CHP kaybedeceği diktatörlüğe yanıyor?

04:004/02/2017, Cumartesi
G: 17/09/2019, Salı
Yasin Aktay

Cumhurbaşkanının TBMM'nden gelen Anayasa değişikliği paketini onaylaması halinde gideceğimiz halk oylaması son on yıl içinde gerçekleşen 3. Halk oylaması olacak. Ak Parti'nin tek başına iktidardaki 15. Yılında üç defa doğrudan halkın oyuna sunulmuş olan bir halk oylaması olarak aslında iyi niyetli yaklaşıldığında demokratik seviyenin önemli bir göstergesi olarak okunması gerekiyor.



Demokrasi halkın oyunun en doğrudan bir biçimde temsil edildiği bir rejimin adıysa, bunun en önemli göstergelerinden birisi de hak oylamalarıdır.

Halkoylaması demokrasinin şöleni, demokratik ideallerin gerçeğe dönüşme merhaleleridir. Aslına bakarsanız parlamenter sistem içinde çözüme kavuşturulamayan meselelerin büyük çoğunluğunu halk oyuna götürerek çözmek en etkili, en sorunları bitiren ve tartışmayı da noktalayan yoldur.



Demokraside biteviye tartışmalarla, müzmin hale gelmiş sorunlarla ve bir türlü karara bağlanamayan çözümsüzlük halleriyle toplum epeyce yorulur.

Bu müzmin sorunları bitirecek en iyi yoldur halkoylaması.

Ancak var olan meselelerin kaynağı olan gizli iktidar odakları, vesayet sahipleri, kurucu iktidarın malikleri halkoylamasına giden yolu alabildiğine zorlaştırmışlardır.



Aslında bir halk oylamasının meclisin beşte üçünün kararına bağlı olması ve bunun bile iki defa tekrarlanmak durumunda olması bile bu yolun üzerine döşenen engellerdir.

Bu engeller neden yerle
ştirilmiştir? Halkın oyuna gitmek neden bu kadar zorlaştırılmıştır?
Bu açık bir halk korkusundan başka ne anlama geliyor?


Yolun engelleri, herhangi bir tasarıyı halk oylamasına götürebilmiş olmayı büyük bir başarı olarak kaydettirir. Halkın önünü açmak, ülkenin geleceğinde halkın oyuna bir alan açmak başlıbaşına büyük bir başarıdır.



Halkın bu tasarıya dair ne yönde karar verecek olması hiç önemli değil bu aşamada. Halk “evet” de diyebilir, “hayır” da. Halkın oyuna başvurmanın zımnında her iki ihtimal de mevcuttur ve karar ne olursa olsun halkın kararının son noktayı koyduğu ve belli bir konuda tartışmayı noktalamış olduğu bir “karar” anına gelmiş oluruz.



Sonsuz tartışma hiç bir sorumluluğu olmayan sol çevrelerin işine gelebilir, ama ülkeyi yönetme sorumluluğu olanlar için yolda ilerlemek, yolu genişletip rahatlatmak için verilmesi gereken bir “karar” vardır. Karar, siyasetin özüdür. Bir kararı olmayanların, bir karara varamayanların siyasette verebilecekleri hiçbir umutları yoktur.


Parlamenter sistem içinde sorunları çözümsüzlüğe mahkum eden bitimsiz tartışma alanlarına Türkiye gereğinden fazla takıldı. Kürt sorunundan, başörtüsü sorununa, laiklik sorunundan din ve vicdan özgürlüğü meselesine, Kıbrıs sorunundan diğer bir çok soruna kadar Türkiye'de bir çok konunun bizim için “ezelden ebede giden birer mesele” olduğu günleri bu kararlılık sayesinde geride bıraktık.



