Said Nursi'den Fethullah Gülen'e..
Bazı bilim adamlarına göre Nurculuk, Cumhuriyet'in "bir dünya görüşü" üretememesi sonucu toplumda gelişti
Türkiye garip bir ülke.. Bir örneği "Said Nursi Olayı"nı ele alarak verebiliriz bu garipliğe.. Bir yandan "Said Nursi Uluslararası Sempozyumları" yapılır, bilimsel tebliğler yayınlanır.. Bir yandan da Devlet (veya savcılar), Said Nursi'yi Cumhuriyetin en ciddi tehdidi olarak sunarlar..
Tıpkı "Sözde Ermeni Soykırımı" iddialarında olduğu gibi, 1900'lü yılların ilk dönemine, 31 Mart 1908'e dayanan suçlamalarla, Said Nursi ele alınır..
"İddianame"ye göre Said-i Nursi, hem "Kürtçü", hem "Şeriatçı", hem "Tarikatçı", hem de "gerçek İslam'a aykırı" bir olgudur..
Savcı Nuh Mete Yüksel, "Nurculuğun Tarihi Gelişimi" bölümünde, Said Nursi'yi şöyle ele alıyor (S. 3-13):
-Nurculuk hareketinin kurucusu olan Said-i Nursi 1873 yılında Bitlis İli'nin Hizan İlçesi'nin Nurs Köyünde dünyaya gelmiştir.
Önceleri Said-i Kürdi olarak tanınan ve bu ünvanını kullanan, soyadı kanunu çıktıktan sonra doğduğu köye izafeten Nursi soyadını alan Said-i Nursi ilmi kariyeri olmayan bir kimsedir. Nitekim Nur risalelerinden Tizyak adlı risalenin 68'nci sayfasında risalelerini kendisinin yazmadığını, bunları yardımcılarının (Nur Şakirtlerinin) yazdığı bildirilmektedir.
Meşrutiyetin ilanından sonra Bitlis havalisinde, Şeyh'lik faaliyetlerine başlamış, bilahare İstanbul'a gelerek siyasi faaliyetlere katılmış, İttihad-ı Muhammed-i Cemiyetinin kurucuları arasında yer almıştır.
-31 Mart vakasından evvel Derviş Vahdeti ile irtibat kurmuş, o tarihte çıkan Volkan Gazetesindeki yazıları ile 31 Mart Vakıasını körüklemiş, yine o tarihlerde kurulmuş bulunan "Kürt Teali Cemiyeti"ne girmiştir. 1912 yılında yazdığı bir kitabında "Uyan ey Selahaddin Eyyübi'nin torunları Kürtler" diyerek Kürtleri Türklere karşı tahrik gayreti içine girmiştir. Mektubat adlı risalesinde ise "Kendisinin Türk olmadığını, Türklük ile münasebetinin bulunmadığını, Türkiye'de Kürt milleti diye ayrı bir milletin olduğunu" ileri sürmüştür.
-İstiklal Savaşı sırasında, Ankara'nın halifeyi kurtaracağı inancıyla Ankara'ya gelmiş, ancak laik bir devlet düzeninin kurulması ve Cumhuriyet ilanı üzerine Ankara'yı terk ederek Van'a gitmiştir. 1925 yılındaki Şeyh Said isyanından sonra Isparta Barla'da daha sonra Kastamonu, Afyon ve Emirdağ'da mecburi iskana tabii tutulmuştur. Afyon, Denizli ve Eskişehir Cezaevlerinde mahkum olarak yatmıştır.
Said-i Nursi 23 Mart 1960 tarihinde Urfa'da vefat etmiştir. Ancak yetiştirdiği talebeleri (Nur Şakirtleri) onun felsefesini günümüze kadar taşımışlardır.
Nurculuk, bir tarikat faaliyeti olarak karşımıza çıkmasına rağmen, Nurcular bu hareketin bir tarikat olmadığını, Kur'an-ı Kerim'in 20'nci yüzyılda tefsiri üzerine kurulmuş bir okul olduğunu ve sayısı 130'lara varan Nur risalelerinin de Kur'an-ı Kerim'in tefsirini kapsadığını ifade etmektedirler.
Günümüzde Nurcular, "Gazeteciler, Şuracılar, Fethullah GÜLEN'ciler, Yazıcılar" olarak faaliyet göstermektedirler. Ancak Yazıcılar grubunun etkinliği azalmıştır.
