“Yöneticilerin Hesap Günü Var mı”

04:0025/02/2018, Pazar
G: 25/02/2018, Pazar
Ömer Lekesiz

Yazımın başlığı, Nihat İnanç’ın, yakın zamanda Çıra Yayınları arasından çıkan kitabının adıdır.İnanç, 2008’de Muş Alparslan Üniversitesi’ne kurucu rektör olarak atanmış; 2012’de seçimle yeniden üstlendiği bu görevden; 7 Haziran seçimlerinde milletvekili aday adaylığı başvurusu nedeniyle istifa ederek ayrılmıştır (2015). Halen Kırıkkale Üniversitesi’nde öğretim üyesi ve rektör yardımcısı olarak akademik hayatını sürdürmektedir.İnanç kitabına Bir Rektörün Aklında Kalanlar alt başlığını uygun görmüş.

Yazımın başlığı, Nihat İnanç’ın, yakın zamanda Çıra Yayınları arasından çıkan kitabının adıdır.

İnanç, 2008’de Muş Alparslan Üniversitesi’ne kurucu rektör olarak atanmış; 2012’de seçimle yeniden üstlendiği bu görevden; 7 Haziran seçimlerinde milletvekili aday adaylığı başvurusu nedeniyle istifa ederek ayrılmıştır (2015). Halen Kırıkkale Üniversitesi’nde öğretim üyesi ve rektör yardımcısı olarak akademik hayatını sürdürmektedir.



İnanç kitabına Bir Rektörün Aklında Kalanlar alt başlığını uygun görmüş. Dolayısıyla bu kitap bir hatırat olmadığı gibi, günlük de değil; akılda kalan gerçeklerin kaydından oluşan şahsi bir tarihtir ki, kendisi de önsöz’ünde bunu şöyle çerçevelemiş:

“Muş Alparslan Üniversitesi’nin kurucu ve devamında seçilmiş rektörü olarak, yaklaşık altı buçuk yıllık görev süremden; örnek olayları konu alan, gerçek hayattan kesitler sunan bu kitabı, iki ay gibi kısa bir sürede, kendime özgü bir üslupla, roman tarzında yazdım. Kitapta, tamamı gerçek olan; mekân, zaman, şahıs ve olay temelinde konuları işledim.”

Kurucu rektörlük, yeni bir üniversite inşa etmenin, akademisyeniyle ve öğrencisiyle birlikte sıfırdan bir eğitim-öğretimi başlatmanın tüm zorluklarını ihtiva eden bir terimdir ama, o zorlukları sadece yaşayanlar bilebilirler. Yoksa, ilk bakışta bir bânîlik vurgusu taşımasıyla, salt sosyal ve bürokratik kredi sağlayan bir unvandır.

Hele, kitaptaki kayıtlara konu olan zamanlar itibariyle Muş gibi sorunlu bir şehirde kurucu rektör iseniz, söz konusu unvan başlı başına bir güvenlik problemi, daha açık bir söyleyişle can pazarında kelleyi koltuğa alarak yaşamak demektir. Kim talip olur böyle işlere demeyelim, hayatlarında vatana ve millete hizmet etmeyi düstur edinenler talip olurlar bu işlere ve onlar toplum içinde çok az sayıda olsalar da her zaman bulunurlar.

Bu manada İnanç, kurucu rektör olarak bir serdengeçtidir. Vanlı olması nedeniyle bölgenin, her zaman sürprizlere gebe olan düzenini kanıksamış olsa da, üstlendiği iş şehrin merkezini değiştirmek ve dolayısıyla istihdama ve ticarete yeni bir istikamet belirlemek demek olduğundan, mevcut çıkar gruplarını da rahatsız etmeye yöneliktir.

Kampüsün belirlenmesi bu bağlamda aşılması gereken en önemli ilk safhadır. İnanç, vali ile olan dayanışmasının güzel bir örneğini de oluşturan bu safhayı, şehirdeki çıkar gruplarının en etkilisi olan siyasilerin ayaklarına basmasının beraberinde getirdiği bir büyük bedelin ödenişiyle birlikte anlatıyor. Üstelik bu bedelin, siyasilerin itirazına rağmen belirlenen kampüste temel atma zamanına denk getirilerek, FETÖ elemanlarına tertipletilen bir kumpasla ödetilmeye çalışılması, neden olduğu acıyı, üzüntüyü daha da derinleştiriyor.

Gerçi İnanç, son derece serinkanlı bir üslupla, gerçek (ve bir o kadar acımasız, mürai, kafalarını kuma gömmüş) muhataplarını bile suçlamaya tenezzül etmeden, azami nesnelliğiyle anlatıyor o zamanı. Ama, belli ki, söz konusu kumpas, yazdıklarının fevkinde bir derinliğe ve çeşitlenmeye tabi bulunuyor ki, bu da neticede İnanç’ın kırgınlığını belgeliyor. Öyle ki, polisevindeki kumpasın hakikatinin ortaya çıkmasından sonra da sürüyor İnanç’ın kırgınlığı. Bu, kitabının son paragraflarına şu kelimelerle yansıyor:

“Sonuçta ‘şeytan ittifakı’ şeklinde güç birliği yapanların, bize yaşattıkları yanlarına kâr kalmamıştı. Ancak, benim yaşadıklarımla, ben baş başa bırakılmıştım. Bugüne kadar, Muş’tan ve Ankara’dan, A-Protokol’den sadece birer üst düzey yönetici telefon açarak helallik istemişlerdi. Arayan her iki yönetici de, o günlerde yanlış bilgilendirildiklerini ve gıyabımda, aleyhime kanaat oluşturduklarını belirterek üzüntülerini iletmişlerdi. Başka da kimse, en azından beni arama nezaketini göstermedi. (...) hakkımı ve hukukumu ihlal edenler, hakkımda yanlış kanaat oluşturanlar ve karar verenlerin üzerlerindeki hakkımı, şüphesiz ki Mahkeme-i Kübra’da hesaplaşmak üzere muhafaza etmekteyim.”

İnanç, “Yöneticilerin Hesap Günü Var mı” ibaresini kitabına ad olarak seçerken belli ki, ona çift işlev yüklemiş.

Birincisi: Hesap gününü gözeterek çalıştığına (ben dahil) yüzlerce insanın tanıklık edeceği bir şahsiyet olarak, İnanç’ın neyi, neden ve nasıl yaptığının her zaman idrakinde ve kaygısında olduğunun beyanıdır.

İkincisi: FETÖ ile ilişkilerinde halen kimin eli kimin cebindedir kuşkusuna tabi bulunan karanlık tabiatlı yöneticilere karşı, “eğer hesap günü diye bir inancınız varsa, FETÖ ile işbirlikçiliğinizi ifşa etmek ve hayatlarını kararttığınız kişilerden af dilemek zorundasınız” şeklinde bir uyarıdır.

Bu uyarıyı kimler duyar, dikkate alır bilemem ama İnanç’ın aklında kalanlar, yazıya dökülmekle Süreyya yıldızı gibi, yazının göğüne asılmıştır; oradan indirilmeleri artık mümkün değildir.

#Akademi
#FETÖ