Eti bisküvilerinin kurucusu Firuz Kanatlı kimdir? sorusunun yanıtı haberimizde. Eti'nin kurucusu Firuz Kanatlı bugün hayata veda etti. Firuz Kanatlı'yı çok daha yakından tanıtan samimi Yeni Şafak ropörtajı haberimizde.
Firuz Kanatlı kimdir? sorusunun yanıtı haberimizde.
ETİ Şirketleri Onursal Başkanı ve ETİ Makine Yönetim Kurulu Başkan Firuz Kanatlı'nın, tedavi altında tutulduğu Eskişehir Acıbadem Hastanesi'nde hayatını kaybettiği öğrenildi.
Eti bisküvilerinin kurucusu ve Onursal Başkanıdır.
Firuz Kanatlı, 1932 tarihinde Eskişehir‘de doğmuştur. Babası Ahmet beydir. Ailesi Gümülcine‘den 1924 yılında Türkiye’ye göç ederek önce Adapazarı‘na sonra Eskişehir‘e göç etmiştir. Mehmet adında bir amcası vardır.
İlkokul üçüncü sınıfa kadar Eskişehir’de okudu. Daha sonra da Galatasaray Lisesi‘nde liseyi bitirene kadar okudu. Üniversite eğitiminde İsviçre Cenevre Üniversitesi’nde işletme eğitimi aldı.
İsviçre’den dönüşünde babasına ait olan Gümülcineli Un Fabrikası’nda çalışmaya başlamıştır. Fabrikanın ismi sonradan Kanatlı Un Fabrikası olmuştur. Fakat amcasının çocukları da orada oldukları için herkese yetmeyeceğinden yeni iş arayışına girdi.
Bu arada askerliğini 1957 – 1958 yıllarında İstanbul, Terkos’a yakın Yassıviran’da yaptı. Askerde Kantin sorumlusuyken aklına bisküvi yapma fikri girdi. Askerlik dönüşü de bunu gerçekleştirdi. Bu arada askerliğinin son günlerinde evlendi. Firuz Kanatlı, o dönemde “Bal” markası ile çıkarmak istediği bisküviyi başka birttirememiş, Eti markasını seçerek 1962 yılında Eskişehir’de üretime başlamıştır.
‘Eti Bisküvi Fabrikası‘, bir yıl sonra 22 çalışanıyla üretime geçmiş. Fabrikanın ilk ürünleri arasında, ‘Finger’, ‘Marie’, ‘Kremalı’, ‘Sable’ ve ‘Bademli’ yer almış. 1965 yılına gelindiğinde Eti artık Türk mühendislerin de katılımıyla otomasyona geçişi tamamlamış. 1972’de ticari ünvanı ‘Eti Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ olarak değişmiş. İlk ihracatını 1974’te Kıbrıs’a gerçekleştiren Eti, beş yıl sonra grup şirketlerinin tüm makine ve tesis ihtiyaçlarını kendisi karşılamaya başlamış.
1980’de ‘Tam Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş.’ olarak Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulmuş. Bisküvi, çubuk kraker ve kek üretimine başlayan firma, bir yıl sonra ürünlerin pazarlaması ve satışını etkin olarak yürütebilmek için Eskişehir merkezli ‘Eti Pazarlama ve Sanayi A.Ş.’yi kurmuş. 1983’te ilk kez ‘sanayi tipi kek’ üretimine başlayan Eti, aynı yıl İngiltere Alimentacion Europe ve Golden Mercury International Ödülleri’ni almaya hak kazanmış.
1988 yılında, Türk Standartları Enstitüsü, ambalajlarıyla da beğenilen Eti ürünlerini, birinciliğe layık görmüş. 1992’de Eti Gıda A.Ş. Organize Tesisleri hayata geçirilmiş. Türkiye’nin bisküvi sektöründeki ilk ISO 9002 belgesini alan firma, Kasım 2001 – Mart 2002 arasında yapılan ‘Tüketicinin En Güvendiği Marka‘ anketi sonucunda 2002 Kalite Ödülü’nü almış.
Bugün Eti’nin kraker, kek, turta, gofret, çikolata kaplamalı ürünler, çikolata, sağlık ve çocuk ürünleri kategorilerinde 150 çeşidi aşkın ürünü bulunuyor.