Nurculuğun Laik Cumhuriyete ve Atatürk'e karşı bir hareket olduğunu görebilmek için Nur Risalelerine bakmak gerekmektedir. Barla Mektupları sayfa: 53. Atatürk'ü kastederek "Tek gözlü Deccal, ya iman et, ya bütün dünyanın maskarası olacaksın" denilmiştir. Bu husus Metin TOKER'in "Sağda ve Solda Vuruşanlar" isimli kitabın 96'ncı sayfasında yer almıştır.
"Sönmez" adlı risalede (Sayfa: 21-22), Atatürk kastedilerek "Ayasofya Camii'ni puthaneye, meşihat makamını kızlar lisesine çeviren bu adamı sevmemenin bir suç olması imkanı var mı?" denilmiştir.
"Mektubat" adlı risalede (Sayfa: 401) "Türkiye kuruluşu itibariyle dinden uzak kalmış ve dine karşıdır. Laiklik ve dinsizlik arasında hiçbir fark yoktur. Hıristiyanlık dünyevi esaslara sahip olmadığı için, din ile dünya esaslarını birbirinden ayırır. Reform hıristiyanlıkta mümkündür. Türk inkilapları dahi hıristiyan reformlarının taklidinden ibarettir. Zira İslamiyet hiçbir reforma ihtiyaç göstermeyecek kadar mükemmeldir" denilmiştir.
SAİD NURSİ RİSALELERİ
"Tiryâk" risalesinde (Sayfa: 65), "Türkiye'nin siyasi rejimi Nur saadetini söndürmeye çalışmaktadır. Kemalistler seviyesiz, anarşist kimselerdir" denilmiştir.
"Mesnevi-i Nuriye" risalesinde (Sayfa: 80-82), "Alem-i İslam'da yapılacak inkilaplar, İslam'i esaslara uygun olmak zorundadır. Aksi taktirde gayri meşrudur, bu bakımdan Meclis aynı zamanda hilafet görevi görmelidir" denilmiştir.
"Mucize-i Kur'aniye" isimli risalede (Sayfa: 191-192), "Müslümanlara Kur'an dışında bir Anayasa lazım değildir, 1347 yılında felsefenin tahakkümü ile bu dindar millete ehemmiyetli tahayyüşler düçar kılınmıştır ve Anayasa'da devlet dininin İslam olduğu yolundaki hüküm kaldırılmıştır. Bu durumda gerçek kanuni esasi tatbik edilmediği gibi, Kur'an da belirtilen Şer'i inkilapta tahakkuk ettirilememiştir. Halbuki Kur'an, Cumhuriyet Anayasası gibi birkaç kişinin iradesi değil, ilahi bir iradenin sonucudur" Denilmektedir.
"Münazarad" risalesinde (Sayfa: 90-100), "İslam Devleti için tek milliyet İslam milliyetidir. İslam devleti sonunda bütün dünyayı hakimiyeti altına alacak ve İslam yapacaktır" Denilmiştir.
"Mektubat" risalesinde (Sayfa: 403), "İslam dininde inkilap yapmak, şeriat aleyhtarlığı olduğu için, İslamiyet dairesine aykırı, inkilaplar da İslamiyete aykırıdır" denilmektedir.
"Hanımlar Rehberi" risalesinde (Sayfa: 57) "Çok kadın ile evlenmek İslami olduğu gibi Taaddüdü Zevcat tabiata, akla ve hikmete muafıktır" Denilmektedir.
-Bu durumda Nurculuk: Türkiye Cumhuriyeti'nin tamamen şeriat esaslarına ve İslami prensiplere göre idare edilmesini, hilafet ve saltanatın geri getirilmesini, inkilapların geçici olduğunu, Kur'an dışında bir anayasaya ihtiyaç bulunmadığını savunmaktadır.
Ancak Nurcular günümüzde risalelerden suç unsuru taşıyan kesimleri ayıklayıp baş taraflarına mahkemelerin beraat kararlarını eklemekte ve bu şekilde dayatmaktadırlar.
D.G.M. Başsavcısı Nuh Mete Yüksel'in iddianamesinde kaynak olarak gösterilen Diyanet İşleri Başkanlığı'nın "Nurculuk Hakkında" isimli yayını da, "Resmî din"in "Said Nursi Olayı"na bakış açılarını vurguluyor..
