Özellikle bugünlerde Trump’ın Demokratların Meksika sınırına yapılmakta olan duvara karşı sergiledikleri, kendine göre, “inad”a karşı çektiği hükümeti kapatma restiyle iyice gerilmiş siyasi ortama rağmen böyle bir konsensusun ortaya konması çok istisnai bir hadise oluşturuyor. Kaşıkçı, ilginç bir biçimde AB siyasetindeki gerilimli bir ortamı yumuşatan, bütün Amerikalılara ortak değerlerini yeniden hatırlatarak bir tür ulusal uzlaşma kültürünü ölmekten kurtaran bir rol oynuyor.
Kongre üyelerinden Tom Malinowski’nin anma toplantısında yaptığı konuşmada “Kaşıkçı katillerinin sorumlu tutulması ve hesap vermesi gerekiyor, yoksa ortaya çıkan manzara Suudi Arabistan’ın ABD’yi yönetiyor olduğunu göstermiş olacak” mealinde sözler söylediğini nakletmiştik. Aslına bakarsanız, bu sözlerin ABD-SA arasındaki ilişkilerle ilgili bazı ezberlerimizi yeniden gözden geçirmek için bizi uyarıcı bir yanı var.
Hatırlarsanız, Trump Kaşıkçı cinayetinden çok kısa bir süre önce partisinin bir toplantısında seçmenlerine yaptığı konuşmada, SA kralına “bak Kral, bizim desteğimiz olmasa sen bir hafta bile ayakta duramazsın” demiş olduğunu söylemişti.
SA-ABD ilişkilerine dair mevcut ezbere alışık olanlar için bu sözler malumu ilam, ama bir o kadar da devlet başkanının ağzından alabildiğine nezaketsiz ve diplomatik skandal olarak değerlendirilecek sözlerdi. Bunu herkes böyle bilse de böyle uluorta söylenmezdi. İnsanlar hakikatleri bütün çıplaklığıyla dinlemeye hem hazır değil hem de istekli değiller. Nihayetinden uluslararası ilişkiler düzenini ayakta tutan söylemler törensel güzellemeler ve karşılıklı olarak tekrarlanan koca yalanlardan başka bir şey değil.
Peki Trump’ın söyledikleri gerçekten de tam olarak doğru muydu? Doğru olsa sanırım sadece bu sözlerin söylenmiş olması bile SA’yı yıkmaya yeter de artardı. Oysa bu sözleri MBS istihza ile geçiştirdikten sonra tek alternatifinin ABD olmadığını bile söyledi.
Bunun üzerine bir hafta sonra gerçekleşen Kaşıkçı cinayetinin MBS’in bu haddini bilmezliğine karşı ABD’nin verdiği cevap olarak yorumlayanlar bile oldu. Yani buna göre Kaşıkçı cinayeti aslında MBS’in bu meydan okumasına karşı SA’ya kurulmuş bir komploydu. Bu hikayeye SA medyası hemen sarıldı ve bir süre bu hikayeyle oyalandı tabii. Ancak ABD bütün aktörlerin cinayet kastı ve planlaması kendilerine ait olan böyle bir olayı nasıl kurgulamış ve MBS’in başına sarmış olabilirdi ki? Ne kadar zorlasanız kimseyi ikna edemeyeceğiniz bir senaryoydu bu.
Şimdi Malinowski’nin aklımıza getirdiği şu soruyu daha net biçimde soralım: Yoksa aslında tam tersi, ABD SA’yı değil de SA’mı ABD'yi yönetiyor?
Arap Baharı sürecini ters çevirecek karşı devrimleri başlatıp finanse eden ve bu iş için ABD kamuoyunu hazırlamak üzere tonlarca para hazırlayan ABD değil SA idi.
Ortadoğu’da demokrasinin gelişmesini engelleyen bütün tedbirleri alan, nerede bir demokratik gelişme varsa onu boğmak üzere bütün imkanları seferber eden yine SA’nın kendisidir.
Doğrusu hepimiz bütün bu işlerin sorumlusu olarak ABD’yi görmeyi daha fazla arzu ederiz, çünkü ABD malum sicili dolayısıyla her zaman bütün bu cürümlerin olağan şüphelisidir. Ama Cezayir’de doksanların başında seçimlerin iptaliyle birlikte ortaya çıkan ve ikiyüz bin insanın hayatına mal olan iç savaşta da SA’nın rolü çok büyüktü. Maksat sırf demokrasi gelişmesin, hele İslam ve demokrasi arasındaki bir buluşmayla Müslüman halklar iradeyi ellerine almasındı.
Mısır’da darbeyi yaptıran sonra bunun bütün uluslararası platformlarda meşruiyetini tesis etmeye çalışan SA oldu.
Bugün ABD’de resmi makamları ve Kongre üyeleri İhvan’ı terör örgütü olarak kabul etmedikleri halde onları bu yönde ikna etmeye çalışan da SA. Buna ikna edecek raporları ve konferansları için bir dizi düşünce kurulunu ve lobi faaliyetini finanse etmektedir
İlginç bir biçimde bütün Arap Baharı ülkelerinde karşı devrimci bir tutum üstlenen SA, Suriye’de Esad’ın devrilmesi yönünde bir tutum takındı ve baştan itibaren Amerikan karar alma organlarını bu yönde etkilemeye ve harekete geçirmeye çalıştı.
Suriye’de başta Esad’ı cezalandırma hareketi olarak başlatılan operasyonların hiçbir zaman tam bir devrime yol açmayacak şekilde, sürekli bir çözümsüzlük ve kaos düzenine dönüşmesinde de bu çabaların önemli bir rolü oldu.
Doğrusu Arap Karşı devrimleri ile Suriye’deki bu operasyon birlikte değerlendirildiğinde en büyük darbenin bu yollarla Türkiye’ye ve Türkiye’nin temsil ettiği demokratikleşme ve kalkınma süreçlerine vurulmuş olduğu net bir biçimde görülüyor.
Kimse bütün bu darbeler düzeninin faili ve hamisi olarak SA’ı görmüyor, ABD’yi görüyor. Oysa ABD’yi bu rolü oynamaya ABD içindeki lobi faaliyetleriyle veya diplomasisiyle, finansmanıyla zorlayan SA.
ABD politikaları lobi faaliyetlerinden çok etkilenen bir özelliğe sahip ve SA bugünlerde Yemen’de, Libya’da, Suriye’de ve Mısır’da ABD’nin başını belaya sokan, ABD’ye uzak vadede hiçbir şey kazandırmayan, bilakis çok şey kaybettiren politikaları yönlendiriyor.
Bu durumda Malinowski’ye “geçmiş olsun” demek gerekiyor, ABD’yi zaten Amerikalılar değil ya SA veya İsrail veya erken kalkıp yol alanlar yönetiyor.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.