ETİ’yi kuran ve büyük bir marka haline getiren Firuz Kanatlı, işi çocuklarına devrettikten sonra şirketin yönetimine karışmamayı tercih ediyor.
Firuz Kanatlı, 1958 yılında Gülay hanım ile evlendi. “Ahmet Firuzhan”, Gülden ve Aydan adlarında 3 çocuğu vardır.
Eti bisküvilerinin kurucusu ve Onursal Başkanı Firuz Kanatlı ile Eskişehir'deki ofisinde buluştuk. 82 yaşındaki Kanatlı, her ne kadar bir ayağım çukurda dese de yaşam sevinciyle dolu. Şirketlerin yönetimini çocuklarına devretmiş fakat yine de fabrikaya gidip dolaşmaktan büyük zevk alıyor. Gündemi ve kalbi dayanmadığı için izlemediği Galatasaray maçlarını basından takip ediyor. Geçirdiği ağır rahatsızlıklara rağmen ofisine gitmeyi ihmal etmiyor. Şu aralar kendisinden namaz kılmayı öğretmesini isteyen arkadaşları için, kolayca namaz kılmalarını öğretecek bir kitapçık hazırlıyor. Eskişehir temsilcimiz Abdullah Yeşilkaya aracılığıyla görüştüğümüz Firuz Kanatlı ile Eti'yi kurarken atlattığı pek çok badireyi ve arkasındaki motivasyonu konuştuk.Aileniz Gümülcine'den gelmiş. Eskişehir'e yerleşmeniz nasıl olmuş?
Ailem Gümülcine'de varlıklı sayılabilecek bir hayat yaşıyormuş. Un değirmenleri varmış. Kerestecilik yaparlarmış. Balkan harbinden sonra bir takım çeteler türemiş. Babam ve amcam Türklere yardımcı oluyormuş. Bunu öğrenince babamı Milos adasına sürmüşler, annem Gümülcine'de kalmış. Bir buçuk sene sonra mübadele olunca babam Türkiye'ye gelmiş. 1924'te ailemiz de gelmiş. Önce Adapazarı'na sonra Eskişehir'de çok buğday olduğunu görünce etkilenip, eski mesleğimizi yaparız diye Eskişehir'e yerleşmişler.
Evet. Başta halkla çok iyi anlaşamamışlar. (Eti Plaza şu an Eskişehir'in en gözde yerlerinden biri olan Kızılcıklı Mahmut Pehlivan Caddesi'nde) Ben 20 yaşına gelinceye kadar her sene Porsuk taşar, burayı su basardı. Kimse buradan arsa almazdı. Su basmayan yerden arsa satmamışlar babamlara. Onlar da 'Bu bizim kaderimiz' deyip, su basan yerden bir arsa almışlar. Babam Ahmet ve amcam Mehmet, un fabrikası kurup çalışmaya başlamışlar. Babam ve amcam 2 kızkardeşle evlenmiş. Biz hepimiz bir aile gibi büyüdük. Fakat çocuklar büyüyünce işe ortak olmaları istenmiş. O zaman iki erkek kardeş arasında bir takım sürtüşmeler başlamış.
Siz liseyi Galatasaray Lisesi'nde, üniversiteyi ise Cenevre'de okumuşsunuz. Bu eğitimi aile işinin başına geçmeniz için mi aldınız?
Lise 4. Sınıfta Galatasaray Lisesi'ne gittim. Çok iyi bir öğrenciydim. Muhacirlerin çocukları daha realist olur. Özel kabiliyetimden değil fakat ailenin felsefesi buydu. Cenevre'de İşletme okudum. Aslında mimar olmak istiyordum. Hatta Kanada'dan bir mimarlık fakültesinden kabul yazısı almıştım. Fakat bizimkiler işin başına gelirsin diyerek mimar olmamı istemedi.
Amcamın 2 oğlu var. Biri benden 15 yaş, biri 6 yaş büyük. Onlar işi ellerine almışlardı. Zaten çok büyük bir iş değildi. 2- 3 jenerasyonu geçindirmezdi. Orada istikbal göremedim. İş arayışına girdim. Babam da hak verdi bana. İşten ayrılmamı istemiyordu elbette ama anlayış gösterdi.
