Hatırlamak lazım / İsimler ve gerçekliğimiz

04:004/04/2020, Cumartesi
G: 3/04/2020, Cuma
Yasin Aktay

İsimlendirme, basitçe bazı nesnelere nötr işaretler, kodlar verme işlemi değil, bir dünyayı inşa etmenin başlangıcıdır. Bu itibarla isimlendirmeler hiçbir zaman nötr olmazlar. Olamazlar. Haddi zatında dil de en yalın haliyle bile tarafsız değildir. Dilin en temel düzeyinde var olan kavram çiftleri hiyerarşik bir düzeneğe tabi olurken karşılığını gerçeklik aleminde de inşa eder. O yüzden Almanca, İngilizce, Fransızca veya Arapça, Kürtçe konuşanlarla Türkçe konuşanlar için dünya ve gerçeklik algısı

İsimlendirme, basitçe bazı nesnelere nötr işaretler, kodlar verme işlemi değil, bir dünyayı inşa etmenin başlangıcıdır. Bu itibarla isimlendirmeler hiçbir zaman nötr olmazlar. Olamazlar. Haddi zatında dil de en yalın haliyle bile tarafsız değildir. Dilin en temel düzeyinde var olan kavram çiftleri hiyerarşik bir düzeneğe tabi olurken karşılığını gerçeklik aleminde de inşa eder. O yüzden Almanca, İngilizce, Fransızca veya Arapça, Kürtçe konuşanlarla Türkçe konuşanlar için dünya ve gerçeklik algısı aynı olmuyor. Kültür farklılıkları denilip geçiştirilecek türden bir fark değil elbet. Kültürün çok temel bir bileşeni olmakla birlikte dil bizatihi varlığın meskenidir ve her mesken içinde sakinine her konuda aynı konforu vermiyor.

Salman Sayyid’in “Hilafeti Hatırlamak” isimli kitabında bize hatırlattığı bu temel gerçeklikten hareket ederek Hilafet-sonrası İslamsızlaştırılmaya çalışılan dünyada büyük operasyonun önemli bir kısmı da Müslümanların kendi dillerine yabancılaştırılması oluşturur. Kendi yaşadıkları mağlubiyetin bile tarihini ve isimlendirmesini kendileri yapamadı Müslümanlar.

Siyasi bedenlerine kast edilerek tarihe gömülmeye çalışılan Müslümanlar bu cenazelerine bir dua bile okuyamadılar, çünkü bu süreci galipler kendilerine istedikleri gibi, istedikleri dilde okuttular. Kendi isimlendirmeleriyle okuttukları tarihte Arapları Türklere hain, Türkleri Araplara sömürgeci olarak gösterdiler.

Geçmiş bu değildi elbet. Ama bir kez Batı-merkezli bir tarih anlayışı içinde Müslümanlar bütün renkleriyle birlikte tarihsizleşmiş oluyorlardı.

Sayyid tam bu noktada “insanlar bir geçmişleri olmadığı için değil, geleceğe kendilerini hikaye edemedikleri için tarihsizleşirler” der. İyi de kendini geleceğe kim hikaye edecek? Bunun için dahi bir siyasal özne lazım. Sayyid’in adını koymaya çalıştığı, teorisini kurmaya çalıştığı tam da bu öznedir: Müslüman.

Batının sadece kendi yaşadıklarına tarih demesi, başka halkların yaşadıklarını ise önemsiz, birbirini tekrarlayan olaylar olarak nitelemesi aslında başka siyasal özneleri yok “sayması” değil, yok “etme” arzusunun bir sonucudur. Tarihsiz halklar ya isimsizdirler, yani gerçek bir halk değildirler, veya başkaları tarafından isimlendirilmişlerdir. Büyük mağlubiyetler yeterince güçlü ve derin bir ismi bile silebilir elbet. Asurlular M.Ö. 614’te Ninova’nın yıkılmasından sonra, yaşadıkları büyük mağlubiyetten sonra bellekten de düşmeye başladılar. Biyolojik olarak Asurlular var olmaya devam etse bile isimleri kalmayınca kendileri de yok oldular.

