Türkiye'nin, hava sahasını ihlâl eden “milliyeti belirsiz” bir hava aracının ihlâline izin vermemesi, düşen jetin Rusya'ya ait olduğunun anlaşılması üzerine hem iç politikada hem de uluslararası politikada ilginç tartışmalar cereyan etmeye başladı. Bu tartışmaların en önemlisi Türkiye-Rusya arasında bir ihtilaf veya çekişme söz konusu olduğunda NATO'nun pozisyonunun ne olacağı sorusu üzerine yürütüleni.
Bu tartışmayı sağlıklı biçimde yürütebilmek, bir sağırlar diyalogu haline dönüşmesini önlemek için NATO Antlaşmasının neyi içerdiğini bir kez daha tekrar etmekte fayda var.
üye ülkelerin
savunma kapasitelerinin geliştirilmesi amacıyla kurulmuş uluslararası bir örgüttür.
NATO Anlaşmasına taraf olan ülkeler, BM'in statüsünde yer alan devletlerin tek tek veya bir arada meşru müdafaa hakkına atıfla kolektif bir savunma ağı teşkil ettirmişlerdir.
NATO'yu kuran anlaşma kısa ve net bir anlaşmadır. Kuzey Atlantik Anlaşması'nın en önemli maddeleri 4. ve 5. maddeleridir. Bunlardan 4. madde taraflardan herhangi birisinin toprak bütünlüğünü veya güvenliğini tehlikede hissetmesi durumunda Anlaşmaya taraf diğer ülkeleri istişarelerde bulunmak üzere toplantıya çağırabilmesi durumunu düzenlerken
NATO'ya esas vasfını kazandıran 5. maddesi taraflardan herhangi birisinin saldırıya uğraması durumunda anlaşmaya taraf diğer devletlerin otomatik yardımla mükellef kılınmasını
düzenlemektedir. Diğer bir deyişle Kuzey Atlantik Anlaşmasına taraf devletlerden herhangi birisi bir saldırıya uğradığı zaman NATO üyesi ülkeler saldırıya uğrayan ülkeye yardım etmek mecburiyetindedir.
Sovyetleri çevreleme politikasının bir uzantısı olarak NATO'ya dahil edilen, ardından bu çevreleme politikasının tamamlayıcı halkalarından CENTO'ya da üye olan, Soğuk Savaş'ın cephe ülkesi haline getirilen, kısacası olası bir sıcak çatışma riski karşısında en ağır faturayla karşılaşması muhtemel olan Türkiye'nin bir takım çıkarları söz konusu olunca müttefik devletlerin ve ABD'nin, Kuzey Atlantik Anlaşmasının 4 ve 5.maddesini işletme konusunda gönülsüz oldukları da bilinen bir gerçektir. Bu çerçevede bir-iki ufak hatırlatma ufuk açıcı olabilir.
1964-65 yılları içerisinde Kıbrıs'ta Türk toplumuna yönelik ciddi baskı ve şiddet politikaları söz konusudur. 11 Şubat 1959 tarihli Zürih Anlaşmasının öngördüğü üç garantör devletten birisi olan Türkiye, Zürih Anlaşması'nın ve daha sonra Kıbrıs Cumhuriyeti'ni kuran Londra Anlaşması'nın ihlâl edilmesi karşısında adaya bir çıkarma yapmak istediğinde Türkiye'ye adaya çıkarma yapamayacağı, NATO Anlaşması çerçevesinde kullanılacak ekipmanın NATO'ya ait olduğu hatırlatılmıştı. O dönem ABD Başkanı olan Lyndon Johnson ABD ile Türkiye arasında imzalanan 1947 tarihli yardım antlaşmasını hatırlatarak Türkiye'nin bu askerî malzemeyi kullanabilmek için ABD'nin muvafakatını alması gerektiğini bir mektupla dönemin Başbakanı İsmet İnönü'ye hatırlatmıştı.
Türkiye'yi U-2 Casus Uçak Krizi ve takip eden Küba Füzeleri Bunalımı'nda yalnız bırakan NATO'nun, silahlanma kararı alarak Zürih ve Londra Antlaşmalarını açık bir biçimde ihlâl ederek garantör ülkeye müdahale etmekten başka seçenek bırakmayan durum karşısındaki tutumu Türk kamuoyunda NATO'ya karşı bir güven bunalımı yaşanmasına sebep oldu ve sonraki yıllarda da NATO hakkındaki kanaatlerin temelini oluşturdu. Türk kamuoyunda NATO'nun üye ülkelerin değil ABD'nin çıkarlarını korumak üzere kurulmuş bir örgüt olduğu kanaati yaygınlaştı. Bu durum sadece Türkiye açısından geçerli değildir.
Galler'de gerçekleştirilen NATO Zirvesi'nde Avrupa'daki üye devletlerin NATO'dan en belirgin talebi Rus tehdidi karşısında odak noktasını yeniden üye ülkelerin dış güvenliğinin sağlanmasına çevirmesi gerekliliğiydi.
Düşen Rusya uçağından sonra gözler yeniden NATO'ya çevrildi. Aslında ABD dış politikasının istikrarsız ve kararsız yapısı Suriye'deki krizin en ciddi sebeplerinden birisini teşkil ediyor. ABD dış politikasının ve NATO'nun Suriye politikasızlığının yarattığı güç boşluğundan faydalanan Rusya Suriye'yi doğrudan işgal ediyor. Aynı Rusya ABD ve NATO'nun yarattığı boşluktan faydalanarak Türkiye'nin hava sahasında da bir yapılageliş hukuku yaratmaya gayret ederken fiyakası çiziliyor. Diğer bir deyişle Rus Çarı Putin, Obama ve NATO'dan gördüğü şefkati Türkiye'den göremiyor. Fakat gelin görün ki Obama doktrininin yarattığı özgüvenle Türkiye sınırlarını da kevgire çevirmek isteyen Rusya'ya Türkiye'nin dur demesi Batı basınında genellikle NATO-Rusya gerginliği olarak görülüyor. Çünkü
Türkiye NATO Anlaşmasına sadık kalarak sadece kendi sınırını değil, NATO sınırlarını da Rusya'ya karşı koruyor.
Ukrayna NATO ile ilişkilerini geliştiren ama henüz NATO'ya üye olmamış bir ülkeydi. Dolayısıyla Kırım'ın işgali NATO açısından güçlü bir eksi puan anlamına geliyordu. Rusya'nın NATO sınırlarını kevgire çevirme girişimine karşılık verilmemesi ise NATO'nun caydırıcılığının, dolayısıyla bir örgüt olarak varlığının sona ermesi anlamına gelecek. Türkiye'nin Rus uçaklarına müdahalesi NATO'nun geleceğini de kurtarmaya yönelik bir adım. Kısacası Türkiye-Rusya arasındaki bu kriz NATO açısından da bir samimiyet ve yeterlilik testi olacak. NATO ve ABD müttefiklik hukuku açısından ya 1960'lı ve 70'li yılların kötü hatıralarını da hafızalardan silecek bir politika belirleyecek ya da NATO'yu caydırıcılığı yüksek bir yapılanmadan bir fanteziye çevirecek stratejileri izleyecek.
Türkiye bu coğrafyada her geçen gün güçlenerek var olmaya devam edecek. Peki ya NATO?