ABD aslında kimi yargılamaya çalışıyor?

04:001/04/2017, Cumartesi
G: 17/09/2019, Salı
Yasin Aktay

Halk Bank Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla geçtiğimiz günlerde ABD'de gözaltına alındı.
Atilla'nın gözaltına alınması sonrasında FETÖ'ye yakın veya FETÖ tarafından kullanılan bir takım çevreler yeniden 17-25 Aralık darbe girişimini bir yolsuzluk operasyonu gibi sunmaya başladılar. Hadiselerin bir anda böyle bir mecra takip etmeye başlamış olması aslında Atilla'nın neden gözaltına alındığı, bu hukuksuz eylemle neyin amaçlandığı konusunda bir takım çıkarımlarda bulunmamıza olanak sağlıyor. Yaşananları daha sağlıklı bir şekilde anlayabilmek için dış politikamıza temas eden bazı hususları da hatırlamakta fayda var.


ABD ile İran arasındaki ilişkiler İran İslâm Devrimi sonrasında ciddi şekilde bozuldu.

Şah Rejimi döneminde ABD'nin bölgedeki ileri karakolu olarak değerlendirdiği İran

'da iktidara gelen Humeyni “Büyük şeytan” açıklamasıyla ABD ile ilişkilerin nasıl seyredeceği konusunda bir işaret vermişti. Humeyni sonrası Rafsancani ve Hatemi dönemlerinde yumuşama eğilimi gözlemlense de Ahmedinejad döneminde ilişkiler iyice gerildi.



Ağustos 2002'de ABD'de bulunan İran rejimine muhalif

İran Ulusal Direniş Cephesi'nden Ali Rıza Caferzade İran'ın tüm dünyadan gizli nükleer program yürüttüğünü bazı fotoğraflarla birlikte bir basın toplantısında açıkladığında bir infial oluştu.

Tartışmaların ve baskıların artması üzerine dönemin Cumhurbaşkanı Hatemi 2003 yılı başlarında ülkesinin enerji üretimi maksadıyla bir nükleer program yürüttüğünü kabul etti. Bu açıklama İran üzerindeki baskıyı arttırdı. O dönem

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) başkanı olan Ali Baradey yaptığı açıklama ile İran'ın ajansa bilgi vermeden sürdürdüğü nükleer çalışmalarla Nükleer Silahların Yayılması Antlaşmasını (NPT) ihlal ettiğini açıkladı.

Baskıların yoğunlaşması üzerine İran NPT'nin ek protokolünü imzaladı ancak bu hamle İran üzerindeki baskıları bitirmedi.



Özellikle ABD'nin İran'ın nükleer programı dolayısıyla bu ülkeye uyguladığı baskı artarak devam etti.

Ahmedinejad yönetiminin gerginliği azaltmak yerine bu gerginliği İran iç siyasetinin dizaynında kullanmayı denemesi, İran'ın nükleer programının İsrail tarafından ABD politikasında aynı şekilde kullanılması sürecin bir biçimde şekil değiştirmesini de beraberinde getirdi.

İran'a uygulanan yaptırımlar da yavaş yavaş boyut değiştirmeye başlamıştı.



Öyle ki ABD içerisinden bir klik sanki İran'ı daha da saldırganlaştırmak ve İran'ı sistem dışarısına çıkarmak istiyordu. Savaş kapıda yorumları yapılırken devreye giren Türkiye ve Brezilya devreye girdiler. B

rezilya'nın o dönemki devlet başkanı Lula'ya bir mektup yazan Obama, İran'ın zenginleştirilmiş uranyumunun Türkiye'nin emanetine verilmesi için Ankara'yı ikna etmesi konusunda

girişimde bulunmasını rica etti. Aslında aynı öneriyi daha önce de UAEA Başkanı Baradey de yapmıştı.



Türkiye ve Brezilya'nın aracılığıyla İran'ın nükleer programının kontrol altına alınması için bir uzlaşıya varıldı.

Ancak ne olduysa bundan sonra oldu ve soruna bulunan

çözüm reddedildi.

İran, Brezilya ve Türkiye arasında varılan uzlaşıyı simgeleyen Tahran Deklarasyonu uygulanmadı ve

İran'a uygulanan yaptırımlar genişletildi.
Bu yaptırımlar arasında en dikkat çekeni İran'ı tamamiyle bir Haydut Devlet pozisyonuna getirmeyi amaçlayan İran'ın Swift Kodunun silinmesiydi.


Küresel Transfer işlemlerinde kullanılan Swift Kodu sisteminden İran'ın çıkarılması İran'ı tamamen kayıt dışı ekonomiye açtı.

Bu süreçte İran'la trampa usulü ticaret gerçekleştiren ülkeler İran'dan yüksek miktarda artı değer aktarımı sağladılar.


Türkiye ise İran'la ticaretini Tahran'da açık bırakılan Halk Bankasının bir şubesi üzerinden sürdürdü.

Böylelikle hem İran'la dürüst bir ticaret rejimi sürdürülmüş oldu hem de İran'ın tamamen sistem dışına çıkması engellenmiş oldu. İran'dan ithal edilen enerji kaynakları için gereken bedeller İran Merkez Bankası'nın Halk Bankası'nın Tahran Şubesindeki hesabına yatırılıyordu.

Böylece o döneme kadar ticarette ikili ilişkilerde tarihi zirve de görülmüş oldu. 2010 yılında Türkiye'nin İran'a ithalatında 10 milyar dolar görüldü.


Halk Bankasının kritik süreçlerdeki bu rolü onun hükümete karşı gerçekleştirilen operasyonlarda kullanılmasını beraberinde getirdi. Bu operasyonlardan ilki 17-25 Aralık süreciydi. Yolsuzluk gibi Türk toplumunun hassas olduğu bir argümanla ve meşruiyeti kendinden menkul bir güç olarak yargının cuntalaştırılması suretiyle seçilmiş hükümet devrilmeye çalışıldı.

FETÖ'nün Halk Bankası üzerinden geliştirmeye çalıştığı algı, sürecin bel kemiklerindendi.

Şimdi Türkiye'de referandum sürecine girilmişken Halk Bankası üzerinden yeni bir operasyon yapılmaya çalışılıyor.

Halk Bankası üzerinden gelişen operasyonun böyle bir tarihsel serüveni var.


Şimdilerde ABD merkezli Halk Bankası üzerinden yeni bir süreç işliyor.

Hani şu

15 Temmuz

darbe girişiminden sonra darbe girişiminin firarisi Adil Öksüz'ü telefonundan arayan ABD'nin yetkilileri İran'a ambargonun delinmesi suçlamasıyla Mehmet Hakan Atilla'yı gözaltına alıyor.

Fotoğrafın bütününe bakınca ise ABD aslında Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısını değil Türkiye'nin bölgesel rolünü yargılamaya çalışıyor gibi bir görüntü çıkıyor.

Süreci Türkiye'ye yönelen uluslararası operasyonun bir başka ayağı olarak görmemek için bir sebep var mı?



Dahası, şu anda bir terör örgütü olarak FETÖ'nün bütün unsurlarına vermekte olduğu yardım ve yataklık desteği ile ve yine bir terör örgütü olan PYD/PKK ile yaptığı açık işbirliğiyle savunma durumunda olması gereken ABD'nin Türkiye'yi herhangi bir şekilde bırakın yargılamayı, eleştirecek bir konumu var mı?


#ABD
#Halk Bank
#FETÖ