Üniversite sosyolojisi

04:006/02/2021, Cumartesi
G: 6/02/2021, Cumartesi
Yasin Aktay

Türkiye’nin en gelişmiş, geleneği olan, eski üniversitelerinin en önemli özelliklerinden biri de kendine özgü bir kimlik oluşturmaları ve bunu kendi mensuplarına hissettirmeleri. Bu kimlik ve mensubiyet duygusu, o üniversiteye girerken talep edilen puanın yüksekliği dolayısıyla kendine özgü bir ayrıcalık duygusu da oluşturuyor. IQ’ye dayandırılan bu üstünlük duygusunun başka tabakalaşma gerekçelerine nazaran çok daha aşılmaz bir yanı var.Günümüzün dünyasında ekonomik sınıflar arasında, bölgesel

Türkiye’nin en gelişmiş, geleneği olan, eski üniversitelerinin en önemli özelliklerinden biri de kendine özgü bir kimlik oluşturmaları ve bunu kendi mensuplarına hissettirmeleri. Bu kimlik ve mensubiyet duygusu, o üniversiteye girerken talep edilen puanın yüksekliği dolayısıyla kendine özgü bir ayrıcalık duygusu da oluşturuyor. IQ’ye dayandırılan bu üstünlük duygusunun başka tabakalaşma gerekçelerine nazaran çok daha aşılmaz bir yanı var.

Günümüzün dünyasında ekonomik sınıflar arasında, bölgesel farklara dayalı tabakalar, hatta etnik tabakalar arasında geçişler aşılmaz engellere tabi değil. Parayı kazanırsınız sınıf atlarsınız. Göç edersiniz coğrafyayı aşarsınız. Belli mesleklere mensup olarak statünüz değişir, gelişir. Ama IQ’ye dayalı tabakalaşmayı aşmak mümkün değil. Çünkü o neredeyse bilimsel verilere dayalı, tartışılmaz nesnel ve aşılamaz bir farktır. O yüzden çok daha acımasızdır.

Aslında bu tespiti, yani IQ fetişizmine dayalı bu tabakalaşma tespitini ve eleştirisini ’90’lı yıllarda Ömer Laçiner, Fethullah Gülen yapılanması hakkında yapmıştı. Oradaki IQ merkezli tabakalaşmaya doğru giden yapılanmanın yol açabileceği farklı çatışma ihtimallerine işaret etmişti.

Bazı üniversite çevrelerinin bu anlamda kendilerine aldıkları puan üzerinden vehmettikleri üstünlük, sadece kendi vehimleriyle kalsa iyi, toplumda farklı mekanizmalarla da beslendikçe dokunulamayan bir ideolojiye dönüşüyor. Bu esnada hiç fark edilmeyen şey, kendi zekâsına olan hayranlığın insanı aslında zamanla çok sıradan zekânın görüşüne, görgüsüne ve bilgeliğine köreltmesidir. O yüzden en zeki insanların devşirilerek sokuldukları bu ideolojik ortamların o insanları zamanla çok sıradanlaştırması hatta ortalama zekânın gerisine düşürmesi de mukadder olabiliyor. Ancak o sıradan zekânın üstünde mensup olunan cemiyetin markası kaldıkça bütün gerilemesine rağmen imtiyazını sürdürmeye devam ediyor.

İdeolojiyi besleyen mekanizmalardan birisi belli üniversite mezununu kayıran iş dünyası. Gazetelerde sayfa boyu iş ilanlarında aranan elemanların şu veya bu okul mezunu olmasının aranması mesela. Biliyoruz ki, üniversite eğitiminin önemli bir kısmı aslında sahada tamamlanır. Sahada iyi bir tecrübeyle desteklenmeyen hiçbir okul tecrübesi tamamlanmış olmuyor. Ama iş dünyası özellikle bazı okulların mezunlarını tercih ettikçe onlara da kendilerini geliştirmek için ayrıcalıklı bir şans tanımaya devam etmiş oluyor. Bu şansı kullanabilenlerin iyi sahalarda kendilerini çok daha iyi geliştirmeleri tabii ki mukadder oluyor ve bu da efsanenin sürekli kendisini yeniden üretmeye devam etmesini sağlıyor.

Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar üzerine tartışmaya bir sosyal medya mesajıyla katılan Selçuk Bayraktar’a tam da mezun olduğu okulun kendisine vehmettiği üstünlüğün sarhoşluğuyla bir zatın “önce bir Boğaziçi’yi kazanacak puanı alın da sonra konuşalım” deyişini zikretmiştik.

Malum, Bayraktar son yıllarda Türkiye’nin dünya çapında yüzünü ağartan, savunma sanayii alanında yaptığı buluşlarla Türkiye’ye gerçek anlamda ve benzeri görülmemiş katkılarda bulunan bir isim. Geliştirdiği İHA ve SİHA’larla Suriye, Libya Azerbaycan semalarında Türkiye markasını başarıyla yazmış. Halen geliştirdiği yazılımlarla, teknolojik üretimiyle yakın zamana kadar Türkiye’ye yakıştırılamayan başarıları Türkiye için sıradan hale getiren Bayraktar’ın firmasında en az 800 mühendis çalışıyor. Bu mühendislerin nitelikleri arasında benim en çok dikkatimi çeken şey Türkiye’nin bütün üniversitelerinden mühendis olması. Tam da bunun arkasında yatan mantığı sormak üzere kendisiyle yaptığım kısa bir mülakatta diyor ki: “Asla, özellikle ODTÜ, Boğaziçi veya İTÜ’lü olsun veya olmasın diye bir arayışımız yok. Hatta aslında bu konuda bir envanter tutmak gibi bir huyumuz yok. Yaptığımız mülakatlarda yapacağımız işe uygun isimdir bizim için önemli olan. Bazen bu tabii ki Anadolu’nun herhangi bir üniversitesinden de olabiliyor ve biz asla mezun olduğu üniversiteye bakmaksızın istihdam ediyoruz”.

Neticede Anadolu üniversitelerinden de çok sayıda istihdamı olduğu gibi mezkûr önemli üniversitelerden de dünyanın birçok üniversitesinden de çok renkli bir istihdam tablosu ve bu tablonun içinden mevzubahis üretimler çıkıyor.

Bu istihdam tercihlerine yön veren saik, her türlü ideolojiden arınmış, işe odaklı bir arayışça belirleniyor. Başlı başına bu yaklaşım ve bunun sonucunda ortaya çıkan verimin üniversite sosyolojisi ve tabii ki işletme mantığı açısından çok iyi değerlendirilmesi gereken bir konu olduğunda kuşku yok.

Bu arada yine Selçuk Bayraktar’ın öncülüğünü yaptığı Teknofest etkinliklerinin bütün üniversitelerin katıldığı 2020 yılındaki yarışında Karabük Üniversitesi’nin ipi göğüslemiş olduğunu hatırlatalım. Bu da, aslında akademik performans ve üretim konusunda merkez-taşra farkının artık hiç de aşılamayan bir fark olmadığının işaretlerini veriyor. Bazı merkez üniversitelerin kendi ayrıcalıklarını sürdürme konusunda, üstelik hiç de akademik olmayan alanlarda ortaya koydukları telaşı bu bağlamda da değerlendirmek gerekiyor.

Bu çelişkinin sap gibi ortaya çıktığı ortamda insanlar giderek şu soruyu da soracak: Bu kadar imtiyaz iddiasındaki bir üniversitenin, büyüklendiği, üstünlük iddia ettiği diğer üniversitelere nazaran Türkiye’ye katkısı nedir? Şimdi bu soru giderek kulaklarında daha faza çınlıyor: Siz ne işe yararsınız?

#Üniversite
#Sosyoloji
#Boğaziçi