Acı çekmeden kazanamazsın

04:0019/01/2020, Pazar
G: 19/01/2020, Pazar
Yaşar Süngü

“Acı, üzüntü, hayal kırıklığı ve başarısızlık yoksa bir hayatın içinde, o hayattan bir hikaye çıkmaz. Bunlar genellikle, patron çocuklarının özellikleridir.İnsan değeri bilmezler, kızarak yönetirler ve her şeye hakları olduğunu düşünürler.Şimdi orta gelir düzeyindeki ve bir üst gelir düzeyindeki aileler de bunlara özenerek çocuk yetiştirmeye başladılar…”Yukarıdaki uyarı cümleleriPsikolog Prof. Dr. Acar Baltaş’aait.Türk usulü başarı yollarını anlatırken söylediği gibibir hayatın anlamlı olabilmesi

“Acı, üzüntü, hayal kırıklığı ve başarısızlık yoksa bir hayatın içinde, o hayattan bir hikaye çıkmaz. Bunlar genellikle, patron çocuklarının özellikleridir.

İnsan değeri bilmezler, kızarak yönetirler ve her şeye hakları olduğunu düşünürler.

Şimdi orta gelir düzeyindeki ve bir üst gelir düzeyindeki aileler de bunlara özenerek çocuk yetiştirmeye başladılar…”

Yukarıdaki uyarı cümleleri
Psikolog Prof. Dr. Acar Baltaş’a
ait.
Türk usulü başarı yollarını anlatırken söylediği gibi
bir hayatın anlamlı olabilmesi için acı, üzüntü, hayal kırıklıklarının olması gerekir
.

İnsanın ne kadar olgunlaştığı bu duyguların miktarına göre değişir.

**

“Çocuklarınızı ailedeki refaha ortak etmeyin”
diye uyaran Baltaş, bunun nasıl olacağını da şöyle anlatıyor;
Çocuklarınızı ailedeki sorumluluklara ve hayata ortak edin.

Yaz tatili okulu tatil eder.

Çocuklarınızı mutlaka 13 yaşından itibaren yaz tatillerinde işe gönderin.

**

Baltaş,
“En tehlikeli yalan, içine doğru karışmış yalandır”
derken de aslında doğrunun, doğruluğun, doğru olmanın zorluğuna da dikkat çekiyor.

O yüzden her zaman doğru olmak yetmiyor.

Yetmediğini
“Emrolunduğun gibi dosdoğru olun”
ilahi emirden anlıyoruz.

**

Dosdoğru olmak sosyal medyadaki kopya yapıştır uygulaması gibi kolay olsaydı
Yunus Emre
Taptuk Emre’nin dergahına (üniversitesine) 40 yıl odun taşımazdı. Sadece doğru olmak yetseydi 40 yıl ormandan bulduğu odunları getirirdi.

Ama o odunun bile düz olanlarını aradı.

“Bu dergaha eğri odun yakışmaz” dedi.

Doğru olmakla dosdoğru olmak arasındaki fark bu olsa gerek
.

**

Bir yıl değil, beş yıl değil, yoksul Yunus tam kırk yıl hergün dağdan odun taşıdı.

Durumundan kimseye yakınmadı, yazıklanmadı.

Kırk yıl geride kalmıştı.

Bir akşam
Taptuk ocağında
kalabalık bir topluluk yer almıştı.

İlahiler okunacak, şiirler söylenecekti.

Yunus da dağdan yorgun argın gelmiş, kapı ardında bir yere ilişmişti.

Ak sakallı Taptuk Koca, topluluğa bakındı.

En arkada kapı dibinde Yunus’u gördü.

“Haydi oduncu Yunus, sen söyle!”

O gece dinleyenler kendilerinden geçtiler.

Ertesi gün hocası Taptuk Emre Yunus’u çağırdı:

“Artık,” dedi, “aradığını buldun.
Çilen doldu,
tamam oldu. Bundan böyle bu kapıya odun getirmen gerekmez.”

**

Üniversiteyi 40 yılda bitirdikten sonra diplomayı alan Yunus pirinin elini öptü.

Sırtında aba, ayaklarında çarık, omzunda çıkını, elinde sopası yollara düştü.

Dağlara taşlara, uçan kuşlara, tarlalarda çalışan insanlara, atlarının üstünde kurumlu kurumlu giden eli kanlı beylere şiirler söyleyerek yıllarca dolaştı.

Hikaye edilir ki yolu bir gün Konya’ya düşer.

Büyük şair ve bilgin Mevlana’nın yanına varır, elini öper.

Mevlana kendisine yeni yazdığı altı ciltlik Mesnevi adlı kitabını gösterir ve sorar.

Yunus bakar, karıştırır:

“Uzun yazmışsın,” der, “Ben olsam,
Ete
kemiğe büründüm Yunus diye göründüm derdim
, olur biterdi.”

Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır.

**

Ne kadar doğru bilinmez ama şöyle ders alınacak bir hikaye daha anlatılır Yunus Emre hakkında;

Derler ki, Yunus üç bin tane şiir yazdı. Şiirlerinin yazılı bulunduğu defter, Yunus öldükten yüz yıl sonra
Molla Kasım
adında pişmemiş ama piştiğini zanneden yobaz bir sofunun eline geçti.

Defteri yanına aldı. Irmak kıyısına vardı.

Sağ yanında bir ırmak akıyordu sol yanında da bir ateş yaktı.

Başladı şiirleri okumaya.

Dar kafalı Molla, şiirleri okuyor hiç birisini beğenmiyordu.

Bunları (Anladığı) dine aykırı buluyordu.

Okuduğu sayfayı koparıyor kimini yanı başında sessiz sessiz akıp giden ırmağa atıyor, kimini de oylum oylum yanan ateşte yakıyordu.

Tam iki bin şiiri yok etmişti.

Birden eline iki bin birinci şiir geçti.

O şiirin sonunda şöyle deniliyordu:

“Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sorguya çeken bir Molla Kasım gelir.”

Molla Kasım böğründen kurşun yemişe döndü.

Dili dişi kitlendi.

Ben ne yaptım da iki bin şiiri yaramaz diye yok ettim,” diye dövünmeye başladı.”

Ama bize Yunus’un bugüne kadar ulaşan diğer şiirleri yetti.

**

Dedelerimiz ninelerimiz babalarımız ve annelerimiz Yunus Emre’yi öğrenselerdi, bugün onların çocukları ve torunları
batının psikopat, bunalımlı filozoflarının
taklitçisi olmazlardı.

Herkes konuşmadan, yargılamadan önce aynaya bakmalı.

Ve kendi karnesine.

#Yaz tatili
#Çocuk
#Acar Baltaş