DİYANET İŞLERİ VE NURCULUK
Diyanet İşleri'nin bazı saptamaları şöyle:
1-Ayet-i kerimelerin tefsirinde, mananın tahammül edemeyeceği tarzda batnî ve indî manalar verilmeye çalışıldığı, ebcet hesabı ve Tevafuklarla manalar verildiği, bunların müslümanlık esaslarına göre dini ve ilmi kıymeti olmadığı,
2-Nur risalelerini toplu olarak okumanın bir nevi hizipçilik olduğu,
3-Bir kısım ayetlerin islamlığın reddettiği hurifilik usüllerine göre tefsirine kalkışıldığı,
4-Risale-i nurun mukaddesat arasına katılmak istendiği, yalnız nurcular için dua yapılarak müslümanlar arasında bir zümre meydana getirildiği, tefrikaya yol açıldığı,
5-Said'i Nursi'nin ve eserlerinin hariküladeliği ve kerametleri hakkında indî tevillerle mübalâğalı ifadeler kullanıldığı,
6-Kur'an-ı Kerim'in harflerinden bir takım manalar istihracına kalkılmak gibi ulemanın ekseriyetince benimsenmeyen bir yol tutulduğu, Asayi Musa adlı eserinde ayet ve kelamı indî olarak tevil ederek bunların risalei nuru tebşir ve tebliğ ettiğinin iddia edildiği,
7-Bu gibi tevil ve iddiaların islami esaslara uymadığı,
8-Nurculuğun milli ve dini birliği parçalayan zümrecilik olduğu,.
9-Nur risalelerinde kürtçülüğü körükleyen sözler bulunduğu belirtilmiş ve 22-23 sayfalarında "Nurculuğun inanış ve telakkileri, islam dininin, Kur'an-ı Kerim'in ve sünneti seniyyedeki kaide ve formüllere uymayan bir akide tarzı olmuştur. Nurculuk dini meselelerde işi çığırından çıkaran bir istismara ilaveten milli ve içtimai konularda birlik fikrini baltalayan bir zihniyeti temsil etmiştir. Risalelerde gösterilen sırf dini ifadeleri bile yapılan aşırı teville ve keyfi görüşlerle yukarıda örnekleri ile belirttiğimiz gibi manevi, milli bütünlüğümüzü bozan, gerçek itikatı gölgeleyen bir hal almıştır. Bu risaleleri okuyanlar kendilerini bütün müslümanlardan üstün görmüşler, yalnız ve yalnız nurcu olanları cennete ehil, nur risalelerini günahlara kefil saymışlar ve netice olarak da nur risalelerini okumayı ibadet haline getirmişlerdir. Ey müslüman kardeş; dine yararlı telif irşatta bulunanlar Peygamberin hizmetkarı durumunda bulundukları için Kur'an-ı Kerim'de Peygamber Efendimize hitab edilmiş ayetleri, onların şahsına atfetmek yakışık almaz. Böyle bir tevazuu benimsemek bile müslüman tevazuuna sığmaz. Nur risalelerini Kur'an'ın en mükemmel tefsiri addetmek Allah kelamını kıyamete kadar, ondan sonra gelecek şeylere ve bütün ilimlere şumulünü bilmemek demektir."
Bu yazı dizisini hazırlamaktaki amacımız, Fethullah Gülen'e dönük polemiklerde bir taraf olmak değil.. Sadece objektif bir çerçeveden, olayın çeşitli taraflarının bakış açılarını yansıtarak, tabloyu ortaya çıkartmak istiyoruz.
Bu açıdan, Savcı Yüksel'in iddianamesine kaynak olarak kullandığı Metin Toker'in "Sağda ve Soda Vuruşanlar" kitabında, şimdi Fethullah Gülen'i "rejim düşmanı" ilan edenlerin, 1970'li yıllarda "rejim düşmanı" olarak görüldüklerini hatırlatmakta yarar görüyoruz.
Ve iddianamelerden, biraz da bilim adamlarına dönerek, Nurculuğu anlamaya çalışalım..
Dr. Yalçın Akdoğan, "Siyasal İslam" adlı çalışmasında, Nurculuk ve Süleymancılık akımlarını, "Sosyal İslam"a örnek olarak gösteriyor. (a.g.e. Şehir Yayınları 2000)
Prof. Şerif Mardin'in "Bediüzzaman Said Nursi Olayı" adlı çalışmasına sık sık atıfta bulunan (a.g.e. İstanbul-İletişim Yayınları 1992) Dr. Akdoğan'a göre, Nurcu hareketin başarı sebeplerinden biri şu:
-Nurcu hareket gücünün bir bölümünü Cumhuriyet döneminin bazı başarısızlıklarından aldı. Bu başarısızlıkların önde geleni, Cumhuriyetçi laik ideolojinin, bir dünya görüşü olarak İslam'ın yerini almamasıydı.
