|
Vambery’nin izinde sahte dervişler

Siyonist ideolojiye mensup araştırmacılar 20. yy’ın ikinci yarısından itibaren Doğu Avrupa ve İslam coğrafyasının merkez bölgeleriyle ilgili bilgi üretiminde söz sahibiydi. Bu araştırmacılar umumiyetle İngiltere ve ABD merkezli kurumlara bağlıydılar. Bu ülkelerin araştırma kurumları Siyonist ideolojiye mensup araştırmacılara hem alan açmış hem de desteklemişti.

İngiltere ve ABD merkezli Siyonist araştırmacıların Kafkasya ve Türkistan’la ilgili bilgi üretiminde doksanlardan önce belirli zorluklar yaşadığını kabul edebiliriz. En azından onlar bu sahada açıkça boy gösterememişlerdi. Avrupa ve ABD’de birtakım kurumlar Sovyet hâkimiyetinde yaşayan Türk ve Müslümanlarla ilgili çalışmalara kaynak aktarmıştı. Fakat bu kurumlarda çalışan oryantalistlerin Siyonizm’e bağlılık derecesi hakkında kesin bir bilgiye ulaştığımı söyleyemem. Andığımız bölgeler coğrafî olarak birbirinden kopuk değillerdi fakat önemli farklılıklarla temayüz etmişlerdi. Buna rağmen sahanın farklılıkları alan çalışmalarına dâhil olan araştırmacılar için geçerli değildi. Oryantalistlerin çok önemli bir kısmı ideolojik olarak birbirinden ayrı ya da düşman kamplarda değildi. Oliver Roy ile Gilles Kepel’in birbirine göre yaklaşım farklılıkları olabilir fakat ideolojik olarak birbirinin zıttı değillerdi. Hatta aralarındaki ortaklıklar çok daha barizdi.

Arminius Vambery, her ne kadar dinî bağlılığı ile bilinen bir araştırmacı olmasa da millî kimliğinden dolayı Türkistan coğrafyasını seyahate giriştiğinde derviş kılığına bürünme gereği hissetmişti. Bu hissin on dokuzuncu yüz yılla sınırlı olmadığını anlıyoruz. Sovyet sonrası dönemde Türkistan coğrafyasına yönelen oryantalistlerin, Arminius Vambery’nin izinden gittiklerini söyleyebilirim. Fakat aradan geçen yüz yıldan fazla zamanda büyük değişimler vardı. Bu sebeple yeni kurulan Türk cumhuriyetlerinde rahatlıkla at koşturabilecek insanları bulmak gerekiyordu. FETÖ olayının çok farklı bağlamlarda incelenmesi gerektiğini ifade ederken kastettiğimiz de bu türden ayrıntılar. Geçmişte FETÖ’nün Türk coğrafyasına sızmasını sıradan bir hadiseye indirgedik ve onların bölgesel faaliyetleri ölümcül sonuçlar doğurdu. Bu sonuçlar bundan sonraki dönemler için de geçerlidir. Çünkü bu yeni unsurlar Vambery gibi kılık değiştirme gereği hissetmeden coğrafyanın derinliklerinde faaliyet yürüttü. FETÖ’cülerin coğrafya hakkında ürettiği bilgiler Batı hegemonyası açısından oldukça değerliydi ve bundan sonra da değerini kaybetmeyecek, gözden düşmeyeceklerdir.

Bilgi üretimini oldukça geniş anlamda kullandığımı ifade etmek isterim. Örneğin tarımsal üretimle ilgili birkaç sayfalık raporları da oryantalizm çerçevesinde ele almamız gerekir. Fakat burada asıl dikkat çekici olan ve üzerinde durulması gereken, Batı adına bilgi üretim sürecine dâhil olanların da ideolojik farklılık sorunu yaşamamasıdır. Self oryantalizm kavramı dikkat çekmeye çalıştığımız sorunu kapsam dışında bıraktığı için bu alanda yapılan tartışmalar dar bir çerçevede devam etmektedir. Hâlbuki Doğu araştırmalarında sorun artık yanlış temsil boyutunun ötesine geçmiştir. Tarımsal üretimdeki yeni bilgilerin Batı’ya rapor edilmesini oryantalist araştırmalar bağlamında ele aldığımızda bilinen anlamıyla self oryantalizmin dışına çıkıyoruz. Bu da bilgi üretimine dâhil olanların ideolojik uyumlarını görünmez kılıyor. Oysa asıl ideolojik benzerlikler bu ayrıntılarda gizlidir.

FETÖ olayı 15 Temmuz vesilesiyle tekrar gündeme geldi. O gün Türkiye’yi etkisizleştirmek ve İslam coğrafyasının dinamizmini kırmak istemişlerdi. Başaramadılar. Türkiye’de özellikle seçkinler, geçmişte, bu yapının ne anlama geldiğini kavrayamadı. Seçkinlerin kimlerden ibaret olduklarını aşağı yukarı zihnimizde canlandırabiliyoruz fakat seçkinler kavramını ihtiyatlı kullandığımı da belirtmek isterim. Çünkü seçkinlerin önemli bir kısmı İngiltere ve ABD ile uzlaşıldığını bilerek bu yapıya alan açtı. İstanbul merkezli birtakım sermaye grupları seksenli yıllardan itibaren yeni bir döneme hazırlanıldığını görmüştü. O tarihlerden itibaren Kafkasya ve Türkistan’a yönelik faaliyetlere büyük destek verdiler. Seçkin oldukları hâlde Batı adına faaliyet yürütüldüğünü göremeyenlerin önemli bir kısmı süreci hâlâ anlayabilmiş değildir. Bunların “aydınlanma” yaşayacaklarına dair herhangi bir belirti de yok. Bu da yeni bir seçkin zümrenin ortaya çıkmasını zorunlu hâle getiriyor.

Grupların bu türden yeni bir zümreye alan açmayacağı veya açamayacağı yaşanan tecrübelerden anlaşılmaktadır. Kişisel inisiyatiflerin önemi ortadadır. Bu, mevcut şikâyet dilinin kırılmasına da imkân verecektir.

#FETÖ
#15 Temmuz
#Selçuk Türkyılmaz
2 ay önce
Vambery’nin izinde sahte dervişler
Kara dinlilerle milletin savaşı
Transfer kaosu
Bu oyun gelişir
Gannuşi’den Gazze’ye giden yolu kim kapatıyorsa?
Dünya bize gebe, biz hakikate…