“Bu, senin neden İbrahim ol(a)madığını gösteriyor”

04:0022/08/2018, Çarşamba
G: 22/08/2018, Çarşamba
Yasin Aktay

Hz. İbrahim “biricik” oğlunu peşpeşe gördüğü rüyalardan anladığı üzere Kurban etmekle emrolunmuştur. Kuşkusuz zor bir imtihandır. Zor ne kelime, dünyada bir insanın karşı karşıya kalabileceği en zor imtihan. Önce gördüğü rüyaya inanmak istemez. İnsanları öldürmeyin diyen Allah masum bir çocuğu kurban etmeyi nasıl isteyebilir? İstenen can kendi canı olsa seve seve verebilir, ama hem canından çok sevdiği, yüz yaşına doğru sahip olabildiği, o yaşa kadar hasretle beklediği biricik evladının canıdır

Hz. İbrahim “biricik” oğlunu peşpeşe gördüğü rüyalardan anladığı üzere Kurban etmekle emrolunmuştur. Kuşkusuz zor bir imtihandır. Zor ne kelime, dünyada bir insanın karşı karşıya kalabileceği en zor imtihan. Önce gördüğü rüyaya inanmak istemez. İnsanları öldürmeyin diyen Allah masum bir çocuğu kurban etmeyi nasıl isteyebilir? İstenen can kendi canı olsa seve seve verebilir, ama hem canından çok sevdiği, yüz yaşına doğru sahip olabildiği, o yaşa kadar hasretle beklediği biricik evladının canıdır sözkonusu olan hem de başkasının hayatına karar verebilmek daha zor.




Yine daha önemlisi, Allah kendi koyduğu kurala, “insanları öldürmeme kuralına” bu kadar açıkça aykırı olarak, üstelik kendi evladını öldürmeyi nasıl isteyebilir? Bu doğru olabilir miydi? Kural koyucunun kendi koyduğu kurala istisna getirmesi onun hakimiyetine ait bir haktır, ama Halili olduğu Allah böyle bir ilah değildi. Bu olayı sadece bu mantıksal çıkarımla boş bir rüya olarak geçiştirmek mümkündü. Ama rüyaları geçiştirilecek gibi değildi.

Peşpeşe gördüğü rüyalar üzerine Allah’a tam bir teslimiyet içinde olan İbrahim, en sevdiği varlığı da olsa, onu Allah’a feda etmekten çekinmeyeceğini gösterdi. Kendi evladıyla Allah arasında kalmışsa, ikisinin yönü ayrışmışsa, Allah’a yaklaşmak için evlattan uzaklaşacak. Tıpkı Allah’a yaklaşmak için başka herşeyden uzaklaştığı gibi. Hayat mümin kulunu hep bu seçimin eşiğine getirip bırakmıyor mu? Allah’tan uzaklaşma, Allah’ı hayattan çıkarma pahasına hayatımıza doldurduğumuz nice dünyalığı kurban etmeden iman etme tecrübesini yaşayıp gidiyoruz.

Hayatımızdan bir kurbanın eksik olduğunu hatırlatıyor bize her yıl İbrahim (as). İbrahim’in kurban edilmesi istenen “biricik oğlu” İsmail de aynı teslimiyeti gösterir. Kendisiyle rüyasını paylaşan babasına, canını vermekten asla çekinmeyeceğini, İbrahim’e emredileni yapmaktan çekinmemesini tavsiye eder. Her ikisinin Allah’a bu muhteşem teslimiyeti İslam kelimesinin mana derinliğini kazıyan bir hal olarak insanlığın genlerine nakşolur. Ama bu teslimiyet hiçbir zaman şeytanın ataklarından, saldırılarından azat ve korumalı değildir. İkisi kurban için yola koyulurlar. Akabe denilen yerden geçecekler…

KURBAN’LA GELEN SORULAR:
HER KURBAN AKABE’DEN GEÇER!

O yolculuk başlıbaşına insanlığın yeryüzündeki bütün imtihan yolculuklarının bir modeli olarak yaşanır. Şeytan sağdan ve soldan, önden ve arkadan, bilinen ve bilinmeyen noktalardan yaklaşıp fısıldar. Teslimiyet halini bozmaya, o hali gevşetmeye, vazgeçirmeye çalışır. Fısıldadığı vesveselerle İbrahim’i kararından kuşku duymaya kışkırtır. Çoğu kez doğruları söyleyerek vazgeçirmeye çalışır. Gördüğünün eninde sonunda bir rüya olduğu, Allah’ın insanlardan başkasını öldürmeyi isteyemeyeceği, hele kendi evladının canına kıymayı isteyemeyeceği, bir sabinin canına kıymanın ne kadar ağır bir vebal olabileceği gibi gayet doğru bilgilerle İbrahim’i aldığı emre karşı lakayt bir yola başvurmaya ikna etmeye çalışır.