Dr. Akdoğan'ın "Nurculuk" hakkındaki gözlemlerini izlemeye devam edelim.
-Nurculuk hareketinin başarısında Cumhuriyet'in kurulmasından sonra okur-yazar oranının önemli ölçüde artmasına borçlu oldukları iddia edilebilir. Said Nursi'nin yazılarında göze çarpan modernist konular ve kendisinin önemli ölçüde din ve ilmin uzlaştırılması noktası üzerinde durması, Nurculuk hareketinin yeni bir ihtiyaca cevap vermekte olduğunu gösterir.
Sözlü kültürün hakim olduğu Osmanlı geleneği yerine Risale-i Nur cemaati yazılı kültürün esas olduğu bir yapılanmaya geçiyordu. Nur risaleleri latin harflerle çok hızlı bir şekilde Türkiye sathına yayılıyor ve geniş bir okuyucu kitlesi buluyordu. Cemaatin gelişmesi yeni bir 'okuma' kültürü geliştiriyordu.
Bu hareketler 1950'lerdeki gibi dine sempatik hükümetler tarafından bile denetlenmeyen ve düzenlenmeyen bağımsız bir İslam'a halkın gösterdiği ilginin devam ettiğini ortaya koydular. Devletin dini dışladığı dönemde veya denetim altındaki dinin toplumu tatmin edemediği ortamda halkın önemli bir bölümünün teveccühü bu sivil ve otantik dini anlayışlar üzerine oldu.
Halkın Nur eserlerine ve cemaatine yönelik sempatisi mevcut yönetimler tarafından kısmi olarak desteklense dahi, genel olarak ciddi bir tepkiyle karşılandı. Bediüzzaman Said Nursi ömrünün büyük bir kısmını sürgün veya hapishanede geçirdi. Mevcut düzene düşünsel bir direnç gösteren Said Nursi'nin çalışmaları ideolojik bir tehlike olarak algılandı.
Said Nursi ve taraftarlarına yöneltilen suç, dine dayalı gizli bir cemiyet kurmak ve Risale-i Nur'u halka telkin yoluyla laik devletin temellerine zarar vermek idi.
Bediüzzaman ise yaptığı savunmalarda çağın fikir ve inanç hürriyeti ilkeleri üzerine oturduğunu, kendi hareketlerinin ise düşünsel bir boyuttan öteye geçmediğini vurgulamıştır.
"En birinci ithamları, beni rejim aleyhtarı olarak telakki etmeleridir. Malumdur ki, her hükümette muhalifler bulunur. Asayişe, emniyete dokunmamak şartıyla, hiç kimse vicdanıyla kabul ettiği bir fikirden, bir metoddan dolayı mesul olamaz. Bu hukuki bir mütearifedir."
Evet.. Dr. Yalçın Akdoğan'ın ve diğer bazı araştırmacıların "sosyal islam"a örnek olarak verdikleri "Nurculuk", neticede siyasetin tartışmaları içinde yol-ayrımlarına girmiştir.
Uğur Kömeçoğlu, "Nur Hareketinin Amaçlanmamış Sonuçları" başlığı altında, bu yol ayırımlarını şöyle anlatıyor (Bir Atölye Çalışması, Metis Yayınları-İstanbul 2000):
NUR HAREKETİNİN AMAÇLANMAMIŞ SONUÇLARI
-Said Nursi, siyasetle meşgul olmayı İslami bir toplumun tesisi yolunda yararlı bir araç olarak görmüyordu. Devlet mekanizmalarının kontrolü Nursi'nin öğretisinde önemli bir yer tutmamıştır. Ancak bütün toplumsal hareketlerde olduğu gibi Nur hareketi de kendi içinde bazı planlanmamış deneyimler yaşamıştır. Siyasal değişimler hareketi büyük oranda etkilemiştir. Değişim hareketin bölünmesi ve siyasallaşmasıyla kendini göstermiştir; bu iki durum birbirini dışlayan gelişmeler de değildir.
