|
|
PSİKOLOJİK SAVAŞ HİKAYELERİ – 1
Psikolojik Savaş hikâyeleri dizimizin ilk bölümü için gazetemiz yazarlarından Koray Düzgören'in hatırlattığı bir konuyu seçtik: Bergama'nın altını ve "casus" Alman vakıfları... Koray Düzgören'i şimdi unutulmuş, iki yıl öncesinin "flaş" konusu üzerine eğilmeye iten neden, taze ve küçük bir haber... Haber şöyle: "Eski Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel'in hazırladığı iddianamede 'Alman casusu' olmakla suçlanan ve yargılama sonucu diğer sanıklarla birlikte beraat eden İzmir Barosu'na kayıtlı Avukat Senih Özay, Adalet Bakanlığı'na dilekçeyle başvurarak 15 milyar liralık tazminat istedi. Necip Hablemitoğlu'nun kaleme aldığı 'Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası' adlı kitapta Alman casusu olmakla suçlanan 15 sanık hakkında eski Ankara Savcısı Yüksel, 'devlete karşı gizli anlaşma' suçunu işledikleri iddiasıyla 15'er yıl hapis cezası istemiyle dava açmıştı." Düzgören'in, haberle ilgili yorumunu da okuyalım: "Aslında bu bir hikâye falan değil. Bir gerçek... Milli Güvenlik Kurulu'nun, geçenlerde yayınlanıp gizliliği kalmayan 'Gizli Yönetmeliği'ne göre uygun bir şekilde yürütülmüş olan Psikolojik Savaş'lardan birinin sonucu... Küçük bir haber olarak yansıdı bu sonuç, Psikolojik Savaş'ın ana destekçilerinden biri olan gazetenin bir köşeciğine... Kimseyi de fazla heyecanlandırmadığına eminim. Hatta bu hikâyenin başlangıç noktasında Psikolojik Savaş'la ilgili gizli odak tarafından ortalığa salınan dehşet verici iddianın üzerine atılıp, zehir zemberek yazılar döşenen Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi'yi bile zerrece ilgilendirmediğine daha da eminim." Düzgören, o zamanlar başlatılan kampanyanın "baş destekçisi"nin Hürriyet gazetesi başyazarı Oktay Ekşi olduğunu, Ekşi'nin gerek Bergama köylülerini gerekse Alman vakıflarını "savcının ağzıyla" suçladığını hatırlatıp ekliyor: "MGK'nın gizli yönetmeliği ortaya çıktaktan sonra psikolojik savaş için medyanın nasıl kullanıldığı ve kimlerin bu psikolojik savaşın medyadaki temsilcileri olduğu daha iyi anlaşılıyor."
KOÇBAŞI MİLLİYET'Tİ...
Yazarımızın bütün kuşkularına katılıyoruz (gene de biz daha az kesin bir dili tercih ederiz). Ama o günlerdeki dezenformasyon fırtınasında Milliyet'in oynadığı rolü hatırlatmazsak, bu mesele çok eksik kalır. Hatta, kampanyanın "haber ayağı"nın Milliyet'in manşetleriyle yürütüldüğünü, Ekşi'nin yorumlarının da önemli ölçüde buradan beslendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz... Bu çerçevede aşağıda okuyacaklarınızın tümünü, tam Türkiye'nin AB'ye aday üyeliği yolunda önemli bir adımın atılacağı toplantının öncesine denk geldiği bilgisiyle okumalısınız... Çünkü, Alman vakıflarına "casusluk" suçlamasıyla açılan dava iki ülke hükümetleri arasında derin bir bunalım yaratmış, AB'nin "lider ülkesi" Almanya'da Türkiye aleyhinde bir kamuoyunun doğmasına yol açmıştı. Gelelim Milliyet'in o günlerdeki yayınlarına... Milliyet, 30 Haziran 2001'de "ALTIN MÜJDESİ" başlıklı, ışıl ışıl bir manşetle çıktı… Haber, iki DSP milletvekilinin (Erol Al