Halk oylamasına karar vermiş olmak bile halkın bu konuda vereceği bir kararın önünü açmak bakımından yeterince büyük ve coşkuyla karşılanması gereken bir başarıdır. Kabul edelim ki, böyle bir başarı Cumhurbaşkanımız sayın

Recep Tayyip Erdoğa
n

'a nasip olmuş bir başarıdır. Daha önce bu kararın önünü açmaya niyetlenmiş olan

Özal, Erbakan, Erbakan ve Demirel

de, hatta bazı tarihsel kayıtlara göre

Atatürk

de, bu noktada gerçekleşemeyen niyet ve temennileriyle kaldılar.



Buna rağmen CHP Genel başkanı Kılıçdaroğlu'nun “anayasa değişikliği bir dayatmadır” sözünü bu tarihin neresine yazabileceğimize karar vermekte zorlanıyorum.

Cumhurbaşkanlığı sistemine baştan itibaren en önemli itirazı, meclisin zayıflatılacağı ve yetki ve gücün Cumhurbaşkanında toplanacağı gerekçesine dayanmıyor muydu?



Peki bu anayasa değişikliği önerisi nereden çıktı ve kim kabul etti? TBMM değil mi?

Daha mevcut parlamentonun kullanmakta olduğu bir yetkiyi ve gücü ona çok görmek anlamına gelmiyor mu bu itiraz?

Belli ki mevcut parlamentonun kullandığı yetkiye bile bir saygısı yok CHP liderinin? Bu durumda anayasa değişikliğinden sonra meclisin itibarının tasasına düştüğüne kimi inandırabilir CHP'liler?


Aslında Meclisin itibarına en ufak bir saygıları olmadığını tasarı meclisten geçtiği esnada sergiledikleri “direniş” ve “kürsü işgali” ve diğer hırçınlıklarıyla yeterince gösterdiler. Orada direndikleri kendileri gibi parlamentonun diğer üyeleriydi ve onlara hiçbir saygıda bulunmadılar. Kendi azınlık sayılarıyla parlamento çoğunluğunun kabul ettiği tasarıyı bir dayatma olarak görmeye devam ettiler.



Ya ne olacaktı? Kendi azınlık sayılarının ısrar ettiği görüşe mi tabi olmalıydı bu millet? Zaten fiilen hep böyle olmamış mıydı?

CHP hiçbir zaman çoğunluğa sahip olmadığı halde kendi felsefesini bu ülkenin halkına, milletine dayatmamış mıydı?

Bu durumda üzüldükleri tek şey artık kendilerinin bu millete hiçbir şey dayatamayacak olması değil mi?



Bu açıdan Anayasa değişikliğinin Cumhurbaşkanında gereğinden fazla yetki toplayacağı eleştirilerinin hiçbir tutar yanı olmadığını daha iyi görüyoruz.

Halkın yüzde 99'nun Müslüman olduğu bu ülkede Cumhurbaşkanlarının himayelerinde Müslümanların şiarlarından olan başörtüsü yasağı bu parlamenter düzen içinde uygulandı ya?

Bu ülkenin halkları hiçbir zaman tam anlamıyla yönetime iradelerini yansıtmadığında, bu milletin inançlarına, hayallerine, ülkülerine, geleneklerine en büyük hakaretler devlet eliyle yapıldığında bu ülkede yine parlamenter rejim vardı. Bundan daha büyük diktatörlük mü olur?



Hiç kimse endişe etmesin.

Bu ülkede halkın salt çoğunluğunun oylarıyla iktidara gelecek bir cumhurbaşkanından asla parlamenter dönemde çıkmış olanlar gibi bir diktatör çıkmaz

. Çünkü bu ülkenin en az yarısının hayallerini, umutlarını, değerlerini, beklentilerini gözeterek yönetime gelen bizzat milleti iktidara taşımış olur. Kimsenin de ondan korkmasına gerek olmaz. Gerisi laf u güzaf.


#Cumhurbaşkanı
#Recep Tayyip Erdoğan
#Anayasa referandumu
#AK Parti