Makarnacılık yapayım dedim. Tavukçuluk yapayım dedim. O esnada askerliğim geldi. Terkos'a yakın Yassıviran'da yaptım askerliğimi. Kantin sorumlusuydum. Her gün arabayla İstanbul'a gelip iaşe alıyorduk. Baktım erler 2. sınıf ucuz bisküvi yemiyorlar, iyisini istiyorlar. O zaman Arı, Ülker, Besler vardı. Bunlar pahalı bisküvilerdi. Bisküvileri aldığım toptancı, babamın un fabrikası olduğunu duyunca 'Sen niye bisküvi yapmıyorsun' dedi. O aklımda kaldı. Askerden dönünce arayışımı sürdürüyordum. Bir banka müdürü 'Un sektöründesin. Şeker fabrikası da var Eskişehir'de. Neden bisküvicilik yapmıyorsun. Bisküvi hafif olduğu için her yere nakliyesi de kolay olur' dedi. O zaman kafamda oturdu ve çalışmaya başladık.
Amcamın oğulları hoşlanmadılar bundan. Çünkü iyi yetişmiştim, gençtim. Fabrikada çalışmamı istiyorlardı. Fakat ben gelecek göremediğimden para aramaya başladım. Babam bana 280 bin lira para verdi.
Evet. Avrupa'ya okumaya gidenlerin çoğu orada gününü gün edip diplomasız dönerdi. Ben diplomamı aldım, paşa paşa döndüm. Haylazlık da yapmadım. Askerliğimin son zamanında evlendim. Terhis olduğumda işe hazırdım. Babam bana 280 bin lira para, bir de küçük arazi verdi. Sınai kalkınma bankasına gidip 300 bin lira da oradan kredi aldım. Amcazadelerimin bilgisi olmadan gizli gizli yazışmaları yaptım. Makinaları ısmarladım.
Ee pabuç pahalıydı tabi. Eşim de heyecanlıydı bu işe başlayacağımız için. Ayrılıyorum, kendi işimi kuracağım. Geri de dönemem. Eşim de bana yardım ediyordu. Bisküviciliği hiç bilmiyordum. Kanatlı bir bisküvi fabrikası kuracakmış diye duyulunca diğer markalar da sıkı sıkı yapıştılar teknik adamlarına. Adam bulmak da mümkün değil. Ama ben 2 dil biliyordum. 2 tane kitap buldum; biri İngilizce, biri Fransızca. Makinalar gelinceye kadar, bir sene, üniversite sınavına girer gibi çalıştım ve o kitapların önemli kısımlarını tercüme ettim. Fakat sadece formül bilgisiyle de bu iş olmuyor. Hamur yaparken, pişirirken başında durmak lazım. 10 ürün ürettiğinizde formülleri başka, pişmesi başka. Onları bizim halletmemiz mümkün değildi. Bunun için Ülker'den emekli olmuş yaşlı bir usta vardı. Onu aldık. Bizim formüllerimizin ince ayarını yaptı.
Bazı insanlar vardır insanları küçülterek büyümek isterler. Bazı insanlar vardır insanları büyüterek büyümek isterler. Ben ikincisini yapmak isterim. Bütün rakiplerime yardımcı olmak isterim. İzmir'de bisküvi fabrikası olan bir dostumuz vardı. Kardeşi makine mühendisi oldu. Bana 'Kardeşim sizin fabrikada bir gezebilir mi' dedi. 'Gelsin çalışsın benimle. İşi öğrensin' dedim. Geldi iki ay çalıştı. Ben sırlarımı vermem, kimse de vermez. Herkesin bildiğini öğrendi. Fakat ben daima rakiplerime de yardım ettim.
(gülüyor) Siz düşünür müydünüz? Şimdi beni başarılı addediyorlar. Ben dindar bir insanım. Başarılı olmak güzel bir şey ama insanları yüzüne karşı methetmek günah. Nefsinizi kabartır. O yüzden biri bahsetmeye başladığı zaman "sus" diyorum. Hakikaten rahatsız oluyorum. Gösteriş için değil. Ben çalışkan bir insanım. Hayatım ailemle işim arasında geçti. Çok defa teklif gelmesine rağmen siyasete atılmadım. Ben hiç bir şey yapmadım. Allah'ın huzurunda söylüyorum. Sadece iyi yetişmiştim ve çok çalıştım. Bu Allah'ın takdiri.