ve Hasan Özgöbek) "çalışmaları"na dayandırılıyordu. Milletvekillerine göre, Türkiye, Almanya'dan yılda 800 milyon dolarlık altın alıyordu ve Almanlar bu yüzden Bergama'da altın çıkarılmasına karşıydı. Al ve Özgöbek'e göre Bergamalılar'ı Alman Fiyan Vakfı örgütlüyordu. İki milletvekili, siyanürle altın üretiminin insan sağlığına ve çevreye zararsız olduğunu kanıtlamak için "o havuzda yüzmeye" bile hazırdı. İki milletvekili "çalışmalarını" neye dayandırarak yapmıştı, iddialarını kanıtlamak için hangi argümanları öne sürüyordu, bunların cevabı haberde yoktu. Belli ki onların rolü kendilerine iletilen bir dosyayı "iletmek"ten ibaretti... İkinci haber, bundan bir gün sonra, 1 Temmuz'da geldi: "HOPDEDİKS'İ KİM KANDIRDI?.. Bergama'daki altın madenine direnişin Almanlar tarafından finanse edildiği iddiaları büyüyor…" Bu kez haberin altında Önay Yılmaz'ın imzası vardı. Haberin yarım sayfayı bulan devamında, "direnişin Almanlar tarafından finanse edildiği iddialarının büyüdüğü"ne ilişkin hiçbir ibare yoktu. Konuşan "bilim adamları, madenciler ve öteki uzmanlar" sadece hangi nedenlerle Bergama'da altın çıkarılmasına karşı ya da taraftar olduklarını söylüyorlardı, o kadar…Önay Yılmaz'ın haberi zaten bütünüyle bir "çıkaralım mı, çıkarmayalım mı" tartışmasından ibaretti; belli ki o birinci sayfa başlığı ve "Almanlar" spotu yazıişlerinin "kuş kondurması"ydı... "Casus" Alman vakıfları meselesinde Milliyet'in bir gazete olmaktan çok, birilerinin başlattığı "mücadele"nin bir parçası" olduğunu gösteren son haber 13 Temmuz 2001'de geldi: "ALTINI GÖRÜNCE FİKİRLERİ DEĞİŞTİ… Bergama'da üretilen 11 kiloluk külçe altını gören Hopdediks'in hemşehrileri, mücadeleyi unutup Normandy şirketinin yanına geçti…" Fakat haberin bir sonraki cümlesi, bu büyük iddiayı çürütecek nitelikteydi: "Çevreciler ve köylülerin bir bölümü çalışmanın hemen durdurulması konusunda ısrar ederken; gazetemize faks ve telefonlarla görüşlerini ileten bir başka grup, madenin çevreye zarar vermeyecek teknolojiyle işletildiğini savundu." Yani: 1. Başta söylendiği gibi Bergamalılar'ın tamamı fikir değiştirmiş ve Normandy şirketinin yanına geçmiş değildir. Bazı Bergamalılar "ısrar" etmektedir. 2. Böyle yapan sadece "bir grup"tur, bunlar da düşüncelerini Milliyet'e faks ve telefonlarla iletmiştir. Peki bu Bergamalılar'ın isimleri falan var mıydı haberde? Hayır, yoktu. Gazete ne sayı vermekteydi ne de isim. Buna rağmen okurlardan "Altını görünce Bergamalılar fikirlerinin değiştiğine" inanmasını istiyordu. Üzerine bir kitap yazılmış "Casus Alman vakıfları ve onların yalanlarına inanarak milli menfaatlere aykırı hareket eden Bergamalılar"dan bugün artık kimse söz etmiyor... Vakıflar da, köylüler de "casusluk" suçlamasından beraat etti... Sözünü ettiğimiz AB toplantısı kazasız belasız atlatıldı ve o fortınadan küçük bir meltem bile kalmadı. Biz Milliyet'çilerin yerinde olsak o günlere geri döneriz, bu haberin hangi kanallardan nasıl iletildiğine, kimlerin aracılık ettiğine bakarız... Psikolojik savaşın bundan sonraki aşamalarına karşı "aşı" niyetine... (A.G.)