Siyasetin Nur hareketinin içine girişi ilkin Nursi'nin son dönemlerinde Demokrat Parti iktidarında gerçekleşti. Said Nursi için önemli olan gelişme yazılarının serbestçe yayılması ve Nur derslerinin özgürce yapılmasıydı. Nursi aktif siyasete ve herhangi bir partinin koşulsuz desteklenmesine karşı olsa da bu strateji onu hükümet çevrelerinden tamamen uzak tutamadı.
Demokrat Parti (1950-60) dinin yayılmasına ve İslam'ın özgürce yaşanmasına karşı değildi. Said Nursi 1946 seçimlerinde açıkça Demokrat Parti'yi desteklemiştir. Hatta bizzat oy kullanmak için seçim bölgesine gitmiştir. Bu, siyasetten uzak durma kararından döndüğünü göstermiyordu. Nursi ve talebeleri İslamcı partilerin siyasal amaçları için dini kullanarak İslam'a zarar verebilecekleri düşüncesiyle daima bu partilere karşı kuşkuyla yaklaştılar. Nursi DP'yi siyasal bir amaçtan çok pragmatik gerekçelerle destekliyordu. "Ona göre DP inançsızlığın etkisini azaltan bir yönetimdi. Nur hareketi daha esnek bir rejimin bütün toplumsal avantajlarını kullanmaya çalışmıştır." (Mardin)
Ancak Türkiye'de sağ partiler için bile daima halkın dini hassasiyetleri ile hükümet politikaları arasında aşırı hassas bir denge olagelmiştir. DP dini ibadetler konusunda CHP kadar baskıcı değildi. Merkez sağ bir partinin desteklenmesi yolundaki tavır Nursi'nin ölümünden sonra talebeleri tarafından da benimsendi. Ancak saf pragmatik hesaplardan uzaklaşarak siyasete girdiler.
Değişen etnik ve politik konjonktür Nurcuların tavrını dönüştürmüş ve hareketin bölünmesine ve siyasallaşmasına yol açmıştır. Menderes'in idamından sonra yeni merkez sağ parti Adalet Partisi'ydi ve Nur hareketinin büyük bir bölümü 1960'larda bu partiyi desteklemiştir.
1960'ların sonunda ise bir grup Nurcu, İslamcı Milli Selamet Partisi'ni destekledi. Bu siyasal bölünme daha çok AP'nin büyük iş çevrelerini destekleyen politikalarına bir tepkiydi. Bazı Nurcular MSP'nin kuruluşunda yer alarak sonraları meclise de girdiler (Yavuz, 1996).
Benzer siyasal ve ekonomik oluşumlar 1960'lar ertesinde iyice bölünen Nur hareketinin planlanmamış sonuçlarının somut örnekleridir. Örneğin Nurcuların Yeni Asya grubu, ülkedeki merkez sağın önde gelen liderlerinden Süleyman Demirel'e verdiği takıntısal destekle meşhurdur. Bu, F. Gülen'in Yeni Asya grubundan kopmasının nedenlerinden de biridir.
Bölünmenin diğer bir sebebi de Said Nursi'nin kullandığı ontolojinin doğasında yatıyor. Bu, sufi geleneğin tersine sözlü bir kültürün ürünü değildi. Farklı yazılı söylemlere zemin hazırlayan bir mantık etrafında gelişiyordu. Nitekim hareketin farklı kollarının yayın sektöründe kendi gazete ve dergileri bulunuyor. Çoğul çıkarlar risalelerin çoğul yorumunu doğurmuştur. Esas metin her takipçi için aynı olmuştur, ama yorumlar farklılaşmıştır. Örneğin bir Nurcu grup olarak F. Gülen cemaatinin ayrımsal özelliği Türk ulusu ve devletinin tarihsel rolüne yaptığı vurguda yatar. Gülen, Türklüğü İslami dirilişin koruyucu ve öncü bir figürü biçiminde yorumlayarak milliyetçilik çağında İslam'ı ve Müslüman kimliği yeniden şekillendirmektedir.
1980 ve 1990'larda üç ana Nurcu grup belirginleşir: Fethullah Gülen'in takipçileri, Yeni Asyacılar ve Yeni Nesil grubu. F. Gülen cemaatinin kültürel ve uluslararası açılımına göre diğerleri ikincil kalır. Bölünme sebepleri daha derin, çok yönlü ve ayrıntılıdır.
YARIN 14. BÖLÜM: Gülen bilmecesi? Milliyetçi mi, Osmanlıcı mı, cemaatçi mi, şeriatçı mı?
|