Yok çocuklar attılar beni işten (gülüyor)
Gidiyorum. Çok da zevk duyuyorum fabrikaya gitmekten ama çocukların önüne geçmemek lazım. Biz de gençken delikanlıyken abilerimize babalarımızın önüne geçmeye gayret ettik. Bir mezar taşında "Ben de senin gibiydim sen de benim gibi olacaksın" yazıyormuş. Bana soruyorlar "Kaç yaşındasın" diye, 82 deyince "Maşallah Maşallah" diyorlar. 'Ben de senin gibiydim sen de benim gibi olacaksın' diyorum.
Namaz kılmayı öğrenmek isteyen arkadaşlarım var. Onlara namaz kılmayı kolayca öğretecek bir kitap hazırlıyorum. Bunları bastırıp ücretsiz dağıtacağım.
Eskişehir'i terk etmemişsiniz. İstanbul'a gitmeyi düşünmediniz mi?
Ne yapayım İstanbul'da ben burada doğdum. 82 senedir burada yaşıyorum. İnsanlar öleceklerine yakın "Beni köyüme gömün" derler. Çünkü oradaki toprağın taşın hepsinde sen varsın.
Hepsini. (gülüyor) Çocuklarınız arasında ayrım yapabilir misiniz? Bize İngiliz bir uzman geliyordu. Yeni ürünler geliştiriyordu. Yeni ürün çıkarttıkça gelip, 'Bir çocuğunuz daha oldu' derdi. Burçak 30 senelik bisküvimizdir. Hala çok satılıyor.
Boşver satıyoruz biz bunu dediğiniz zaman iş biter. Bir şeyi çok sattığınız zaman ondan sorumlusunuz. İnsanın sevdiği şeyi yaşatması lazım.
Marka ismi üç harfli olmak zorundaydı
Özel bir sebebi yok. Biz marka tescil edileceğini bilmiyorduk. Kalıpları Almanya'ya ısmarladık. Geldi. Marka yerinde Bal yazıyor. Biri bunu tescil ettirdiniz mi diye sordu. Bir baktık, Bal İzmir'de bir çikolatacı tarafından tescil ettirilmiş. Fakat kullanmıyor. Gittik, bize bunu satın dedik. 20 bin liraya satarız dediler. Çok para, daha işe başlamamışız. Gelen silindirler yeni bir teknolojiyle üretilmişti. O teknolojiyi düzeltecek makine yoktu. Bu işle çok uğraştık. Kalıplardan Bal'ı sildirdik. Yerine 3 harfli bir isim bulmamız gerekiyordu. 5-6 tane isim seçtik. Gittik tescil dairesine. İki tane tescilsiz çıktı. Biri Eti'ydi. Eti de Orta Anadolu'nun büyük bir uygarlığı. Eti'yi seçtik. Hayırlı bir isimmiş Eti.
Fırını sipariş verdik. Ucuz olsun diye 6 numara fuel oil yaksın istedik. Fırın geldi. Böyle bir şeyi ilk defa görüyoruz. Montör istedik. Bir Alman montör. O İngilizce bilmiyor, ben Almanca bilmiyorum. Tarzanca anlaşıyoruz. Geldi fırını yaptı. Yakma zamanı geldi. Montör 'Hadi Propan gazını getirin' dedi. Biz birbirimize baktık. Propan'ın ne olduğunu bilmiyoruz. Türkiye'de öyle bir şey yok. Nedir bu dedik. 'Bu brülör kalın yağ yakacağı için önce propan yakılır, o ateşler bunu' dedi. Başka türlü yanmazmış. İstanbul'a gittik. İthal ediyorlarmış. Dünyanın parası. Naçar kaldık, aldık. Bu da bir ders oldu bize.
Firuz Kanatlı en büyük rakibi olan Sabri Ülker'le dostluklarını anlattı. Kanatlı, Sabri Ülker için "Sıfırdan bir imparatorluk kurdu" diyor.
