Türkiye, şimdi kime ne söylüyor, kim ne anlıyor?

04:006/07/2019, Cumartesi
G: 6/07/2019, Cumartesi
Yasin Aktay

Biz kendimizi nasıl görüyor olursak olalım, kendi içimizde demokratik siyasetin gerilimlerini hangi şiddette yaşıyorsak yaşayalım, bunu yaşarken zaman zaman kendimizi ne kadar hor görürsek görelim, Türkiye bugün dünya için bir yandan da mukadder etkin rolünü oynamaya devam ediyor.Türkiye esasen Ortadoğu coğrafyasında yüzyılın değişimi sayılabilecek Arap Baharı sürecinde hiçbir şey yapmayarak, sadece kendisi olarak, sadece kendi yolunda ilerleyerek halklara ilham kaynağı oldu. Arap Baharında sokaklara

Biz kendimizi nasıl görüyor olursak olalım, kendi içimizde demokratik siyasetin gerilimlerini hangi şiddette yaşıyorsak yaşayalım, bunu yaşarken zaman zaman kendimizi ne kadar hor görürsek görelim, Türkiye bugün dünya için bir yandan da mukadder etkin rolünü oynamaya devam ediyor.



Türkiye esasen Ortadoğu coğrafyasında yüzyılın değişimi sayılabilecek Arap Baharı sürecinde hiçbir şey yapmayarak, sadece kendisi olarak, sadece kendi yolunda ilerleyerek halklara ilham kaynağı oldu. Arap Baharında sokaklara dökülen halkların aradığı şey özgürlük, onur ve ekmekti.
Yüzyıldır özgürlüklerini kısıtlayan sömürge ajanı gibi çalışan kendi yöneticilerinin kendilerine anlattıkları masallar Türkiye’nin Erdoğan şahsında dünya sistemine karşı sergilediği bağımsız, onurlu duruşla bir anda çökmüştü.

Erdoğan’ın İsrail Devlet Başkanına “one minute” çıkışı, ülkelerine dayatılan İsrail merkezli uluslararası ilişkiler düzeninin bir kader olmadığını, başka türlüsünün de mümkün olduğu gerçeğini artık gizlenemeyecek bir biçimde ortaya koymuştu. Kendi liderleri bu düzene boyun eğiyorlarsa bu zorunluluktan değil ancak kendi liderlerinin kendi halklarıyla hiçbir bağları olmaması dolayısıyla olduğunu da göstermişti.

Sokaklara dökülen Arap halklarının en bariz sloganı “
halk istiyor
” idi (eşşa’b yurid). Halk, rejimin yıkılmasını, yeni bir rejimin kurulmasını, özgürlüğü, onuru, bağımsızlığı, iyi, dürüst ve şeffaf yönetimi “istiyor” idi. Halkın bir şeyi istemesinin bugünün Arap devletleri için ne kadar tuhaf bir şey olduğunu belki Türkiye’de veya dünyada birilerine anlatmak o kadar kolay değildir.
Bir şey isteyen bir halk?!
Bu da nesi?! Halk kim ki, bir şey isteyecek? Halk dediğiniz şey de ne? Otursunlardı oturdukları yerde.
Arap halklarının toplam üç yıl kadar süren baharlarını kışa çevirmeye kalkışan Karşı devrim sürecini başlatanların anlayışı tam tamına bu.
Bu anlayış bugün İslam dünyasındaki demokrasi taleplerinin karşısındaki anlayışın belki kaba ama en gerçek ifadesi. Nerede demokratik bir gelişme varsa orada en kirli yöntemleri devreye sokarak bu gelişmeleri boğmaya, yok etmeye ve o halkların başına yine sadece kendilerine sadık en kirli yöneticileri getirmeye çalışıyor.
Libya’da, mesela,
iyi kötü yürüyen bir mutabakat hükümeti ve ulusal diyalog var. Halk 40 yıllık bir diktatörden sonra kendi kendini yönetme tecrübesini, devlet kurumlarını tesis etme sürecini ilk defa yaşıyor.
Başarırsa başkalarına da örnek olacak çok tehlikeli bir model olabilir.
BAE, darbeci Sisi ile birlikte, orada Hafter diye bir eski generalin eline verdiği silahlarla bu halk iradesine karşı darbe yaptırarak boğmaya çalışıyor. Mısır’da yaptığının çok daha kabasını, çok daha münasebetsizini yapıyor.
Eline bir de “teröre karşı savaş” diye bir sertifika verdiğini zannederek terörün dik alasını yaptırdıkları Hafter’le yapmaya çalıştıkları tek şey demokrasiyi yolun başındayken katletmek.

Nasıl olsa petrol ve dolar sözkonusu olduğunda gözleri ne insan hakları ne demokrasi ne de savaş suçlarını görmeyen Fransa gibi Avrupalı destekçileri bulmaları da zor olmuyor.

Ne Avrupa’nın ne de ABD’nin Arap-İslam dünyasının demokratikleşmesi gibi bir dertleri ve hedefleri olmadığı özellikle Arap Baharı süreci içinde net bir biçimde görüldü.
Tek düşündükleri şey bu ülkelerin halklarının ve kaynaklarının kontrol altında tutulması. Bu kontrolü sağlarken bazen en çirkin yüzlerini ortaya koyabiliyorlar.
Libya’da, Libya’nın kaynaklarına çökmekten başka bir anlama gelmeyecek şekilde,
şimdiden işledikleri savaş suçları dolayısıyla uluslararası ceza mahkemesinde yargılanması mukadder Hafter gibi biriyle suç ortaklığına girebiliyorlar.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin 31 Mart mahalli seçimleri ve 23 Haziran’da tekrarlayan İstanbul seçimlerinden sonra gerek Avrupa medyasında gerekse Mısır, BAE ve SA medyasında yapılan haber ve yorumlar tam evlere şenlik türünden.
İstanbul seçimlerinin CHP tarafından alınmış olması dolayısıyla zil takıp oynayacaklar neredeyse. CHP’nin kazanmasını “
Erdoğan’ın sonu
” diye karşılıyorlar ve müjdeleyici bir haber olarak görüyorlar.
Hiç şaşırmıyoruz tabi.

Türkiye’nin iç siyasetinde AK Parti veya Erdoğan’ın neticede halk iradesinin tecellisi olarak görüp kabul ettikleri neticeler bilhassa Arap medyası için Türkiye modelinden, dolayısıyla demokrasi ihtimalinden kurtuluşun müjdesi gibi algılanıyor. Ama Türkiye’de de bütün umutlarını bir demokratik sürecin işleyişine bağlamış olmaları, demokrasinin tam anlamıyla işliyor olması dolayısıyla alınan bir neticeye kulak kesilmiş olmaları başlı başına trajikomik bir durum.

Elbette CHP’nin kazanmasını veya AK Parti’nin İstanbul’u kaybetmesinin adını “demokrasinin sonu” diye koyup sevinçlerini bu başlık altında ifade ediyor değiller.
Ama AK Parti’nin onlar için İslam dünyasında demokrasinin adı olduğunu çok iyi biliyorlar
ve onun kaybetmesinde onları asıl heyecanlandıran “demokrasinin sonu” ihtimalden başkası değil.
Bu sevinçleri onların batılı müttefikleriyle birlikte arsızlıklarından başkasını göstermiyor tabi.
Türkiye’de bazı şehirlerin idaresini belki AK Parti kaybetti ama demokrasi kaybetmedi, bilakis kazanan demokrasi dolayısıyla AK Parti’nin kazancı da çok oldu.
Çünkü AK Parti’yi Türkiye’de var eden şey demokrasiydi, yani kendi ülkelerinde boğmaya çalıştıkları halkın iradesiydi.
Bugün aynı halkın iradesi İstanbul’un idaresi için AK Parti’ye değil başka birine karar verdi diye ne Türkiye kaybeder ne İstanbul ne de AK Parti.
Ama bu güzel Türkiye modelinden almaları gereken asıl dersi almadıkları için kaybetmeye devam eden yine kendileri oluyor.
Türkiye’de AK Parti’nin kaybetmesi için halkın iradesine, demokrasiye, seçimlere güvenen bu ülkelerde gerçekten en son ne zaman gerçek anlamda bir seçim olmuştur?
Türkiye’deki seçimlerin AK Parti’ye karşı gelişmesini büyük bir coşkuyla karşılayan BAE ve SA medyasına karşı bir Arap genci şöyle soruyor:
“sahi siz en son ne zaman bir seçim yaptınız? Haa, hatırladığım kadarıyla bütün kabilelerinizden temsilcilerin olduğu bir heyetiniz bir adam seçmişti, onu da kendilerini ihya etmek üzere gelen peygamberi öldürmek için seçmişti.”

Arap halklarına ilham veren ve onları kendi iradelerine sahip çıkmaya motive eden modeliyle Türkiye 23 Haziran’da bu yolun sonuna değil en çarpıcı yerine gelmiş oldu.

17 yıldır tek başına iktidarda olan AK Parti’ye muhalif olan bir partinin İstanbul ve Ankara’yı kazanabilmiş olması Türkiye’de demokrasinin gerçek anlamda ve büyük bir olgunlukla işlemekte olduğunu ispatlamış durumda.

Demek ki, birilerinin kaygılanması için şimdi daha fazla sebep var.

#Ortadoğu
#Arap Baharı
#Türkiye
#Recep Tayyip Erdoğan
#Libya
#BAE
#Mısır
#Suudi Ara-bistan
#AK Parti