Esasen 1918 itibariyle yaşanan hadise nihai hedefi itibariyle İslam’ın ismini silmekten ibarettir. İslam’a karşı tarih boyunca yürütülmüş Haçlı Seferlerinin sonuncusu nihai hedefine varmak üzere çalışmış ve savaş ancak onlar açısından mutlak bir zafer hissi verdiği için sonlanmıştır. Hedeflenen, İslam’ın ismiyle ve isimlendirme fonksiyonuyla birlikte bertaraf edilmesiydi. Savaştan sonra İslam dünyasının her yanında devreye sokulan bütün politikalar bu amacı gerçekleştirmeye dönüktü. Aydınlanma vehmine kapılmış Batı hegemonyası için İslam sorunu büyük ölçüde çözüm yoluna girmişti.

Tam da bu açıdan İslam kelimesinin günümüzdeki tedavülü, Müslümanların dünyada öyle veya böyle gündemde olmaları yüzyıl önce mutlak zaferini ilan etmiş Batı hegemonyası açısından bir skandala dönüşmüştür. Sayyid bu skandalın mahiyetini Batı-merkezli dünya tasavvurunun diplerine kadar inerek göstermeye çalışıyor.

İslam, tüm farklı dokunmuş zenginliğiyle ümmeti oluşturan bir çok ipliği birbirine bağlayan bir ilmiktir. İslam ismi sadece Müslümanları bir araya getirmek ve birbirlerine bağlamakla kalmaz; onun anlamı aynı zamanda, geçmişte ve günümüzde Müslümanların kim olduğunu ve Müslümanların nasıl olması gerektiğini belirler.

Bu arada bu işin tabiatı itibariyle siyasal olan ifadesini üstlenen İslamcılığın da İslam’ın veya Müslüman isminin bir ikamesi olduğunu söylemek doğru olmadığı gibi İslamcılığın İslam’ın tahrif edilmesi olduğunu iddia etmek de sadece bu tarihi okumaya yabancı olmakla ilgili ve faydasız bir uğraştır.

İslamcılık daha ziyade herhangi bir toplumsal düzenin merkezine İslam’ı konumlandırmaya çalışan siyasi projeler öbeğidir. Özellikle Batı-merkezli bir dünyanın isimlendirmeleriyle oluşmuş düzene karşı onun merkeziliğini giderebilen tek ses, tek dildir. İslamcılar, başarılı ve göz alıcı bir şekilde çağdaş dünyaya bir Müslüman öznellik taşımışlardır. Dünyanın Batı ile Batı-dışı arasında bölünmesi açısından bakıldığında, Müslümanların İslam’ın ismini bu dünyaya taşımaları sömürge düzenini istikrarsızlaştırıcı bir etki yapmaktadır. Bu anlamıyla İslam, ismin müsemma olduğu tüm halleriyle, duruşlarıyla birlikte, kendi ismiyle tanımlanan gerçek bir alternatifi ilan etmiş oluyor.

Bir Müslüman öznelliğini inşa imkanlarını aradığı girişiminde Sayyid’in işe “İsimler” başlıklı bir bölümle başlaması bu açıdan çok anlamlı ve çok yerinde. İsimlerle başlıyor dünyadaki yer ve yurt tutuşumuz çünkü. Nihayetinde Yusuf Suresinde de buyurulduğu gibi, “insanların taptıkları (o putlar, gerçek varlığı olmadığı halde, sadece) kendi isimlendirdikleri (dolayısıyla kendine mevhum bir varlık kazandırdıkları) isimlerden ibarettir” (40).

Bu arada, Müslümanların bu dünyadaki yer-yurt tutuş mücadelelerinde biraz mesafe kat ettiklerinde yaptıklarını Kemalizminkine benzetenler olmuyor mu? Türkiye’de bu tarz bir akıl da İslamcılığa karşı ayrı bir kompleks konusu. Sayyid’in bunun için de bir çift sözü var:

“Batı-merkezli dünyanın İslam dünyasındaki operasyonlarının adı olarak Kemalizm ile benzer kavram, ağız ve uygulamaları kullandıkları için İslamcıların aynı olduğunu iddia etmek sadece bir ampirik abartma değil aynı zamanda yetersiz bir kavramsal kuramlaştırma problemidir.”

Bu yetersizlik işin özünü kaçırmakla, isimlerin ehemmiyetini anlayamamakla da çok yakın ilgili. Neden ve nasıl böyle oluyor, biraz daha düşünmek bile değil, sadece “hatırlamak” lazım.

#İslamcılık
#Tarih
#Siyaset