Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamlarının elli yedinci yıldönümündeyiz: 27 Mayıs darbesini yapanların esamisi bile okunmuyor. Buna mukabil, “ABD’nin emriyle” idam ettikleri bu üç siyaset adamı hayırla anılmaya devam ediliyor.
Rahmetli Başvekil Menderes, idamından evvel –günlerce süren– dehşetli işkencelere uğramıştır…
Bu işkencelerin en dramatik, en vahşi olanı ise halen daha gün ışığına çıkmış değildir!
Umulur ki, bir gün bu ibretlik “derin belgeler” yayınlanır…
Böylelikle, Kahpe Amerikan Devleti ile içerideki bilumum işbirlikçilerinin –vahşetin şahikasına çıkmış– zalimliklerini tüm Türkiye öğrenir!
İdam edildiği gün tutulan vasiyet zaptında; Menderes’in “Hayata veda ettiğim şu anda devlete ve millete saadetler dilerim. Karım ve çocuklarımı şefkatle andığımı bildiririm” şeklindeki sözleri yer alıyordu…
Menderes’in İmralı Adası’ndaki idamından bir gün sonra eşyaları liste halinde tutanağa geçirildi.
Eşyaları teslim alanlar arasında Topçu Üsteğmen Teoman Koman’ın imzası da vardı.
Türkiye’deki Baronsal Gladio’nun mutemet adamlarından olan Koman, 1988-1992 yıllarında MİT Müsteşarlığı yaptı. Son asker müsteşardı.
Dönemin Başbakanı ve de Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile sürekli ters düşmüştü.
1990 yılı ile başlayan “laik aydın cinayetlerinin” çoğunun Koman’ın görev yaptığı döneme rastlaması dikkat çekicidir!
İşte bu seri cinayetlerden birinde, Bahriye Üçok “evine kargoyla gönderilen paketin patlaması sonucunda” 6 Ekim 1990 tarihinde hayatını kaybetmişti.
“Bahriye Üçok’a bombalı kargoyu götüren Gülay Çalap’a söz konusu paketi Teoman Koman’ın şoförünün verdiği” bilgisi çoktan unutulmuştur…
Cinayet, diğer laik aydın suikastları gibi kafadan hayali bir “İslami Hareket” örgütüne yıkılıvermişti!
Muammer Aksoy’un katledilişinin birinci yıldönümünde (31 Ocak 1991 tarihli Cumhuriyet) Uğur Mumcu bile “İslami hareketin en son kıydığı can Bahriye Üçok’tu” diye yazmıştı.
Müsteşar olduğu dönemde basından bazı isimlerle bir yemekte bir araya gelen Teoman Koman’ın “İçinizden biri de öldürülebilir” dediği -o günlerde- yemeğe katılanlardan bazılarının köşelerinde yazılarak kayıtlara geçmiştir.
Bir buçuk yıl kadar sonra (24 Ocak 1993); o yemekte bulunanlardan Uğur Mumcu bombalı bir suikast sonucu hayatını kaybetmişti!
Bu sütunda defalarca kanıtlandığı üzere, Mumcu Suikastı da hayali/uydurma bir “İslami örgüt”ün, dahası cinayetle zerre miskal alakası olmayan masum gençlerin üzerine yıkılmıştı…
Böylelikle; Mumcu’dan Üçok’a, Aksoy’dan Emeç’e kadar ne kadar laik aydın cinayeti varsa, hepsinin perde arkasında yer alan Türkiye’deki Gladio’nun üzeri itina ile örtülmüştür.
Geçen haftaki yazımızda değindiğimiz 12 Eylül darbesiyle ilgili ABD’nin gizli belgelerinde yer alan bir ayrıntıyı da buraya not edelim…
Dönemin İstanbul Başkonsolosu olan Robert Houghton, 27 Eylül 1980’de ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği “Özel” ibareli yazıda İstanbul’daki atmosferi aynen şöyle tanımlamış:
“Ordu’nun yönetimi ele almasının ardından işadamlarının çoğunluğu sevinçten neredeyse havalara uçuyorlar…”
Sözü edilen işadamları yani Komprador Burjuvazi, zaten 12 Eylül 1980 darbesinin takvimi işlemeye başladığından beri (Mart 1979) “nelerin planlandığından” haberdardı!
Dahası, işin içindelerdi! Onlardan bazılarının “rütbesi” ise generallerden bile daha yüksekti: Elbette, askeri bir rütbeden söz etmiyoruz!
1 Şubat 1979’daki Abdi İpekçi Suikastı’ndan (aynı tarihte Humeyni İran’a döndü) bir ay kadar sonra Washington’dan İstanbul’a gelen ve Boğaz’a nazır bir lokantada Türkiye’den ünlü işadamlarıyla yemek yiyen “derin kadro”da acaba kimler yer almıştır?
A.Frachon ile D. Vernet’in imzalarını taşıyan “Mesyanik Amerika” adlı kitapta (2004 Basımı/Sayfa: 102); Neo-Con’ların Başöğretmeni olarak bilinen Soğuk Savaş döneminin “nükleer stratejisti” Albert Wohlstetter’ın (1913-1997) o derin ekibin başındaki isim olduğu yazılıdır.
Yemekte “öğrencileri” Richard Perle ile Paul Wolfowitz de bulunmuştu: Bu ikilinin sonraki yıllarda kötülükleriyle meşhur olduğunu biliyorsunuz!
ABD’den gelen bu derin misafirlerini ağırlayan İstanbul’un ünlü işadamları; İran’daki Humeyni devriminin konuşulduğu o günlerde “Sırada Türkiye mi var?” diye (aslında cevabını bildikleri bir suali) sorduklarında; Wohlstetter’dan aldıkları karşılık şu olmuştu: “Türkiye, sıradaki problem değildir; sıradaki cevaptır!”
İşte bu sözler, o günlerde henüz kesin tarihi belli olmayan darbenin yani 12 Eylül 1980’in işaret fişeğiydi.
12 Eylül 1980 darbesinden bir hafta sonra; “Türkiye’nin en zengin işadamı” Vehbi Koch’un Evren’e yazdığı mektubu da bu vesileyle hatırlayalım…
Mektubun 13. maddesinde şu cümle okunuyordu:
“Basının eleştiri yapmasına kesinlikle izin verilmemelidir.”
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.