İyi karşılamadılar. O zaman Türkiye'yi parsellemişlerdi. Arı, Ülker, Besler vardı. Bir de iki tane küçük Lüks ve İdeal fabrikası vardı. İstanbul'un Anadolu yakası Ülker'indi. Avrupa yakası Arı'nındı. Besler Bursa'daydı. Ülker İzmir'deydi. Eskişehir'de de Arı vardı. Biz piyasaya çıktıktan bir sene sonra tesisi büyütmek zorunda kaldık. Eskişehir'de bizi çok tuttular. Arı satışlarını kaybetti. Rekabet edebilmek için Tuzcular adında ucuz bisküvi çıkardılar. Ama satamadılar. Her ticarette mal sevkiyatı çok önemli. O zaman dağıtım problemlerimiz vardı. Samimi söylüyorum Allah yardım etmemiş olsaydı hiç bir şey olmazdı. Zaman zaman konuşma yapmamı istiyorlar. Bunu söylemekten sarf-ı nazar ediyorum Allah'ın işidir diye. Söylemiyorum ama buna inanıyorum.
Un fabrikasında çalışıyordum. Un satmam lazım. Ülker de o zaman yine epey büyük bir firma. İstanbul'daki müdürümüz Ülker'e gidelim dedi. Gencim, cesurum fakat bisküvicilikten anlamadığım gibi değirmencilikten de anlamıyorum. Gittik. Sabri Bey abisiyle beraberdi yazıhanede. Ben kendilerine un teklif ediyorum. Fiyat veriyorum. Sabri Bey, Allah rahmet etsin, 'Siz yapamazsınız bana lazım olan unu' dedi. Açıkçası o da biraz nezaketsizlik yaptı. 26 yaşında bir genç un satmak istiyor. Böyle karşılanmaması lazım. 'Yapamazsınız kardeşim' dedi. İddialaştık. Ben de delikanlıyım başladım ters ters cevap vermeye. Seslerimiz yükseldi. Kavga etmeye başladık. Abisi bizim aramızı buldu. El sıkışıp ayrıldık. Sabri Bey'i çok takdir ederim. Benim için rakipti ama aynı zamanda dosttu. Yaşayarak gördüm ki Sabri Bey gerçekten çok büyük bir insan. Sıfırdan başlamış bir imparatorluk kurmuş. Nasıl şapka çıkartmazsınız. Mütedeyyin bir insan. Samimi inanan bir insan. Bisküviciliği çok iyi bilen bir insan. Rakip olarak çok zor bir insan. Ama biz dost olduk. Bir gün bir dostuna 'Biz Firuz Bey'le 20 senedir rakibiz ama hala aynı zamanda dostuz. Bu müthiş bir olay' diye bahsetmiş.
Bisküviyi çıkartmaya başladık. İlk bisküvilerimiz kusurlu çıktı. Baya zor bir olaymış. 5- 6 çeşidimiz vardı. Her tavadan 3'de 2'sini kutulayabiliyorduk. Lezzeti bozulmamış olsa öğütülüp yüzde 5 oranında tekrar içine katılır. Bunlar yanık çıkıyordu, atıyorduk. İlk intiba çok önemli diye cesaret edip piyasaya veremiyorduk. Sürekli stok yapıyorduk. Diğer bisküviler 490 kuruştu, biz 470 kuruşa çıkartıyorduk ama istiyorduk ki en kaliteli bisküviyi biz yapalım.
Bu bisküvinin hiçbir şekilde Firuz Kanatlı ile ilgisinin kurulmasını istemiyordum. İstediğimiz Eti'nin Eskişehir'e mal edilmesiydi. Hakikaten de öyle oldu. O kararımız çok faydalıydı. Başka zamanlarda toptancılar arasında da rekabet olurdu. Biri bir markayı almışsa, diğeri almazdı. Fakat Eskişehir bisküvisi diye mâl olunca hepsi aldı.
