Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Biz, Ramazan'la dosttuk. Konuşmadan, görmeden birbirimizi anlardık. Ramazan, Mustafa, Üzeyir, Ahmet, Cemal, Ömer, Fuat, Recep Abi ve adlarını bir bir sayamayacağım başka güzel dostlarla birlikte kurduğumuz bambaşka bir Ankara'da yaşıyorduk. 'Bizim tarihimiz'in en muhteşem devriydi o yıllar. Ne yazık ki, zaman durmadı Ankara'nın o altın yıllarında... Hayat, herbirimizi ayrı bir meşgalenin ardına düşürdü. Bugün, çok seyrek de olsa bizi buluşturan Allah'a şükretmekten başka bir şey gelmiyor elimizden. Dostluk ve sanatBiz Ramazan'la dosttuk. Ramazan Dikmen'in hikâyeciliği, yazarlığı ya da dilciliği, benim için, Ramazan'la olan dostluğumuzdan sonra gelen şeylerdi. Sonra gelen, ama çok önemli olan... Ramazan, sanatçıydı. Yazdığı her kelimenin, kullandığı ve kullanmadığı her noktalama işaretinin hesabını verebilecek kadar titiz ve hassastı, Ramazan'ın 'dil' terazisi. Bunu, salt Ramazan'ın Kayıtlar Dergisi'ne gönderdiği hikâye veya yazılara eklediği imla uyarılarından çıkartmıyorum. Ramazan'ın hikâyelerini, hikâyelerin çalakalem yazılmadığını, her kelimenin, her noktalamanın üzerinde titizlikle düşünüldüğünü dikkate alarak okursanız, o dil terazisinin ne kadar hassas olduğunu siz de görürsünüz. Mümkün olsa da, bu titizlik kendisinde yazarlık, hikâyecilik, şairlik istidadı gören herkese hediye edilebilse... Edebiyat dergilerine baktığım zaman, o dergilerde yayımlanan şiirlerde, hikayelerde, denemelerde eksikliğini gördüğüm başka şeyler de vardı, Ramazan'ın sanatçılığında. Ramazan Dikmen, benim tanıdığım en iyi okuyuculardan biriydi. Okuduğu şeye tam anlamıyla nüfuz ederdi. Çok yoğun bir müfredatı takip eder gibi kitap okurdu. Daha önemlisi, okuduğu kitabı konuşurdu. Bu konuşmalar, bizim de çok işimize yarardı. Ramazan'ın kitapları dillendirmesi benim ve başka arkadaşların birçok kitabı okumasına vesile olmuştur. Ceasare Pavese, Oğuz Atay, Nazlı Eray, Bilge Karasu, Umran Nazif, Dino Buzzati gibi sanatçıları Ramazan'ın penceresinden tanıyıp okudum. Bunlara başkaları da eklenebilir. Ramazan onlardan bahsetmeseydi, bu yazarları okumaz mıydım? Herhalde okurdum. Ama belki daha geç okurdum. (Kulakları çınlasın, Ömer Lekesiz'in kitap okuması da Ramazan'ın okumasına benzer. Oysa ben, kitapların beni 'yormasına' nadiren izin veririm. Son yıllarda sadece İbn Arabi'yi anlamaya çalışırken yoruldum. Kitapları ders çalışır gibi okuyamam. Kitap bana kendisinde olanı vermek istemiyorsa, onu o kitaptan çekip almak için uğraşmayı yüksünürüm.) Ramazan Ankara'daymış gibiRamazan, güzelliklere ve çirkinliklere karşı çok duyarlıydı. Bir evin, bir çiçeğin, bir kitabın, bir yazının, bir gömleğin, bir ismin, bir şehrin, bir insanın, bir kavramın, bir kelimenin güzelliğini sıradan bir şey olarak görmezdi. Güzellikleri söylemeyi ihmal etmezdi. Güzellikler karşısında ve çirkinlikler karşısında susmayı değil, konuşmayı tercih etmek Ramazan'ın hayatına nasıl mı yansıyordu? İşte iki 'sıradan' örnek: Bir gün, vapurla Üsküdar'a giderken, kalabalığın ortasında, öfkeyle, "Kim dikti bu çirkinlik anıtını?" diye bağırmasını hiç unutmam. Meğer, Park Otel'in inşaatını görmüş. Başka bir gün, dolmuşta giderken, bir genç kızın "Çemenzar'da inecek var" dediğini işitmiş. "Mahallelerimizin ne güzel isimleri var" diyerek nasıl coşkuyla anlatıyordu. Coşku ve öfke... Siyah ve beyaz... Sıcak ve soğuk... Tekdüze, gri ve ılıman (ılımlı mı demeliydim?) hayatlara karşı, Ramazan'ın kısa süren hayatındaki olağanüstü devinim. Biz Ramazan'ı hâlâ konuşuyoruz. Biz İstanbul'daymışız da, Ramazan Ankara'daymış gibi konuşuyoruz. Konuştukça özlüyoruz. Çok özlüyoruz...
YUSUF ZİYA CÖMERT
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|