15. yüzyıldan beri bir İslam toprağı olan Güney Asya'nın şirin ülkesi Patani, yüz yıldan fazladır Budist Tayland işgaliyle karşı karşıya. Her türlü baskı ve zulme maruz kalan Patanili Müslümanlar dünyaya seslerini duyurmakta güçlük çekiyor. Patani'yi dünyanın gündemine taşıyan İHH İnsani Yardım Vakfı'nın yeni yetimhanelerinin açılışı için bölgeye bir ziyaret gerçekleştiren aktivist ve yazar Demet Tezcan'a Patani gerçeğini sorduk.
Patani halkı 15. yüzyılda bölgeye giden Müslüman tüccarlar ve davetçiler vasıtasıyla İslam'la tanıştı ve Müslüman Patani Krallığı 1786 yılında Tayland'ın eline geçene kadar bir Müslüman ülkesi olarak varlığını korudu. Patani'yi işgal eden İngilizler 1902 yılında İngiltere ile Tayland arasında yapılan anlaşmayla Patani topraklarını resmi olarak Budist hâkimiyetine teslim etti. Asya'nın Filistin'i benzetmesinin temel sebebi de bu durumdan kaynaklanıyor. İsrail, Filistin topraklarındaki varlığını İngiltere'ye borçlu olduğu gibi Tayland da Patani'deki varlığını İngilizlere borçlu. Filistin'le Patani arasındaki diğer benzerlik ise işgalci Tayland askerlerinin birkaç dakikalık aralarla keyfi bir şekilde kurdukları kontrol noktaları ve Patani 'deki işgali beslemek amacıyla Tayland'dan Patani 'ye getirilen Budist yerleşimciler.
Tayland'ın güneyinde yer alan ve Malezya ile Tayland arasında kalan Patani'de yaklaşık 5 milyon Müslüman yaşıyor ve bu rakam nüfusun yüzde 85'ini oluşturuyor. Müslüman Patani Malayları, Tayland'da Çinlilerden sonra ikinci büyük etnik grubu oluşturuyor. Seçme ve seçilme hakkı bulunmayan Malay Müslümanların yaşadığı ve neredeyse tamamı Müslüman olan Patani bölgesi, Tayland'ın atadığı Budist valilerce yönetiliyor. 2 asır hüküm süren Patani İslam Krallığı'nı kurmalarına rağmen Malay Müslümanlarına resmi tarihte yer verilmiyor.
Patani bölgesinde Tay askerlerinin baskın ve saldırıları sonucu bu zamana kadar 20 bin şehit verildiği tahmin ediliyor, 40 bin çocuk ise yetim. Sayıları 30 bini bulan tutuklular toplama kampına benzer hapishanelerde tutuldu, tutulmaya devam ediyor. 2004 yılı Şubat ayında tarihi bir camiye Tayland askerleri tarafından düzenlenen sebepsiz baskında 36 kişi şehit edildi. Bu katliamı kınamak için düzenlenen yürüyüşe müdahale eden Tayland askerleri 83 kişiyi daha öldürdü ve en az 200 kişi tutuklandı. 250 kişi hala kayıp. Buna benzer saldırı ve baskınların rutin haline geldiği bölgede Müslümanları seslerini dünyaya duyurmakta zorlanıyor. Tayland işgalinin başladığı günden itibaren çeşitli direniş gruplarının faaliyet gösterdiği bölgede zaman zaman çatışmalar yaşanıyor.
Yakın zamanda İHH'nın yetim çalışmaları kapsamında bölgeye bir ziyaret gerçekleştiren Mazlumder ve İHH İnsani Yardım Vakfı'nda uzun yıllar görev almış olan yazar Demet Tezcan ile bölge Müslümanlarının durumunu konuştuk.
Patani, işgali net olarak gözlemleyebildiğim bir tecrübe oldu. İşgalcinin varlığını, nefesini yanı başınızda bulduğunuz, baktığınız her yerde onları gördüğünüz tüm acı gerçekliğiyle ortadaydı. İşgalci askerler günlük hayatın her yerindeydi. Dükkanların önünde, sokaklarda, yol kenarlarında, boş arazilerde bile her kuytudan onlar çıkıyor. Yollarda o kadar sık kontrol noktaları var ki arabalar zik zak çizerek ilerlemesi durumu bir rutine dönmüş. Tay askerleri varlığını her an hissettiriyor ama günlük yaşamın içinde bu durum neredeyse doğallaşmış. Yüz yıldan fazla süren bir işgalden bahsediyoruz. Zaman zaman güçlü direnişler yaşanmış. Çatışmalar, zulümler dönem dönem artış gösteriyor ama bölge halkı tarafından Tay askerlerinin son yıllarda göreceli de olsa bir yumuşamaya gittiği ifade ediliyor. Bunun en önemli sebebi de diğer Müslümanlar tarafından bölgeye gerçekleştirilen ziyaretlerin ve giriş-çıkışların artması olduğu söyleniyor. Özellikle sivil toplum kuruluşlarının bölgedeki çalışmaları çok etkili olmuş durumda. Bu çalışmalar Patani'den dünyaya seslerini duyurabilecekleri, nefes alabilecekleri bir pencere açmış.
