Türkiye’de Gezi kalkışmasının ve Mısır’da darbeye götüren Temerrüt hareketinin 7. yıldönümünde Türkiye veya İslam dünyasının herhangi huzurlu bir bölgesinde beklenen hareketlilikler ABD sokaklarında ortaya çıktı. Sadece bir hafta içinde bütün ABD sathına yayılan ve ABD’yi bir yangın yerine çeviren protesto hareketleri her geçen gün yayılarak gelişti ve nihayet Beyaz Saray’ın kapılarına dayandı. Protesto hareketleri giderek barışçıl bir hak ve adalet talebinin ötesine geçip bir isyana dönüşmüş durumda.
İsyan, istikrarlı bir ülke görünümündeki ABD’nin içinde ne kadar güçlü çatışma potansiyelleri, fay hatları ve öfkenin birikmiş olduğunu da ortaya çıkarmış oldu.
Pax Americana’nın, yani bütün kozmopolit çeşitliliğiyle birlikte ABD’nin aslında ne kadar kırılgan olduğu bu olayla birlikte bir kez daha açığa çıktı. Sahi şu Pax-Americana’yı yani büyük Amerika siyasal bedenini bir arada tutan yapıştırıcı neydi? ABD dünyanın her yanını karıştırırken, bölerken, parçalarken, bombalarken, katliamlara, darbelere, vahşice sömürülere koşarken hangi siyasal beden bütünlüğüne ve gücüne güvenerek bütün bunları yapıyordu?
Genellikle bu sorunun cevabı bellidir aslında. Dünya siyasetinde bu işlerin peşinde koşan imparatorluklar aslında en büyük darbeyi kendi içlerinden, kendi beden sağlıklarını ihmal etmekten alırlar. Siyasal beden sağlığını temin eden en önemli şey ise toplumu oluşturan unsurlar arasında gerçekleştirdikleri “adalet”ten başkası değildir. Bu konu ise öyle görünüyor ki, ABD’nin baştan itibaren en büyük zaafı. Belki geçici zaferler, üstünlükler bu zafiyeti bir süre örtbas etmeye yarar, saldırılara veya toplumsal hararetlere karşı belli bağışıklıklar sağlar geçici başarılar, ama eninde sonunda bedenin nispeten zayıfladığı bir dönemde en ufak bir etki bütün hastalığın vücudu sarmasına, yormasına ve bitap düşürmesine yol açar.
ABD’de bütün bu isyanı tetikleyen olay Minneapolis eyaletinde polisin şüpheli bir siyahi vatandaşa uyguladığı acımasız ve orantısız şiddet sonucu ölmesi. Aslında bu olay ABD polisinin en sıradan davranışı. ABD’yi bilenler bilir, bu tür polis davranışları sonucu her yıl zaten yüzlerce kişi hayatını kaybeder. Ama çoğunun etkisi haber değerine bile ulaşmaz. Oysa bu olayın sıcağı sıcağına bütün detaylarıyla ve tesadüfen bir vatandaş tarafından kaydedilerek sosyal medyaya verilmiş olması toplumda infial uyandıran etkisini ortaya koydu. Bu etki şimdiye kadar sessiz kalınan bütün geçmiş vakaların toplamından biriken öfkeyi açığa çıkardı.
Bu arada siyahi kurban George Floyd’un ölmeden önce son olarak ağzından çıkan “nefes alamıyorum” sözlerinin lanetli bir etkisinin olduğunu da söyleyebiliriz. Bu paralelliği kuranlar da oldu, ama yineleyelim. Bu sözleri bundan bir buçuk yıl önce Suudi Arabistan’ın İstanbul başkonsolosluğunda boğularak öldürülürken Cemal Kaşıkçı’nın da son sözleri olarak hatırlıyoruz. Bu sözleri duymazdan gelenler sonradan o sözlerle dalga dalga yayılan bir adalet talebinden kaçamadılar, kaçamıyorlar. Bu sözler adaletin gereği yerine getirilmediği sürece onların yakasından hiçbir zaman düşmüyor. Nefesleri haksız yere kesilerek öldürülenlerin intikamından kaçılamıyor.
Trump yönetiminin nefesi kesilerek öldürülen ve sonradan cesedi parçalanarak yok edilen Kaşıkçı için adalet taleplerini göz ardı ederek şüphelilere sağladığı koruma şimdi bu olayı hatırlatarak ABD’nin düzenini, istikrarını korumasız hale getirmiş görünüyor. “Nefes alamıyorum” sözü şimdi bütün gösterilerin en önemli sloganlarından biri haline gelmiş durumda.
Yanlış anlaşılmasın, ne Kaşıkçı meselesinde ne de başka ülkelerdeki faaliyetleri dolayısıyla, hiç de rövanşist bir akıl veya duyguyla yaklaşılacak bir konu değil ABD’de yaşananlar. Bütün bu protestolar, gösteriler, eylemler elbette ABD içindeki derin rahatsızlıkların dışavurumu, ancak olaylardaki şiddetin, yağmaların, vandalizmin güzellemesi yapılamaz.
Konu artık demokratik bir hak ve adalet talebinin ötesine geçmiş ve olaylara katılanların önemli bir kısmının derdi ne Floyd için adalet ne de her yıl yüzlerce siyahi veya İspanik vatandaşa karşı uygulanan şiddet, ne de genel olarak ABD’nin daha adil olması. Kitle hareketleri kontrolden çıktığı andan itibaren kimin ne istediği de bilinmez hale gelir ve başka haksızlıkların, yanlışların, yağmanın ve vandalizmin cirit attığı fırsatlara dönüşür ki, daha geniş kitleler dönüp göstericilerin sesine kulak vermek yerine onların yol açtığı istikrarsızlığı telafi edecek bir sert bir düzeni veya müdahaleyi, hatta darbeyi talep edecek hale gelirler. 2005 yılında Fransa’daki gösterilerin Sarkozy’nin önünü nasıl açtığını unutmayalım.
ABD’de de çığırından çıkan gösterilerin Trump’ın federal orduyu devreye sokarak eyalet yönetimleri devre dışı bırakacak müdahalelerine zemin hazırlıyor şu anda.
Herkes belki tersini bekliyor şu anda ama tam da bu sürecin sonunda yaklaşan seçimlerde başarısının tohumlarını ekiyor da olabilir bütün bunlar.
O zaman tekrar sorarız: Amerika kimin için yanıyor?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.