Uluslararası ilişkiler araştırmacılarının bir bölümü Rusya'nın Suriye'de giriştiği operasyonları ve Suriye'yi açık bir biçimde işgal etmesini Rusya'nın sistem içerisindeki önlenemez yükselişi ve Rus gücünün Batı dünyasını tehdit etmesi olarak yorumluyorlar. Bu yaklaşımda bir miktar doğruluk payı olduğunu düşünüyorum. Neticede Rusya ABD dış politikasının salınımlarının yarattığı boşlukları akıllıca değerlendirip Ortadoğu'da net bir nüfuz alanı ve işgal coğrafyası inşasına girişti.
Diğer taraftan Rusya'nın bu hamlesinin sonun başlangıcı olabileceğini de söyleyebiliriz.
Marks, Louis Bonapart'ın Onsekiz Brumaiere'i kitabında Hegel'in bütün büyük tarihsel olayların, kişilerin hemen hemen iki kez yinelendiği şeklindeki tespitini aktardıktan sonra müstehzi bir biçimde şöyle bir ifade kullanır: “Hegel eklemeyi unutmuş, birincisinde trajedi, ikincisinde komedi biçiminde.”
Rusya'nın yeni dönemlerdeki Çar'ı olma sevdasına yakalanan Putin'in Suriye'de giriştiği doğrudan işgal faaliyeti de zannediyorum Rus tarihi açısından bir olayın trajikomik bir tekrarı olmaya doğru yol alıyor. (Bu arada son zamanlarda giderek artan bir biçimde Putin'in yayılmacı politikalarını bir başka trajikomik tekerrüre, Hitler'in izini takip etmeye yakıştıranlar oluyor ki, bu faslı da bir sonraki yazımızda ele alalım). Trajedi ve Dünya tarihi açısından kırılma niteliğindeki tecrübe ise 1979 yılında yaşanmıştı.
1978 yılında Afganistan'daki hükümet Ordu içerisinden gelen sol bir darbeyle devrildi. Bu durum azgelişmiş ülkelerdeki sol hareketlerin neredeyse belirleyici vasfı durumundaydı. İktidarı devirdikten sonra cuntacı subaylar ülkenin yönetimini Marksist-Leninist iki partiye devrettiler ve bu iki parti de ülkenin adını değiştirmeye varacak bir takım tepeden inmeci anlayışta reformlar yapmaya başladılar.
Darbe iktidarının tepeden inmeci sözde “reform” uygulamalarına Afgan halkı tepki vermeye ve direnmeye başladı. Direnişin neticesinde ülkedeki zalim darbe yönetiminin devrileceğini anlayan SSCB 1978 yılında Afganistan ve SSCB arasında imzalanan bir anlaşmayı ve Afganistan hükümetinin davetini gerekçe göstererek 1979'da Afganistan'ı işgale girişti.
İşgalin sembol fotoğraflarından ilerleyen zırhlı birlikler içerisindeki tanklardan birisinin üzerinde şöyle bir ifade bulunuyordu: “Ölen arkadaşlarımız hep bizimle olacak, memleketinize hoşgeldiniz.” 40 yıla yakın bir süre önce Afganistan'da girişilen işgalle bugün gerçekleştirilen Suriye işgali arasındaki motivasyon bağını göstermesi bakımından dikkat çekici bir ifade.
1975 Helsinki Nihaî Senedi ile başlayan bloklar arası yumuşamayı sona erdiren en önemli gelişmelerden birisi Afganistan'ın SSCB tarafından işgali girişimiydi. SSCB açısından Marksist-Leninist bir iktidarı korumaya çalışmanın Blok içi hakimiyetini perçinleyecek olmasının yanı sıra Afganistan işgalinin sağlayacağı jeostratejik çıkarlar söz konusuydu.
Neticede Afganistan SSCB açısından sonun başlangıcı oldu. Afganistan'daki işgal politikasıyla SSCB, bir daha asla karşı koyacak kapasitesinin olmadığı Soğuk Savaş'ın şiddetlendirilmiş ikinci safhasının içerisinde buldu kendisini. ABD Başkanı Reagan Yıldız Savaşları projesini başlattığında buna tepki verebilecek siyasal ve ekonomik güçten yoksun SSCB'yi yöneten Komünist Parti'nin liderliği sosyalizmi inşa etmede son safhaya girildiğini ilân ederek yıkılışın üzerine büyüleyici bir perde örtmeye çalıştı.
1990'ların başında SSCB tarih sahnesinden çekildi. Afganistan'ın işgali o kadar derin bir kırılma yarattı ki, sonraki dönemde ABD'nin Afganistan müdahalesi de SSCB'nin Afganistan işgaliyle karşılaştırıldı. Rusya açısından Afganistan'daki “trajedi”nin traji-komik versiyonu Suriye'nin doğrudan işgali olacak gibi gözüküyor.
Sovyetlerin yıkılmasının ardından Batı dünyası ile Rusya arasındaki yumuşama kabaca 2008 yılındaki Münih Güvenlik Konferansı'na, Konferans'ta Putin'in konuşmasına kadar sürdü. Putin bu konferanstaki konuşmasında sonraki 10 yılda yaşanacakların sinyalini vermişti. Ardından Gürcistan'ın belli bir bölgesinin işgali, yakın geçmişte de Ukrayna toprağı Kırım'ın işgali geldi. Son olarak tıpkı Afganistan'ın işgali olayında olduğu gibi Rusya, Suriye'deki zalim diktatörün çağrısını meşruiyeti için gerekçe göstererek, bu zalim diktatörü ayakta tutabilmek için Suriye'yi doğrudan işgal etmeye başladı.
Bu işgal eylemi ABD dış politikasında Obama doktrininin bir neticesi ancak Rusya kerameti kendinden menkul zannediyor. Suriye'nin Rusya tarafından işgal edilmesi sadece Türkiye'ye değil Batı dünyasına bir mesaj. Eğer Transatlantik dünya Rus yayılmacılığına karşı kararlı bir tavır alırsa Suriye Putin'in Çar olma sevdalarının çok kısa bir sürede yok olduğu coğrafyanın adı olabilir. Bu tavır olmasa bile Rusya'nın bölgedeki geleceği çok uzun olmayacak. Ancak Rusya ile birlikte Batı dünyası da bölgeden trajik biçimde tasfiye edilir. NATO ve Batı dünyası meseleyi bu boyutuyla da ele almalı.