İslam dünyasındaki işgallerin tümünün temelinde sömürgeci devletlerin, sömürge politikalarını görüyorsunuz. Kadim bir krallık olan Patani Malezya'daki sömürüsünü korumak isteyen İngiltere'nin sınır anlaşması dayatmaları sonucu Tayland'a hediye edildi diyebiliriz. Filistin topraklarının Yahudi yerleşimcilere teslim edilmesi gibi.
Eğitimin tamamı Budist Tayland hükümetinin denetimi altında. Bu sebeple her bölge kendi imkanlarıyla kendi eğitimlerini vermeye çalışıyor. Dinlerini yaşatma reflekslerini oluşturmuşlar ve koruyorlar. Pondoklarlarda yüzyıllardır süren medrese eğitimleri bugün de devam ediyor. Ormanların içerisindeki küçük ahşap barakalar bunlar. Yeterli mi yetersiz mi ayrıca tartışılabilir ama İslam'ı yaşatma yollarından biri olarak bunu geliştirmişler ve koruyorlar. İlahiyat düzeyinde yeni ve büyük medreseleri de var. Dini değerlerini, miraslarını canları pahasına koruyorlar. Yine İslam'ın bölgede asırlardır var olduğunu gösteren bir ayrıntı olarak el yazması Kuran-ı Kerimler var mesela. Ahmediye medresesi isimli küçük bir okulun bir odasında tutuluyor. Türk hükumeti bu eserleri tamir edip tekrar teslim etmişti hatırlarsınız. Ama bu paha biçilmez eserlerin içinde bulunduğu şartlar çok kötü. İçeriden korunmalı değil, yani müze şartlarından çok uzak, eserlerin olduğu yerde çürümesi söz konusu. Dışarıdan da korumalı değil, hiçbir güvenlik önemli yok, en ufak bir Tay baskınına dayanamaz ve bu her an olabilir.
Patani bölgesi dünyaya Güney Tayland olarak lanse ediliyor ve büyük çoğunluk bunu böyle biliyor. Doğu Türkistan bir Çin bölgesi, parçası olmadığı gibi Patani de hiçbir şekilde bir Tayland bölgesi değildir. Bu gerçeği her vesile ile vurgulamamız gerekiyor. Aynı şekilde burada yaşayan Müslümanlar da Taylandlı Müslümanlar olarak lanse ediliyor. Oysaki etnik köken olarak yüzde 80'i Malay.
Kesinlikle. Arakan'da olduğu gibi Patani için de aynı durum söz konusu. Müslümanların zulüm gören bu bölgeleri fark etmesi, tanıması ve yardım eli uzatması girişimlerine ön ayak olan İHH oldu. Uzun yıllardır İHH'nın bölgede yetim çalışmaları sürüyor. Bu aynı zamanda eğitim projelerini de içinde barındıran bir girişim elbette. Sadece yetimin karnını doyurup, üzerini giydirip, yatacak yer sağlamıyor. Müslüman nesillerin yetişmesi için imkanlar sağlıyor. Bu ziyaretin sebebi de yine bir yetimhanenin açılışıydı.
Yıllardır süren baskılar, baskınlar, çatışmalar neticesinde çok fazla insan öldürüldü. 2004 yılında bir camiye yapılan saldırıyı ve sonrasında gelişen olayları biliyoruz. Buna benzer çok sayıda olay yaşandı, yaşanıyor bölgede. Açılışına gittiğimiz yetimhanede bu saldırı sırasında babasını kaybeden birçok yetim çocuk vardı.
