar verebilecek.
Diğer bir konu ise kadınların velayeti kendisinde bulunan çocuğuna boşandığı eşinin soyadı yerine kendi soyadını verebilmesi. Bu durum 'nesep karışıklıklarına yol mu açıldı' sorularını akıllara getirirken, sperm ve anne sütü bankaları tartışmalarıyla anılan 'soyun korunması' konusu soyadı değişiklikleri ile yeniden gündeme gelmiş durumda.
“Anayasa Mahkemesi kararının hukuki açıdan, ailenin korunması ve çocuğun ruh sağlığı açısından isabetli bir karar olmadığını düşünüyorum" açıklamasında bulunan Hukukçu Kadınlar Platformu Başkanı Avukat Figen Şaştım, İslam hukuku açısından da çocuğun babaya nispet edildiğini belirterek bu durumun ayetlerle düzenlendiğini hatırlattı. Şayet, çocuk annesinin soyadı ile anılırsa babasından doğacak başka bir çocukla yani kardeşi ile farklı soyadı taşımalarının söz konusu olacağını söyleyen Şaştım, bu çocukların birbirleriyle tanışıp bilmeleri mümkün olmazsa ileride toplumda çarpık aile ilişkilerinin meydana gelebileceği uyarısında bulunuyor.
Anayasa Mahkemesi'nin velayeti anneye verilen çocuğun soyadını annesinin tayin hakkı olduğunu belirtmesi hakkında, velayet hakkının çocuk 18 yaşına gelinceye kadar devam eden geçici bir hak olduğunu hatırlatan Şaştım, son değişikliğe uyularak bu hak önce anneye verilse dahi babanın dava açıp bu hakkı tekrar almasının mümkün olduğunu belirterek şunları söyledi: “Çocuk reşit olduğunda annesinin soyadını taşımak istemeyebilir, bu durumda tekrar mahkemeye başvurulup yine bir değişikliğe gidilmesi söz konusu olur, bu işleyiş de soyadı defaatle değişikliğe uğrayan kişi açısından da hukuki işleyiş ve devlet kayıtları açısından da ciddi zorlukların ve karışıklıkların ortaya çıkması anlamına geliyor."
Avukat Figen Şaştım, toplumsal örf, adet ve aile modellemesi bakımından da çocuğun babasından farklı soyadını almasının aile birlikteliği kavramına zarar vereceğinin altını çizerek, bu durumda aile kurumunun yerini zamanla evlilik dışı ilişkiler, gayri ahlaki ve gayri İslami oluşumlar alacağını söyledi. Şaştım, “Tüm bu sebepler ışığında Anayasa Mahkemesi'nin İptal ettiği 2525 sayılı Soyadı Kanununda ve Türk Medeni Kanununda bir an önce Anayasa Mahkemesi kararını kadük hale getirecek bir düzenleme yapılması gerektiği kanaatindeyim" dedi.
Aileyi Koruma ve Destekleme Derneği (AKODER) Yönetim Kurulu Üyesi Ayşe Bostancı ise ailenin toplumda kökleri geleneğe, kültüre ve değerlere yaslanan hayati bir kurum olduğunu hatırlatarak, aile kurumu ile ilgili kararlar alınırken popülist ve dünyadaki hakim rüzgara uygun kararlar alınmasının yanlışlığına dikkat çekti. Soyadı ile ilgili olarak varılan son kararın da bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiğini belirten Bostancı, ana kriterin sadece bir takım ülkelerdeki uygulamalar olmaması gerektiğini, aksine örfe, kamunun hayrına uygun olan ve kolay uygulanıp kabul görecek kanunların tercih edilmesi gerektiğini vurguladı.
“Başka ülke deneyimlerinden direk modelleme örneklerinin sonuç getirmediğini birçok deneyim üzerinden yaşayıp gördük. Kendi toplumsal dinamiklerimizi doğru okumayı ve bu dinamiklere uygun çözümler bulmayı başarmalıyız" açıklamasında bulunan Bostancı, ailede baba ve anne imajının korunmasında soyadının önemli bir temsil olduğunu ifade etti.
