|
Faiz iner mi, maaş artar mı?

Piyasada yaklaşan baz etkisinin atmosferiyle faiz indirimi beklentisi oluştu. Bir benzeri faiz %35’e gelince de olmuştu. Faizin indirilmeyeceğini bilakis artırılacağını söylemiştik de “o zaman kapatıp gidelim,” diyen sanayici temsilcileri olmuştu.

Zaten ortodoksiden maksat kapattırıp göndermektir, dense haksız olmaz. Ortodoksi talep yönlü iktisadın mahsulüdür ve ekonominin ısındığı dönemlerde talebi soğutmaya dönük adımlar attırır.

Bir süredir bu adımlar atılıyor fakat mesela Merkez Bankası, sanki şaşırmış gibi talebi hala çok güçlü bulduğunu söylüyor. Şaşıracak bir şey yok. Ortodokside talep soğur; firmalar batar; işsizlik artar; gelirini kaybeden toplumun toplam talebi böylece düşer. Olur o iş yani.

Şimdi baz etkisi etrafında gelişen tartışmalara rağmen yeniden hatırlatmak gerekir ki faiz indirilmez ve hatta bilakis artırılır.

Çünkü mevcut durumda da mazinin hiçbir bölümünde de Türkiye’de faizle enflasyon ilişkisi kurulmamıştır. Zaten dünyanın her yerinde yasaklı bir işlem olan ve sadece bankaların istisna tutulduğu faizi meşrulaştırmaya dönük lüzumsuz bir gayrettir faiz-enflasyon ilişkisi kurmak.

Türkiye’de kurulan ilişki de faiz-kur ilişkisidir. Başka türlüymüş gibi ifade edilse de hep böyle olagelmiştir. Dünyanın çoğu yerinde de böyledir esasen de teori farklıymış gibi yapar.

Şimdi teorinin bu aldatmacalı meşruiyet çabasına kapılıp baz etkisinin referansıyla faizin indirilmesini bekleyenlerin hayalkırıklığına uğrayacağı muhtemeldir. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “faizde atacağımız adımlarla enflasyonu son çeyrekte çok daha olumlu bir konuma taşımız olacağız…” ifadesi de buna işaret eder.

Türkiye’de “ortodoks çerçevede” yapılması gereken iş, hala süregelen gerçek kurun bilmem kaç lira olduğu şeklindeki tartışmaları sona erdirecek ve hem fiyatlama hem diğer davranışsal ilişkileri yönetecek şekilde faizi artırıp kuru gerçekten baskılamaktır.

Baz etkisinin asıl önemi de kura yapacağı baskıdır zaten.

Eylül ve Ekim ayları faiz artırımı anlamında kullanılabilir. FED bu aylarda faiz indirirse doların küresel devalüasyonuna ilaveten TL’nin revalüasyonu böylece eklenebilir.

Kur düşürse talep de soğur. Ucuza ithalat başlar. İşletmeler rekabet edemez kapatır. İşsizlik artar. İstenen olur. Merkez Bankası’nın vurgulamasına gerek yoktur yani. İşsizlik artmıyorsa iç talep de soğumaz. Ücretler artarsa belki…

İthal ikameci politikalar belki bu süreci durdurur. Fakat enflasyonun düşmesine katkı sağlamaz.

Ortodoksinin Türkiye’nin çözümü olmadığı malum. Hiçbir tarafından göremeyen ücretler tarafıyla dahi meseleyi analiz edebilir.

Ücretlerin artmasının enflasyona neden olacağı hikayesi de aldı başını gidiyor gene. Türkiye’de ilginç bir durum bu. Başkası da var; yeni vergiler getirilmesi veya artırılması için dahi kamuoyu oluşabiliyor. Zaten gelirimiz yok aman olsun mu deniyor, ne deniyor bilmiyorum. Başka yerde olmaz.

Ama ücret artışlarına karşı olmayı izah edemiyorum. Geçim zorluğu yaşanan ve dahi tasarrufların artırılması arzulanan bir ekonomide üstelik…

Gelir artışı, ortodoks teoride ille de tüketim artışı anlamına gelmez. Ve hatta belli bir eşikten sonra bilakis gelir artışı tüketimi azaltıp tasarrufu artıran bir rol de oynayabilir. Paradoksal görülür ama konut-araç edinmek gibi temel hedeflerini kaybetmiş bir toplumda üstelik; ufak tutarlı gelir artışları dahi belli bir tasarruf motivasyonu oluşturabilir.

Bir örnek vereyim. Gerçi bu örnek reddedilecek ve tepkiyle karşılanacaktır bugünkü denklemde ama olsun. Bence yerindedir. Şöyle ki; bugün bir çeyrek altın 4 bin lira. Ayda 3 bin 500 lira artırabilen birisi bu parayı Türkiye alışkanlıklarındaki bir tasarruf aracına yönlendiremeyecekse tasarruf eğilimini zayıflatıp tüketim eğilimini artırabilir. Yani bu parayı harcayabilir.

Aynı kişinin gelirinin yükseldiği ve artık harcamalarından sonra 4 bin lira artırabildiği durumda ise eğilimi farklılaşabilir. Madem öyle bir küçük altın alabilirim diyebilir. Böylece ilave 500 liralık geliri harcamak yerine hatta 3 bin 500 lirayı tüketimden kesip toplamda 4 bin liralık bir tasarruf oluşturabilir.

İşte, bu gibi durumlara iktisatta tasarruf paradoksu denir. Aslında paradoksal bir durum yoktur. Fakat konu talep yönlü tartışıldığından ve ilave gelirin talebi artırması kapitalizmde esas kabul edildiğinden ortodoks çarpıklığın skolastik dünyası bunalıma girer ve durumu paradoksal görür.

Diyeceğim şudur; teoride ücret-enflasyon sarmalı var; Türkiye’de yanlış kurulmuş ekonometrik modellerle kanıtlanmaya çalışılsa da var; ama teoride tasarruf paradoksu da var. Biri var diğer yokmuş gibi yapılamaz.

Faizin arttığı ortamda ücretleri artırmak akıllıca bir strateji olarak görülebilir. Yahut yoksullaşmanın giderilmesi anlamındaki yük maliye politikasına biner. O zaman da israf tartışması yapılması yerine yapılan yanlış kamuda tasarruf tartışmaları gelir ayağa dolaşır.

#Faiz
#Ekonomi
#Yusuf Dinç
2 ay önce
Faiz iner mi, maaş artar mı?
Mösyö Ejder, sessiz ve derinden gider
Transfer kaosu
Bu oyun gelişir
Gannuşi’den Gazze’ye giden yolu kim kapatıyorsa?
Dünya bize gebe, biz hakikate…