İşgalciler bu şekilde davransa da direnişi kıramıyorlar. Asimilasyona yönelik her türlü yola başvurmaktan çekinmiyorlar. Nüfus yapınızın, etnik, kültürel kimliğinizin, inanç değerlerinizin üzerinde tahribat yapmak işgalin doğasında var zaten. Uyuşturucu asker eli le bölgeye sokuluyor ve yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Mesela tek bir el yazması Kuran'ı almak için aynı köye beş kez baskın düzenlemiş Tay askerleri. Ama köylüler ellerinde kendilerini savunacak hiçbir şeyleri olmadığı halde canları pahasına her defasında direnip Kuran'ı teslim etmemişler. Günümüzde Kur'an-ı yok ederek sizin Kur'an'a ulaşmanızı, öğrenmenizi engelleyemez ama kutsalınıza yapılan saldırı aşağılama yönetmelerinin en ağır olanıdır.
Örgütlü direnişler olmuş fakat maalesef birçok islam coğrafyasında olduğu gibi birlik yok. Uzunca yıllar tüm dünyanın gözünden uzak gerçekleşmiş hem katliamlar, hem direnişler. Bunu ilk kez dünyaya duyuran Hacı Slong diye bir liderleri var. Onun zamanında biraz kendilerini ifade etme şansı bulmuşlar. Onun şehadetinden sonra zaman zaman farklı tavırlar geliştirilmiş. Unutulmaya terk edilmiş bir bölge. Ama İHH'nın oraya yardım elini uzatmasıyla yeniden Müslümanların gündemine gelmeyi başarıyor.
Baskı rejimi uygulanan her yerde en ufak bir İslami duruş bile tehlike olarak görülmeniz için yeterli. Aynı camiye sürekli gidiyor olmak, beş vakit namaza camiye gitmek bile 'siz örgüt üyesi misiniz, camide muhalif bir hareket mi örgütlüyorsunuz' gibi paranoyalar üretip tutuklama yapmaları için yeterli görülebilir. İşgalciler için en büyük tehlike örgütlü bir hareket. Örgütlü hareket eşittir direniş demek. Söz konusu İslam toplumu ise Müslüman kimliği başlı başına gerekçe oluşturabilir.
Hem de çok. İHH nedeniyle Türkiye'yi de tanıyorlar. Oradaki yetimhanelerde İHH'yı da Türkiye'yi de gayet iyi tanıyan, seven ve dua eden nesiller yetişiyor. Mesela çok ilgimi çeken bir şey oldu. El yazması asırlık Kuran'ı Kerimlerin tutulduğu okulun müze olarak kullanılan odasında Patani'nin geçmiş büyük alimlerinin fotoğrafları asılmıştı duvarlara. Fotoğraflara bakarken bir anda çok şaşırdım, çünkü İHH İnsani Yardım Vakfı Genel Başkanı Bülent Yıldırım'ın fotoğrafı da orada özel olarak yerini almıştı. Bu örneğin de gösterdiği gibi bizleri gayet iyi tanıyorlar ve gerekli vefayı gösteriyorlar. Bugün her Müslüman coğrafyanın halkının olduğu gibi oradaki halkın da Türkiye'ye atfettiği değer ve beklentilerinin altını çizmek isterim.
Her Müslüman diğer Müslümanlar için çok şey yapabilir. İmkanı olan imkanı olmayan için neler yapabileceğini düşünmeli. Sadece kan akmasını beklememek gerek, açlıktan ölünmesini beklememek gerek. Bir dram yaşanmasını, bir kriz çıkmasını beklemeden, durmadan, her fırsatı değerlendirmek lazım. Bu kültürel, ekonomik, siyasal sorunlar olabilir. Biz gidemiyorsak buralara ulaşan kuruluşlar var onların projelerini destek verilmeli. Ümmetin sıkıntıları gündemde tutulmalı ancak gündemde tutup da hiçbir eylem geliştirmemenin de bir anlamı yok.
Son olarak şunu belirtmek isterim ki, Asya ülkelerine coğrafi sınırlarımız kadar bir uzaklığımız var sanki. Müslümanın yürek coğrafyasının sınırları olmaz. Nefes alan her Müslümanın yaşadığı yerin bize aldığımız nefes kadar yakın olması lazım. Gözümüzün kulağımızın her an oralarda olması gerekiyor. Patani örneğinde olduğu gibi birçok ülke ve bölgenin tarihine baktığınızda İslam ile tanışmalarına sebep olanların Müslüman tüccarlar olduğunu görüyorsunuz. Bugün aynı günde birkaç ülkeyi dolaşabilen Müslüman tüccarlara sahibiz. O bölgelerin yeniden tanınması, çözümün parçası olunması, yalnız bırakılmaması için aynı işlevin yeniden canlandırılması gerekli.