Özel'in sözlerinden cesaret alarak
Niyetlendiğimiz bir işe girişmeden önce, benzer bir işi yapan birisinden cesaret almak... Hele de o "birisi", söz konusu işe "hakimiyeti" açısından neredeyse bir "otorite" olarak kabul ediliyorsa... Birisinden cesaret alınarak yapılan "işler" arasında tabii ki "yazmak" da var. Yani burada da şöyle bir durum: Sürekli aklımdan geçip de bir türlü yazamadığım şu satırları keşke birisi (bu "otorite" oluyor yine) yazsa da, ben de ondan cesaret alıp ortaya çıksam! Derdimizi daha açık anlatabilmek için bir örnekten hareket etmek daha pratik olsa gerek: Hürriyet'in "tarihçi" yazarı Murat Bardakçı, önceki günkü (21 Eylül Pazar) yazısını yine çok önemli bir konuya ayırmıştı. Konumuz bu kez "Kadınlara on seansta erkeğe kölelik dersleri" başlığını taşıyordu. Biliyorsunuz; Bardakçı'nın pazar yazılarının konusunu belirlerken izlediği yöntem şöyle: Haftanın en gürültü koparak olaylarından birisini seçip, söz konusu olayın tarihsel kökenlerini ortaya koymak... Mesela, "kölelik"ten önceki hafta da, "kazığa oturtma" meselesinin işlenmesi gibi.. (Eğer okuduysanız sizin tepkiniz nasıl oldu bilemeyiz ama etrafımızdaki bazı Hürriyet okurlarının tarihçinin "Bu iş o kadar da kolay değildi, bakın nasıl..." mealindeki girişinden sonra gazeteyi nasıl doğru çöpe yolladıklarını anlatmalarına biz şahit olduk! ) Peki son pazarın konusu olan "Kadınlara on seansta erkeğe kölelik dersleri" ne münasebetle ele alındı? Sorunun cevabını mutlaka biliyorsunuzdur; tabii ki İsmet Özel'in günlerce gazetelerden inmeyen, "kadın-erkek" ilişkisi üzerine geliştirdiği tezleri münasebetiyle. Özel, bizim burada aktarmayı düşünmediğimiz bu tezlerinde, "kadın-erkek" arasındaki ilişkiyi yepyeni bir "köle-efendi diyalektiği" çerçevesinde yeniden yorumluyordu... "Yeniden" diyoruz ama, Özel'in bu açıklamalarını eliştiren bazı yazarların bu "tezler"de hiçbir "yeni" yan bulamadıklarını da hatırlatmadan geçmeyelim... İşte, Hürriyet'in tarihçisi Bardakçı'nın kendisinden "cesaret" aldığı satırlar bu satırlardı... Şimdi sözü Bardakçı'ya bırakalım: "İsmet Özel kadınlardan sadece kölelik beklediğini söyleyince, herkes ayağa kalktı ama İsmet Bey'in 'kölelik' konusundaki sözleri açık konuşmak gerekirse sadece benim değil, hemen bütün erkeklerin ruhuna göreydi. Söylediklerine karşı çıkanlar arasında çok sayıda erkeğin de bulunduğunu görünce, bu erkeklerin kendilerine lâyık kölelere henüz kavuşamadıkları ve dolayısıyla baskı altında tutuldukları için böyle konuştuklarına hükmettim ve bundan 131 sene önce yayınlanmış 'Evli Çiftleri İrşad' isimli kitabın bazı bahislerini naklederek İsmet Özel'e naçizane de olsa destek vermek istedim." Görüyorsunuz, herşey ayân beyân ortada... Meğer basınımızda amma da "köle" meraklısı varmış... Peki Bardakçı'nın Özel'e "destek vermek" için naklettiği "İrşad"ta ne tür tavsiyeler var? Hemen söyleyelim ki söz konusu kitap besbelli ki bir "meczûb" tarafından kaleme alınmış. Peki, İsmet Özel'e "naçizane" de olsa "destek olmaya" çalışan tarihçiye ne demeli? "Kadın-erkek" ilişkisi hakkında Allah bilir kırk yıldır istemesine rağmen birisinden cesaret bulamadığı için bugüne kadar bir türlü yazamadığı "derin" görüşlerini Özel'in açıklamalarını fırsat bilerek iftaharla sunan gazeteci-tarihçiye ne demeli? Biz nereden bilelim; ne derseniz deyin! Bakalım "köleci" gazeteci-yazarların arkası gelecek mi? Belli olmaz, baksanıza adı "Hürriyet" olan gazetede bile "Medeni Kanun" aleyhtarı, yani bir bakıma Atatürk İlke ve İnkılapları'na açıkça karşı olan gazeteci-yazarlar var! (K.B.)
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |