Son günlerde Rusya'nın Suriye'de gerçekleştirdiği askerî operasyonlar dünyanın gündemini işgal etmiş durumda. Rusya'nın, Türkmen yerleşim birimlerinin de hedef alındığı iddia edilen operasyonlarının ardından yayımlanan köşe yazımda meselenin farklı boyutlarını da dahil ederek, Rusya'nın operasyonlarının sadece Suriye özelinde yorumlanamayacağını, NATO'yu ilgilendiren boyutları olduğunu da anlatmaya çalışmıştım. Yaşanan son gelişmeler bu değerlendirmelerimizi doğrulayan türden.
Rusya'nın Hazar Denizi'nde görev yapan savaş gemilerinden ateşlenen onlarca füzenin Türkiye'nin burnunun dibinden geçerek Suriye'de IŞİD hedeflerini vurmasını sadece Suriye'deki DAEŞ unsurlarına yönelik bir hamle olarak değerlendiremeyeceğimiz aşikar. Dolayısıyla mesele Rusya'nın Türkiye'ye mesaj verme kaygısının ötesine taşınmış durumda.
Gelişmelerin yaklaşık 10 yıldır Avrasya'daki rekabet ve çatışma alanlarını yönetmede başarısız olan ABD ve Rusya arasındaki rekabette ABD ve NATO'ya verilmiş güçlü bir mesaj; NATO açısından bakıldığında oldukça önemsenmesi gereken bir erken uyarı olduğu muhakkak.
Suriye içerisinde istediği an, istediği şekilde havadan operasyon gerçekleştirme kabiliyetine ABD ve NATO'nun izlediği yanlış politikalar sayesinde ulaşmış bulunan Rusya'nın binlerce kilometre öteden füze ile hedefleri vurması, IŞİD'e müdahale ve Suriye'de rejimi destekleme ötesinde anlamlar içeriyor. Bunlardan ilk ve NATO açısından en önemsenmesi gerekeni NATO'nun bir takım füze savunma sistemlerinin vereceği tepkinin bir biçimde ölçülmüş olmasıdır.
Hayal edelim, füzeler Hazar Denizi'nden ateşleniyor, NATO'nun belli yerlerdeki radar sistemleri füzelerin ateşlendiğini tespit ediyor. Büyük ihtimalle füzelerin ateşlenmesi ile hedefleri vurması arasında aşağı yukarı 10 dakikalık bir zaman var. Füzelerin hedefi belli değil. NATO bürokrasisi bu süreci nasıl yönetiyor? Yani ateşlenen füzelerin hedefi DAEŞ mevzileri değil İsrail veya Irak'taki ABD varlığı ya da Doğu Akdeniz'de faaliyet yürüten büyük uçak / savaş gemileri olabilirdi. Bu senaryo gerçekleşmiş olsaydı ilk ve öncelikli görevi savunma olan NATO'nun geri dönülmez ve affedilmez bir hata yaptığını tartışıyor olabilirdik ve bugün dünya çok farklı ve acı şeyler konuşuyor olabilirdi.
NATO'nun savunma stratejisinin test edildiği, reflekslerinin kontrol edildiği bir kriz atlattık aslında DAEŞ'i vuran füzeler olayında. Ve ardından Rusya savaş uçaklarının Türkiye hava sahasını ihlalleri sonrası NATO Genel Sekreteri'nin çok sert olduğu iddia edilen açıklamasından başka ciddi bir tepki söz konusu değil. Dahası ajanslara düşen haberler doğruysa NATO Genel Sekreteri'nin “hiddetli” açıklamasının günü dolmadan Rus savaş uçakları, İncirlik'ten havalanan ABD savaş uçaklarını Suriye hava sahasında engelleyerek görevlerinin iptal edilmesini sağladılar.
Bu gelişmelerin önemsiz olduğu düşünülebilir ve bu önemsiz gelişmelerin krize dönüşmesini önleyecek bir takım mekanizmalar geliştirme girişimleri söz konusu olabilir. Örneğin Rusya ve İsrail'in Suriye hava sahasının kullanımı üzerinde oluşturdukları ikili mekanizmanın bir benzeri ABD ve Rusya arasında da kurulabilir. Dahası taraflar Suriye içerisinde meşru bir hedefe dönük operasyonlar gerçekleştirdikleri için aynı taşeronları kullanma ihtiyacı hissedebilirler ve bu ihtiyaçlarını yönetmek için bir takım mekanizmalar da geliştirebilirler. Böylece Suriye'deki savaşın sadece ve sadece DAEŞ'e yönelik olduğunu, Suriye sınırları içerisinde olduğunu mu düşüneceğiz? Benzer koordinasyon mekanizmalarının oluşmasıyla tüm sorunlar çözüme kavuşturulmuş olacak mı? Sorun artık Suriye sınırlarını çoktan aştı, bunu fark etmek gerekiyor.
Meselenin Türkiye'ye bakan yönü aynı zamanda NATO'ya bakan yönü aslında. Türkiye, Birleşmiş Milletler Anlaşması'nın uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması ile ilgili bölümünden kaynaklanan haklarını kullanarak NATO şemsiyesi altında kolektif savunma stratejisini uygulamaya çalışıyor. Bu örgütü oluşturan anlaşma örgüte taraf olan devletlerin tamamına müttefik devletin toprak bütünlüğünün ve güvenliğinin sağlanmasında sorumluluk yüklüyor. Türkiye elbette kendi sınırlarını ve kamusal güvenliğini sağlayabilecek güce sahiptir. Türkiye gibi ABD de bu güce sahip olduğuna göre neden NATO gibi bir örgütlenmeye gidilmiş olabilir? Bunun sebebinin caydırıcılık seviyesinin arttırılması olduğu açıktır.
Peki, NATO caydırıcı bir askerî örgüt durumunda midir? NATO'nun Rusya karşısında düştüğü acziyetin Gürcistan ve Ukrayna'dan sonra Suriye'de de tescillenmesi örgütün kendisini gözden geçirmesi gerekliliğini beraberinde getirmiş gözüküyor.