ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan ABD’nin eskimiş kararını uygulamaya koyma cüretkarlığını göstermesi, beklendiği gibi başka İslam Dünyası olmak üzere bütün dünya siyasetinde bir infiale yol açmış durumda.“Eskimiş karar” diyoruz çünkü daha önce de söylediğimiz gibi bu karar aslında ABD tarafından 1995 yılında alınmış ve şu ana kadar her seçilen ABD başkanının seçim vaatleri arasında olduğu halde, iş başa düştüğünde uygulamaya koymayı ertelediği bir karar.Erteliyorlardı,
ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan ABD’nin eskimiş kararını uygulamaya koyma cüretkarlığını göstermesi, beklendiği gibi başka İslam Dünyası olmak üzere bütün dünya siyasetinde bir infiale yol açmış durumda.
“Eskimiş karar” diyoruz çünkü daha önce de söylediğimiz gibi bu karar aslında ABD tarafından 1995 yılında alınmış ve şu ana kadar her seçilen ABD başkanının seçim vaatleri arasında olduğu halde, iş başa düştüğünde uygulamaya koymayı ertelediği bir karar.
Erteliyorlardı, çünkü seçimleri kazanmak için kendilerini Amerika’daki Yahudi lobilerine sıcak mesajlar vermek zorunda hisseden başkanlar, işbaşına geldiklerinde siyasetin gerçek dengeleriyle karşılaşıyor ve Amerika’daki Yahudilerin reel dünyada seçim süreçlerinde olduğu kadar bir karşılıkları olmadığı gerçeğiyle yüzleşiyorlardı.
Dünya Yahudilerden ibaret olmadığı gibi, Yahudilerin ABD siyasetçilerinin gözlerini boyayarak yarattıkları görüntülerden de ibaret değil.
Sadece bu farkı görmeleri bile ABD başkanlarının en azından bu çılgınlığı yapmalarının önünü almaya yetiyordu. Bu kararı uygulamak ciddi bir cüretkarlık gerektiriyor veya etkisinde bulunduğu bazı baskılardan kurtulabilmek için verilmesi gereken bir rüşvet olarak bir fonksiyonu olacaktı. Nitekim böyle olmuştur:
Bu cüretkar provokatif kararı dolayısıyla bütün dünyanın lanetlediği Trump Amerika’daki Siyonistlerin, neo-conların ve Evangeliklerin kahramanı haline gelmiş oldu.
Seçildiği günden beri Amerikan iç siyasetinde doğru dürüst tutunamayan, başkanlığının tadını bir türlü alamayan, kendi Dış İşleri Bakanlığıyla CIA’sıyla, Pentagon’uyla, FBI’ıyla Adalet Bakanlığıyla başı dertten bir türlü kurtulmayan Trump herkesin birden gözünü korkutan Siyonist lobilere yaptığı bu jestle bu kurum ve aktörlerle yaşadığı bütün sorunları bir anda gölgede bırakmış oldu. Dolayısıyla kendisi açısından bu hamle aslında çok da çılgın değil, bilakis “denize düşerken sarılmış olduğu bir yılan” mesabesinde.
Yılanın onu kurtarması ihtimali tabii ki yok. Ne karşı karşıya olduğu dirençten onu kurtarır, ne de genel anlamda dünyayı yeni bir yüksek gerilim ve çatışma atmosferine sokmanın vebalinden.
Aslında son zamanlardaki daha göze batan siyasetiyle ABD bütün bir geçmiş sicilini herkese en çarpıcı biçimiyle hatırlatmış oldu.
ABD dünyanın hiçbir sorununda çözümün bir parçası olmadı. Hep sorunun kaynağı oldu.
Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de oynadığı rol gözümüzün önünden film şeridi gibi geçerken onda gördüğümüz şey sadece entrikalarıyla, fitne-fücur varlığıyla temayüz eden bir aktörden başkası değil. Her zaman söyledikleriyle yaptıkları arasında büyük mesafeler bırakan siyasetiyle güvenilmezliğine dair sarsılmaz bir intiba bırakmış oluyor.
Şu ana kadar Filistin meselesinde İsrail ve Filistin arasında sözde barış görüşmeleri için yaptığı arabuluculuğun aslında bir taraf lehine diğer tarafı oyalamak ve kandırmaktan başka bir anlamı olmadığı bir kez daha en net bir biçimde görülmüş oldu.
Kimsenin bilmediği bir sır değildi aslında bu ama yine de iyi-kötü dünyaya bu tarafsızlık konumunu bir iktidar konumu olarak satabiliyordu. İsrail’den fazla İsrailci konumunu bu kadar aşikar etmesi ABD’nin aslında dünya liderliğinden de vazgeçtiği anlamına geliyor.
Bu açıdan belki malumun ilamı olacak ama ABD Filistin’deki işgalin de bu işgal esnasında irtikap edilen bütün suçların büyük ortağıdır.
ABD gücüyle ve fiziksel büyüklüğüyle hiç orantılı olmayacak şekilde akıldan ziyade ideolojik-dinsel bir bağnazlığın etkisi altına girmiş bulunuyor.
İçerde kendine bir avantaj elde etmenin maliyeti böylece ülkenin dünyada büyük bir avantaj kaybetmesi ve böyle bir duruma düşmesi olabiliyor.
Aynı şey farklı bir alışveriş dengesiyle İslam dünyası için de sözkonusu değil midir?
Kendi konumlarını korumak için bugün İsrail’e suskunluklarını, takrirlerini hatta desteklerini bir rüşvet olarak sunan İslam ülkelerinin liderleri, verdikleri bu ağır rüşvet karşılığında ne elde ettiklerini sanıyorlar?
Verdikleri rüşvet onurları, haysiyetleri, ırzları, namusları.
Karşılığında elde ettiklerini sandıkları iktidar da hiçbir zaman kendi iktidarları olmuyor, olmayacak.
Ne yazık ki, Siyonizmin dümen suyundaki ABD’de şimdiye kadar hiçbir başkanın cesaret edemediği uygulama kararının Trump eliyle alınabilmiş olması sadece ABD’nin kendi iç dinamikleri ve kendi stratejik kararlığıyla alakalı değil. Bu adımı bugün atmaya Trump’ı en çok cesaretlendiren, bu adımın atılabilmesini mümkün kılan, İslam dünyasının içinde bulunduğu bu durumdan başkası değil.
Buna rağmen Kudüs’e, insanlığın mukaddesine böylesi bir tecavüzle kimsenin iflah olma şansı yok. Kudüs’ün şanlı, kadim tarihinde bu olaylar, bu gelişmeler küçük titreşimlerden ibarettir.
Bu titreşimlere yol açanlar kendilerini ne kadar önemsese da, maruz kalanlar ne kadar etkilense de, Kudüs gideceği yere varır, herkesin müstehakına bihakkın şahitliğini de yapar.