Boşanma durumunda eşlerin bazen çocukları silah olarak kullanma yoluna gidebildiğine değinen Ayşe Bostancı, uygulamalarda çocuğun hayrının ve aile kurumunun imajının öncelenmesi gerektiğine şu sözler ile dikkat çekti: “Aile politikaları savunma, iktisat ve eğitim politikaları kadar önemsenmeli, ne kadar iyi bir savunma ya da ekonomi politikamız olursa olsun ailesi zayıflatılan bir toplum zaten içten çökecektir."
Bir süre önce yayınladığı “Kadının ve Çocuğun Soyadı" raporu ile dikkat çeken, Türkiye'nin kadınlardan oluşan ilk ve tek araştırma merkezi olan Bilge Kadın Araştırma Merkezi'nin kurucu başkanı Avukat Alev Sezen ise soyadının babadan veya anneden gelmesinden ziyade toplumun tamamında ve devamlı bir şekilde tek bir hat üzerinden ilerlemesinin önemli olduğunu kaydederek “Zira bu hem devletin kayıtlarındaki disiplin ve düzenin sağlanması hem nesebin belli olması açısından hayati öneme sahip. Bu soy bağı akrabalık ilişkilerinin-evlilik bağlarının kurulmasında ve süt kardeşlikte de önemlidir" diye konuştu.
BİLKA kurucu başkanı Avukat Alev Sezen, gelinen son durumu ise şöyle özetledi: “Kanuna göre artık evin reisi yoktur. Kadın ve koca aynı hak ve yükümlülüklere sahip olduğundan kadın kendi soyadını çocuğa vermek ister ve koca buna muvafakat ederse çocuk annenin soyadını taşır. Eğer baba buna karşı çıkarsa diğer anlaşmazlıklarda olduğu gibi mahkemeye gidilir ve bu konuda hâkimin karar vermesi istenir. Görüldüğü gibi ailenin başsız kalması söz konusu olmuştur."
Aynı soyadını taşıyan fakat farklı ebeveynlerde kalan parçalanmış aile çocuklarında dahi büyük bir psikolojik kopma, bir yabancılaşma yaşanırken, kadının boşanma halinde velayetini aldığı çocuğa kendi kızlık soyadını verebilmesinin yolunu açan yüksek mahkeme kararının aile bütünlüğü ve aidiyet hissini tümüyle yok edeceğini, fiziki ayrılık ve farklılığın, psikolojik ayrılık ve farklılığa da yol açacağını belirten Sezen, kardeşlerin birbirinden uzaklaşmasıyla ilerleyen zümrelerde nesebin belirsizliğine de yol açılacağının altını çiziyor.
“Soyadı kişinin şahsi haklarındandır ve böylesine ehemmiyet arz eden bir kararı annenin tek başına vermesi doğru değildir" ifadelerini kullanan Alev Sezen, bazı annelerin evlilik ve boşanma sürecinde yaşadığı olaylar sebebiyle babaya duyduğu hınç ile bu yola gittiğini ve çocuğun psikolojisini, baba ile olan bağlarını hiçe saydığını belirtti. Çeşitli yargı kararlarıyla gelinen durumun nesep karışıklığına yol açma ihtimali olduğu için inancımıza ve kültürümüze de ters olduğunu kaydeden Sezen, gerek İslamiyette gerekse Cumhuriyet öncesinde çocuğun her zaman babanın ismi ile anıldığını hatırlattı.
Ulusal yargımızın AİHM'e teslim olduğunu ve bu kararların sadece resmiyetteki soyadlarını ayırmakla kalmadığına aynı zamanda psikolojik zeminde aile bireylerini de ayırdığına dikkat çeken Alev Sezen sözlerini çok çarpıcı bir tespit ile sonlandırdı: “Bu ailelerde yetişen çocukların evliliğe bakış açıları değişiyor, evlilikten-nikahlı birlikteliklerden uzak duruyor, evlenmeden boşanmayı düşünüyorlar."