“Nobel” yaz, bir boşluk bırak...

00:0012/11/2006, Pazar
G: 28/08/2019, Çarşamba
Selahattin Yusuf

Nobel olayımızın havaya kaldırdığı tozun yavaş yavaş yere inmeye başladığı şu günlerde fark edebiliyoruz ki Türkiye Orhan Pamuk''un ödülünü genel olarak “anlayışla” karşıladı ve suhuletle “sindirdi.” Orhan Pamuk''a verilen ödülün karşısında buz gibi bir nezakete bürünen yandaşlarının ve karnı derin bir yerlerinden sancılanan muhaliflerin bilinçlerinin altında aslında şöyle bir karmaşa yatıyor: Bu ödül bize(!) verildiğine göre o kadar önemli bir şey olmasa gerek. Biz bunu niye hak ede(BİLE)lim ki!

Nobel olayımızın havaya kaldırdığı tozun yavaş yavaş yere inmeye başladığı şu günlerde fark edebiliyoruz ki Türkiye Orhan Pamuk''un ödülünü genel olarak “anlayışla” karşıladı ve suhuletle “sindirdi.” Orhan Pamuk''a verilen ödülün karşısında buz gibi bir nezakete bürünen yandaşlarının ve karnı derin bir yerlerinden sancılanan muhaliflerin bilinçlerinin altında aslında şöyle bir karmaşa yatıyor: Bu ödül bize(!) verildiğine göre o kadar önemli bir şey olmasa gerek. Biz bunu niye hak ede(BİLE)lim ki! Bütün kof şamatasına rağmen bu anlamlı sessizlik, aslında bizim bilincimizin derinliklerindeki “alçaklığın”, küçüklüğün “kompleks” bir dışavurumuydu. Tesadüfen de doğruydu ama. Çünkü gerçekten Orhan Pamuk kendi dilini başarıyla meşk edememiş, (yazamamış bile!) bir yazar. Bunu, bazı yazarların yaptığı gibi onun kitaplarındaki bozuk Türkçe cümlelere, çalıntı bölümlere filân bakarak söylemiyorum. Yıllar önce de birkaç yazıyla anlatmaya çalıştığım gibi, Orhan Pamuk''un teklif ettiği sorun bütün çabasına rağmen estetik değil; politiktir. Çünkü onun metinleri, yazarını derinlikleri acemice kurcalamaya çalışmış bir yazar olmaktan çıkaramamıştır. Metni de tıpkı fiziki görünümü gibidir: İnsana hüzün verecek denli acemi.

Orhan pamuk, Türklere şaşılacak kadar benzeyen bir dünyalı. Türkçe''ye şaşılacak kadar benzeyen bir “yabancı dille” yazıyor ve memleketimiz hakkında, çalışkanlıkla -ama dokunaklı bir biçimde yalnızca çalışkanlıkla- elde edilmiş malumatlara sahip. Onun asıl çaresizliği, kendini trajik bir biçimde yanlış anlamış olmasında. Hissiyatı ve derinliği, kendi kalbinin derinliklerinden bilgi alırken bile elinde bloknot kâğıtlarıyla tükenmez bir kalem bulanan dikkatli(!) bir muhabirinkine benziyor.

Nobel''in öbür yüzüne dönecek olursak. Hep söylendiği gibi bu ödül, Tolstoy''a verilmemiş olmakla sakatlanmış bir ödüldür. Batı alemi dışındaki Nobelist yazarların (nadiren seçildiklerinde bile - meselâ Mahfuz, Naipaul) Batı zekâsına ve duyarlığına yakın olmaları, büyük bir soru işaretidir. Sanırım Tolstoy da bunun için seçilmedi.

Ayrıca Soljenitsin''in, SSCB dağıldıktan sonra bir Batı casusu olduğunun ortaya çıkması önemli bir açık. Ancak Boris Pasternak''ın hakkını teslim etmek lazım. Pasternak, her ne kadar Dr. Jivago''nun (SSCB''nin hep ürktüğü ve gördüğü yerde başını ezdiği) “bireyciliğini” fitne olarak kolektivist Rusya''nın içine soktuysa da şiiri büyük bir şiirdir. Pasternak''ın üzerinde sakil durmamaktadır ödül. Ancak yine de iki kritik soru yine de geçerlidir: Nobel neden Yahudi Pasternak''a veriliyor da büyük şair, dev adam Mayakovski''ye verilmiyor. Rus kırının kokusunu olağanüstü bir sezgiyle şiire aktarmış bulunan Yesenin''e verilmiyor? Arseny Tarkovski''ye verilmiyor?

Sorular ve Nobel''in uyandırdığı çağrışımlar elbette daha fazla. Ama yerimiz şimdilik bu kadar.