Cemal Kaşıkçı cinayeti ve davası konusunda Türkiye’nin çok iyi bir sınav vermiş olduğunda dünya ölçeğinde genel bir mutabakat var. Özellikle uluslararası ilişkiler boyutu olan bir cinayette olağan şüphelinin bir devletin başındaki isimler olduğu bir durumda, şüphelileri koruma ve olayı örtbas etme yoluna gitmediği gibi durumun kendiliğinden ortaya çıkması için bütün yolları ve kanalları açık tutan siyaseti her bakından dersler alınacak bir model oluşturmuştur.
Bu noktada herkeste neredeyse mutabakat derecesinde bir fikir şekillenmiş durumda: Türkiye yapacağını yapmıştır ve kendi imkanlarıyla suçluları adalet önüne çıkarma imkanının olmadığını da görmüştür. Neredeyse iç hukuk yolları ve iki ülke (Türkiye ve Suudi Arabistan) arasındaki iç siyasi yollar, adalet lehine netice almak bakımından tüketilmiş gözükmektedir. Suudi Arabistan tarafının olayın suçlularını bulmak gibi bir niyetinin olmadığı anlaşılıyor. Dahası olayın olağan şüphelilerinin yargı müessesesinin başında olduğu tuhaf bir durum söz konusu. Böyle bir yargıdan zaten adalet beklemek mümkün değildir.
Oysa durumu bu haliyle kabullenmek gerekmiyor. Olayın bu şekilde kapanması vicdanları yaralayacak ve dünyada adalet duygusunu derinden sarsacak, umutları köreltecektir. Bir daha böyle olayların olmayacağına dair hiçbir umuda yer bırakmayacaktır.
İç hukuk ve iki ülke arasındaki siyasi çözüm yolları tıkandığına göre vazgeçemeyeceğimiz adaletin bir şekilde gerçekleşebilmesi için uluslararası yargıdan başka bir seçenek kalmamıştır. BM’in bu işe dahil olmasını sağlayacak adımların atılması gerekiyor.
Kaşıkçı vakasını bir insanlık meselesi gibi gören güçlü bir dünya kamuoyu var ve onun adına bu işin bu şekilde kapanmasına rıza göstermeyenler var.
BM Yargısız ve Keyfi İnfazlar Özel Raportörü Agnes Callamard ve beraberindeki heyet Kaşıkçı cinayetini bütün boyutlarıyla araştırıp raporlamak üzere bir süredir Türkiye’de bulunuyor. Basından takip ediyorsunuzdur. Aralarında İngiltere’den Lordlar Kamerası üyesi Barones Helena Kennedy, halen cinayet işleriyle ilgili danışmanlık yapmakta olan Kıdemli Soruşturma memuru Paul Johnson gibi isimlerin de bulunduğu heyet Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan Fidan, Cemal Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz ve Turan Kışlakçı ile görüşmeler yaptılar. Heyet beni de AK Parti Genel Merkezinde ziyaret etti, tam bir buçuk saat süren bir görüşme gerçekleştirdik.
Şu kadarını söyleyebilirim: Kaşıkçı vakasının bu şekilde kapanmasına gönülleri razı olmadığı için kendileri inisiyatif alıp bu araştırma işine koyulmuşlar. Olayı tamamen insani ve vicdani planda görüyorlar ve hiçbir önyargıları yok.
Tabi kendilerinin de yapacakları şeyin bir sınırı var. Bir yargı veya yaptırım gücüne sahip değiller. Nihayetinde bir rapor yazıp bu raporu hem BM’ye hem de dünya kamuoyuna sunacaklar. Bu aşamada bu da az bir şey değil, ancak kendilerinin de asıl beklenti ve talepleri Türkiye’nin bu konuda adım atması, inisiyatif almasıdır. Çünkü egemenlik alanında gerçekleşmiş böyle bir cürümden dolayı inisiyatifi başlatmak birinci dereceden Türkiye’nin hakkı, ama şimdi artık bir görev ve sorumluluğu.
Tabi S. Arabistan’ın kendi konsolosluğunda Cemal Kaşıkçı gibi birine reva gördüğü bu cinayeti konuşurken, aynı anda ülkelerinde cereyan etmekte olan birçok Kaşıkçı vakasından gözlerimizi, ilgilerimizi ve vicdanlarımızı uzak tutmamamız lazım.
Suudi Arabistan’da altı ay önce gözaltına alınmış olan Medine İslam Üniversitesi Kur´an-ı Kerim Fakültesi Dekanlığı görevini yapmış, ulemadan, Şeyh Ahmed El-Amari´nin geçtiğimiz günlerde cezaevinde tıbbi ihmaller sebebiyle vefat ettiği duyuruldu. Amari’nin hapishanedeki ölümü doğal bir ölüm sayılamazdı, çünkü beyin damarlarında oluşan pıhtılaşmaya kasıtlı şekilde acil müdahale yapılmadı ve bu durum ölümüne neden oldu.
Önlem alınmazsa önümüzdeki günlerde cezaevlerinden başka talihsiz ölüm haberleri almamız kuvvetle muhtemel, çünkü yaşı ilerlemiş ve hepsi de ulemadan daha birçok tutuklu var ve sağlık durumları çok kötü hapishane koşullarında her geçen gün daha da kötüye gidiyor. Aslında bu yaşta bu sağlık koşullarında hapishanelerde tutulmaları doğrudan infaz anlamına geliyor. Aralarında Süleyman el-Ulvan, Selman Avde gibi çok popüler takipçileri olan isimlerin de bulunduğu bu alimler S. Arabistan vatandaşı olsa da aslında İslam dünyasının tamamının evlatlarıdır.
Geçtiğimiz günlerde bir Arap kanalında bu tutukluları ve insan hakkı ihlallerini değerlendiren bir programda, bir Suud vatandaşının ifadeleri doğrusu ürkütücüydü. Bütün bu hak ihlalleri iddialarına karşılık Suud vatandaşının söylediği tek şey, “Bunlar S. Arabistan’ın iç işidir ve bağımsız bir ülke olarak kendi egemenlik hakkına kimseyi karıştırmaz”.
Alemlere rahmet olarak gönderilmiş Peygamberin siretinin geçtiği, bir ilk ve en güçlü insan hakları beyannamesi olarak Veda Hutbesi’nin okunduğu beldelerin hadimi olması beklenen bir yönetimin bu yaklaşımı hakikaten ekstra korkunç.
Bu beldeden bırakınız kendi ülkesindeki insan hakkı ihlallerini, başka ülkelerde insan hakkı ihlali olsa lakayt kalamayacak bir duyarlılığın sadır olması beklenir.
Çünkü Haremeyn’in hadimi olmak demek her şeyden önce insan onurunun hadimi olmak demektir. Çünkü dünyanın en harem alanı insan onuru ve haklarıdır.
Kendi vatandaşını istediği gibi tasarrufta bulunacağı bir mülk gibi gören bir yaklaşımın şu anda Haremeyn’i kontrol ediyor olduğunu düşünmek bile yeterince ürkütücü.
Kaldı ki alimler kraliyetin mülkü değildir, onlar bütün İslam milletinin evlatları, peygamber varisleridir.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.