İran’da yaşanmakta olanprotestolarınbir anda bütün dünyanın gündemine düşmesine şaşmamak lazım. Olaylara verilen tepkiler herkesin İran’a dair duygularının, beklentilerinin ve hatta iştahının bir ifadesi olması da gayet normal. İran’ın başka ülkelerin içini karıştırmasından dolayı ümmet adına üzülenlerin bir tür ilahi tokatla uyarılıyor olduğunu düşünenler, olayı bu şekilde yorumlayanlar, hatta bu şekilde müjdelenmeyi bekleyenler var.Ancak ABD ve İsrail’in de bu olaylara karşı sergilediği sevinç
İran’da yaşanmakta olan
bir anda bütün dünyanın gündemine düşmesine şaşmamak lazım. Olaylara verilen tepkiler herkesin İran’a dair duygularının, beklentilerinin ve hatta iştahının bir ifadesi olması da gayet normal. İran’ın başka ülkelerin içini karıştırmasından dolayı ümmet adına üzülenlerin bir tür ilahi tokatla uyarılıyor olduğunu düşünenler, olayı bu şekilde yorumlayanlar, hatta bu şekilde müjdelenmeyi bekleyenler var.
Ancak ABD ve İsrail’in de bu olaylara karşı sergilediği sevinç gösterileri insanlardaki duyguları doğal olarak karmaşık hale getiriyor.
ABD ve İsrail’le aynı duygu safında yer almayı bugünlerde hiçbir ümmet evladının isteyebileceğini sanmıyorum.
Tabi bu tür beklentiler ve duygusal yaklaşımlar İran’da olup bitenleri anlamaktan uzaklaştırıyor. Tahminleri temennilerin bir ifadesine dönüştürüyor ve bütün tahminler ve analizler sadece İran’a dair temennileri anlama verileri olarak kayda geçer.
Tabi bu durumdan dileyen İran’ın kendine göre bir takım dersler çıkarmasını da isteyebilir, ama bunun ne yeri ne zamanı
. İran’da başka yerlerde olduğu dinamik bir sosyoloji var ve İran’ın uluslararası planda yüklendiği misyonların o sosyolojiye yansımaları illa ki olacaktır
. İran halkının tamamının İran rejimiyle aynı duygu ve anlam frekansında olmadığını biliyoruz. Üstelik devrimin 40 yıllık pratiği giderek kendi halkını hızla kendinden uzaklaşıyor, nefret ettiriyor.
Bununla birlikte bu protestolarla karşılaştığında onun karşısına dikilecek, devletlerini, istikrarlarını koruyacak bir başka halk daha var.
Yani İran bugünlerde meydanlarda gördüğümüz protestoculardan ibaret değil. O protestocu, muhalif halkın karşısında bir o kadar da örgütlü, devrimin inançlarına, hedeflerine sonuna kadar inanmış bir başka kitle de var. O yüzden bu tür kitle gösterileriyle sonuç almak isteyenlerin İran’ın bu dinamiğini yeterince dikkate alamadıklarını görmek lazım.
Aslında Gezi hadisesinde de göstericilere medya üzerinden yüklenen anlam, onların bütün Türkiye’yi temsil ediyor olduklarıydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
“yüzde 50’yi evlerinde zor tutuyoruz”
derken, meydan okuduğu bu toptancı “Türkiye halkı” algısından veya araçsallaştırımından başka bir şey değildi.
Kısa süre içinde protestocuların karşısına değil ama ayrı meydanlara topladığı kalabalıklarla yaptığı devasa mitinglerle yaptığının blöften ibaret olmadığını göstererek kendisini halk protestoları eliyle devirmek isteyenlerin heveslerini kursaklarında bırakmış oldu.
Halk gösterileri, kabul edelim ki, modern dünyada demokrasinin sandıkları arkadan dolanan bir mümkün yolu gibi.
Adeta demokrasinin kutsallarından biri.
Tabi kalabalık toplamak bir yere kadar kolay, ama bunun bir hükümeti değiştirmek için yeterli olup olmaması, onun karşısında da benzer veya daha büyük kalabalıkların toplanıp toplanamaması veya o ilk protestocu kalabalığın başka bazı güç unsurlarıyla bu değişimi gerçekleştirecek kadar birleşip birleşememesidir. Mısır’da Tahrir’de
olarak toplanan ilk kalabalığın on katı kadar kalabalık
meydanında toplandı ve kırk gün boyunca gösteri yaptı, ama ilk kalabalık hem orduyu hem de sözümona uluslararası toplumu arkasına almış olduğu için o görece küçük kalabalık demokratik bir dönüşüm talebi olarak kabul edildi.
Bu kabul de bu sürecin tamamı da haksızdı ve sürecin darbe olduğu gerçeğini değiştirmedi tabi, ama geçelim
.
İran’da neticede bugünlerde gerçekleşen protestolara Trump ve Netenyahu’nun açıktan verdikleri destek, doğrusu bu protestoların meşruiyetini baştan yok ettiği gibi, haklı bir tarafı var ise onu da bertaraf etmektedir.
İran’daki olaylar dolayısıyla BM Güvenlik Konseyini olağanüstü toplantıya çağırmayı akıl edebilen Trump’ın ayın günlerde Mısır’da gerçekleşen haksız ve alelacele idamlara ses çıkarmıyor olması da bir yerde kayda geçirilmeli.
Mısır’da darbe sonrası onbinlerce insanın hapishanelerde en ağır şartlarda işkence ve en temel haklarından yoksun olarak tutuldukları, insan hakları raporlarının da artık rutin konularından biri.
En son 2 Ocak’ta 5 kişinin sessiz sedasız idam edildiği haberleri geldi. Bunlardan hemen önce sadece iki hafta içinde 15 kişi idam edildi.
İdamların hepsinin ortak özelliği, hiç birinin ne sorgulamasının ne de yargılamasının doğru dürüst yapılmamış olması.
Apar topar derlenen veya uydurulan delillerle sanıklar herhangi bir eylemden suçlu bulunarak, isnat edilen suçlarla bile orantısız bir biçimde verilen idam cezaları infaz ediliyor.
Aslına bakarsanız, hapishane şartları zaten bir tür gerçek survivor ortamı gibi. O şartlarda zaten mahkumların uzun süre hayatta kalmaları mümkün olmaz gibi.
Hayatta kalanlara da alelacele idam cezaları uygulanarak ölüm makinası biraz daha hızlandırılmış oluyor.
BM Güvenlik Konseyi halen insanlık namına hareket etmek gibi bir misyonu bir nebze koruyorsa harekete geçmesini gerektiren asıl durum budur, ama kılını kıpırdattığı yok.
Ne Trump’tan ne de herhangi bir başka BM Güvenlik Konseyi üyesinden Mısır’da ve Mısır hapishanelerinde neler olduğuna dair en ufak bir soru veya ilgi gelmiyor.
İran’da değişimin olması ABD ve İsrail için neden isteniyor olabilir? Daha fazla demokrasi için mi? Güldürmeyin Allah aşkına. Siz kim demokrasi kim?
Demokrasiyi, bahsettikleri insan hakları ve özgürlüklerini onlara yazan elbette Allah değildi, onlar kendi kendilerine bunu farz kıldılar. Tıpkı ruhbanlığı kendine farz kılan din adamları gibi, bari kendi uydurdukları, kendi kendilerine farz kılmış oldukları bu sözlere uysalar ya.