Sanatı kalbe mal edip, kuvveden (mefhumdan) fiile (görünürlüğe) çıkışını ruhun niteliklerinden olan hevâ ve heves ile nefsin niteliklerinden meraka tabi kıldığımızda, onu da genelde nefis için yapageldiğimiz iyi(lik) ve kötü(lük) ayrımının içine çekmiş oluruz.
Bu özellikleriyle nefs sanata bir öz verdiği gibi, zikrettiğimiz özellikleriyle de nerdeyse, örneğin “Şair, düşünmeyi düşünmenin ötesine taşıyabilen, düşünme perdesini aralayandır” vb. sanata mahsus tanımları da ele verir.
Buradan üretilebilecek ilk hüküm ise nefsin şeriatla çatılmasının aynıyla sanatın şeriatla çatılması anlamına geldiğidir.
Şeriat, önce nefsi kendisine, sonra başkalarına karşı koruması nedeniyle insanı iki yönden kuşattığı gibi, dünya ve ahiret mutluluğu yönünden yine çift bir kuşatışla kuşatmıştır. Bu manada nefse yüklenilen iyi(lik) ve kötü(lük) özelliğinin şeriat tarafından sabitlenmiş olması gerekir ki, zaten böyledir. Ancak bu sabitlenme zahirde ya da zahirle gerçekleşmiş olup, kalp, nefs ve ruh yönünden mümkün değildir. Çünkü hâl (kalp), maksat (nefs) ve manevî fillerin (ruh) hükmü batında gerçekleşir ki, batın zahir olmayandır.
Ayrıca İbnü’l-Arabî’nin kötülük esaslı şu batıni yorumu da bizi mezkur arayışımız konusunda cesaretlendirir:
“Kötülük seni üzen şeydir. Dolayısıyla sen, kötülüğün etkisinin bulunduğu bir yersin. Kötülük, bir fiil olması yönünden kötü diye nitelenmez. Her fiil, kendisini var eden ilahi bir ismin fiilidir. Her ilahi ismin böyle bir fiili var etmesi, kendisinden ortaya çıkan bir iyiliktir. Dolayısıyla bu fiil, sadece onu kötü gören ya da kötüleştirdiği kimsede kötü olabilir. Bu ise, insanın nefsidir. Çünkü acıyı ancak bulunduğu kimse bulabilir. Acının hükmü, kendisini var edende değil, acıyı duyanda ortaya çıkar. Çünkü kötülüğün öznesinde bir hükmü yoktur.”
Bu durumda yazımızın ilk paragrafında dile getirdiğimiz çekliyle sanatı iyi(lik) ve kötü(lük) ayrımının içine çekmemiz, ilk bakışta doğru gibi görünse de sanatçının niyet ve filiyle birlikte düşündüğümüzde İbnü’l-Arabî’nin yorumları görüşümüzü de değişmektedir. Bu değişmenin sanatçıya şeriatı içinde verilen hareket alanını genişleteceği ise yine İbnü’l-Arabî’nin şu görüşlerinden anlaşılmaktadır:
“Kişi hevanın ancak heva vasıtasıyla (yani bir başka arzuyla) defedileceğini, hevanın iradeden başka bir şey olmadığını anlasaydı, irade edilen bir şeyin gerçekleşmesi durumunda nefsin haz alacağını öğrenirdi. Her irade bir hevadır ve heva nefse haz verir. Lezzetin bulunmadığı bir şey arzu edilmez. Heva (düşmek anlamındaki heviye ile ilişkisi nedeniyle) nefse düştüğü için böyle isimlendirilmiştir. Onun nefse düşmesi ise Rabbinin iradesiyle sende gerçekleşmiştir. Binaenaleyh hevadan daha üstün bir şey yoktur, çünkü heva seni Hakk’a yönlendirir, sen de O’nunla haz alırken artık başkasını görmezsin. Bununla beraber yaratılmışlar böyle bir idrakten perdelenmişlerdir. Onlar kendilerindeki iradeyle hareket eder, onu –heva olmadığı halde– heva diye isimlendirirler. Bu itibarla heva ariflere ait iken irade sıradan insanlara aittir. Onlar bir yandan hevayı kınarken aynı zamanda onun için çalışırlar.”
Bu bilgilerden sanatın evvel emirde bir zevk olması meselesine geliyoruz.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.