Kendi arabalarımızla büyükşehirlere dağıtıma başladık fakat müddet sonra distribütörlüğe geçmemiz gerekti. Çünkü Ülker, daima en büyük rakibimiz oldu, bir distribütöre geçmişti, bizim de geçmemiz gerekiyordu. İstanbul'da Kadıköy tarafında büyük bir distribütör var, o bölgeyi ona verdik. Fakat baktık ki pek iyi de satamıyor. 'Sizden daha iyisini bekliyoruz' diyoruz ona. Bir gün geldi, 'Fethullah Gülen Hoca'dan icazet alamazsanız ben sizin malınızı satamayacağım. Kusura bakmayın' dedi.
Evet. 1996 yılı Ramazan'ı. Biz İstanbul'da iyi satmaya başlamıştık. 'İcazet nasıl alınıyor' dedim. 'Çırağan Sarayı'nda iftar veriyor. Oraya gidin hocayla tanışın, anlaşın. Hoca bize icazet verecek, biz de toptancılara icazet vereceğiz. Öyle bisküvinizi satabiliriz. Bunu hemen yapın' dedi. Bana tuhaf geldi ama bir gidelim bakalım dedim. Gittik. Yanıma da çok iyi tanıdığım bir kuyumcu dostum geldi oturdu. Hasbihal ettik. Hoca o akşam hastaymış gelemedi. Fakat onun İstanbul'daki temsilcisi gibi, İhsan Kalkavan Bey konuştu. Konferans verdi. Barış Manço da gelmişti. O da Rusya'da okulları gezmiş. Çok hürmet ederek konuştu. Biz de dinledik. Yemekten sonra konuşmalar devam ederken önümüze birer kağıt kondu.
Açtık, liste var. Projeleri sıralamışlar. Bir yerde cami, bir yerde bir okul... 500 bin liraya kadar gidiyor. İstenen şu; listeden bir tanesine angaje oluyorsun. 'Ben 50 bin liralık istiyorum, ben 100 bin liralık istiyorum' diye seçip, orada taahhüdünü imzalıyorsun. Yanımdaki arkadaşla biz 'Kusura bakmayın. Biz bir düşünelim' deyip kalktık. İcazet isteyen bizim için hiç de sempatik bir adam olmadı. Ben dürüst bir şekilde ticaretimi yapıyorum. Hiç siyasete girmiyorum. Sen bana icazet vereceksin de malımı satacağım. Şimdi bilmiyorum bu hala var mı?
Aşamadık ki. Başka birini bulup onunla anlaştık. Çünkü adam talimat almış. Eti o zaman İstanbul'da iyi satıyordu. Eti'nin satışına mani olursak bize taahhütte bulunur hesabını yaptılar ve icazet vereceğiz yoksa satamazsınız dedirttiler bize. Bizde başkasına verdik dağıtımı. Çok şükür Allah'a yine satışımızı yaptık.
5 vakit namaz kılarım ama gözüm şeriatta değil tasavvufta. 16 kere Kur'an-ı Kerim'in mealini okudum. Yanına notlar aldım. Dağıldı meal. Ciltçiye götürdüm. 'Ben böyle bir Kur'an görmedim. Kenarını kesmeden cilt yapamam. Bu notlar kaybolur' dedi. Ama diğer yandan da Atatürkçü bir insanım. Çünkü Atatürk milletçe bizim hayatımızı kurtardı, yeniden yarattı.
Burada yok. Ama bu okumakla olacak bir şey değil. Benim cevap veremediğim sualler var. Ancak konuşarak cevabını bulabilirim. 82 yaşına geldim hala Müslümanlığı yüzde yüz yakalayabilmiş değilim. Özün özünü bulmaya çalışıyorum ama bir ayağım çukurda. 'Ne yüzle çıkacaksın Allah'ın huzuruna' diyorum. Bir defa Allah'a ben başka türlü inanıyorum. 6 milyar insan varsa 6 milyar Allah konsepti var. Benim Allah'ım kuluna ızdırap çektirmez. Allah insanları mutlu etmek için yaratmış. Allah Adem'le Havva'yı yaratıp cennete koymuş. Cennette yaşasınlar istemiş. Bir şartla, benden kopmayacaksınız demiş. O şartı yerine getirmedikleri için cehenneme atmamış ama cehenneme atıyormuşsacasına dünyaya sürmüş. Dünya aslında cehennem gibi. Beni mutlu etmek için yaratmış bir Allah bana zulmeder mi?