Söyledikleri aslında normalde doğru şeylerdir, ama bu özel olayda, İbrahim’in çok özel imtihanı için atlanması gereken doğrulardır. Kuralı koyan Allah’tır ve Allah şimdi bunu istemektedir. Onun istediğine karşı kulun bir muhayyerliği sözkonusu olamaz.

Akabe yolu kurbanı yaşamak isteyen herkesin içinden geçmek zorunda olduğu çetin bir yoldur. Bugün de her türlü tercihimizde bu yoldan geçeriz ve bu yoldan geçerken şeytanın ve şeytanların vesveselerine maruz kalırız. Kurbanın etine takılırız bu vesveselerle. Nihayetinde etinin değil takvanın Allah’a ulaşacağını tam idrak etmişken şeytan başka bir yerden yaklaşıp o halde kurban kesmenin gerekli olmadığına ikna etmeye çalışır.

Tabiatıyla bir çok kişi bu vesvesenin etkisinde kalır. Nasıl olsa Allah bizzat Kur’an-ı Kerim’de kurbanın etlerinin değil takvanın kendisine ulaşacağını söylediğine göre aslında kurban kesmek de gereksizdir. Bu iğvaya kapılan kişi zaten kendini takva noktasında mükemmel görme yanlışına da gark olmuştur. Kalbi gayet temizdir, ondan iyisi de yoktur aslında.

Amaç fakirlerin kursağından et geçmesini sağlamak olduğuna göre kasaptan et alıp dağıtmak da aynı işi yerine getirir. Kurbandan vazgeçmek için fena bir argüman değil. Buna da ikna edip vazgeçen yok mudur? Bir de amaç fakirlere yardım etmekse kurbansız, kansız, hijyen yardımlar da yapılabilir. Ver gıdasını, giysisini fakirin, gör acil ihtiyacını, sar yarasını, al sana kurban. Akabe yolunda kurbandan vazgeçirmek için şeytan(lar)ın türlü taktikleri vardır. Bazen kurban yerine horoz kestirmeyi fısıldar, bazen kurban yerine parasını başka hayır işlerine vermenin de aynı işi yerine getireceğini düşündürür ve vazgeçirir.

Neticede kurban mahalline kararlılıkla varıldığında şeytanın da bütün vesveseleri dağılmış, ortaya konulan tercih bütün bereketiyle semeresini verir.

Allah insana, yaptığı büyük tercihin fidyesini bizzat kendisi vererek, imtihanını başarıyla sonuçlandırır. Evet, Allah’ın İsmail yerine fidyeyi bizzat kendisinin ödemiş olması, Kur’an’ı Kerim’de kıssanın sonunda zikredilen bir hakikattir. Hakikat, İsmail’in ne İbrahim’e hatta ne de İsmail’in kendisine ait olduğudur. Üstelik onun yerine kesine koç da Allah’a aittir ve onun kesilmesini isteyen Allah’ın merhametini hiç kimsenin geçemeyeceğidir. O yüzden İsmail’n fidyesini koçla ödeyen İbrahim değil Allah oluyor ve İbrahim bunu çok iyi anlıyor. Fidye zamanı geldiğinde o, İsmail’i zaten kurban etmiş oluyor bile.

İbrahim’in bu fidyenin zaten eninde sonunda geleceğine dair bir hazırlığı veya bir güveni yoktur. Yani Allah’la aralarında (haşa) bir danışıklı dövüş yoktur. Öyle olsaydı İbrahim’in hikayesi çok saçma, sıradan ve anlamsız bir şey olurdu. Oysa bu olayda İbrahim Allah’ı da bildi, kendini de, İsmail’i de onun yerine Allah’ın ödediği fidye ile en açık şekilde görmüş oldu.

Sudanlı sosyal bilimci Abdulvahap el Efendi’nin zihni modern itikatlarla şekillenmiş bir Marksist arkadaşının “eğer Allah kendisine gelip oğlunu öldürmesini emretse, bunu asla yapmayacağını” söyleyen bir Marksist arkadaşına verdiği cevapla bitirelim: “bu, senin neden İbrahim olmadığını gösteriyor.” (A. El-Efendi, Kendi Hareketimi İncelemek: Kinizmsiz bir Sosyal Bilim, Postmodernizm ve İslam, Küreselleşme ve Oryantalizm, (der. Yasin Aktay, Abdullah Topçuoğlu, İstanbul: Vadi Yayınları, 3. Baskı, 2017, s. 362).

Kurban bayramınız mübarek olsun, hakka yakınlaştırsın.

#Kurban Bayramı
#Akabe