Minyatür üzerine bir cümle kurmak

04:0011/05/2018, Cuma
G: 11/05/2018, Cuma
Ömer Lekesiz

Teamüldür: Müslüman sanatçılar kendi sanatları hakkında konuşmazlar; kalplerine ilham edilenleri sanatlarıyla başkalarının yararlanması için görünürlüğe çıkardıklarını düşünerek, zaten bilinmezliğe, şeylerin görünmeyen yüzüne bir tür fener olduklarını, o fenere ayrıca sözleriyle fenerlik etmenin gereksiz olduğunu beyan ederler. Hele hele ustaları da susmuşken, ölünceye kadar ustalarına tilmizlikte musir olanlar, bunu bir edebe, hürmete, saygıya ve sevgiye zemin kılanlar hiç mi hiç konuşmazlar.Bana

Teamüldür: Müslüman sanatçılar kendi sanatları hakkında konuşmazlar; kalplerine ilham edilenleri sanatlarıyla başkalarının yararlanması için görünürlüğe çıkardıklarını düşünerek, zaten bilinmezliğe, şeylerin görünmeyen yüzüne bir tür fener olduklarını, o fenere ayrıca sözleriyle fenerlik etmenin gereksiz olduğunu beyan ederler. Hele hele ustaları da susmuşken, ölünceye kadar ustalarına tilmizlikte musir olanlar, bunu bir edebe, hürmete, saygıya ve sevgiye zemin kılanlar hiç mi hiç konuşmazlar.



Bana inanmayanlar, İslam sanat tarihine ve sanatçılarının biyografilerine baksınlar. Zoraki numune kabilinden ve sadece şiirde Fuzuli’ye Şeyh Galib’e mahsus bir iki söz kıpırtısı görebilirler bu konuda, başka bir şey göremezler.

Konuya bir buradan bakın, bir de günümüzde, yaptığı şeyi bir davul gibi omuzuna asıp, dangıl dungul çala çala televizyon televizyon, gazete gazete dolaşan kerametleri kendilerinden menkul karikatür müsveddelerini... Neyse bu asıl sanatsal bir patoloji konusu... yeri geldiğinde konuşuruz inşallah.

Müslüman sanatçının teamülü yukarıda belirttiğim düzeyde olunca, İslam sanatlarının sosyal hayattan kovulmasından (kültürel kopukluğun bir uçuruma dönüşmesinden) sonra da bunları anlama ve dolayısıyla anlatma konusunda ısrarlı olanların bu çabaları, deyim yerindeyse iğneyle kuyu kazmaya dönüşmüş. Bundan en çok zarar gören sanat da minyatür (İslami resim) olmuş. Zaten “İslam’da resim yassah hemşerim” paylamaları karşısında mahcubiyetle içine kapanan minyatür, ne kendisini açık ifadeye sunabilmiş, ne de ifadeye sunmak isteyenlere açık hale gelebilmiş.

Şunca yıllık Cumhuriyet tarihinde minyatürün bu makus talihini kırmaya yönelen tek isim olarak bir Sezer Tansuğ geliyor aklıma. Hani şu Şenlikname Düzeni üzerinden Osmanlı-İslam resmini anlamaya çalışan öfkeli ve geçimsiz yazar! Ondan ilgili yazılarımda yeri geldikçe söz ettim; İslam resmiyle Batı resmi arasındaki bakış (seyir kültürü) ve anlayış (zihniyet) farkları üzerinden tespit ettiği ilginç hususları yer yer paylaşmaya çalıştım; dördüncü yüzyılda Büyük Theodosius zamanında yapılmış olan, (şimdi) Sultanahmet Meydanı’ndaki obeliskin, Şenlikname düzenini kurarken Nakkaş Osman’a nasıl bir örnek oluşturduğunu, yerinde duran bir şeyin, nakkaşların elinde hem de İslami bir muhteviyatı yüklenerek nasıl bir ok gibi ileriye fırlatıldığını onun kelimeleriyle vermeye çalıştım.

Şimdi, minyatür konusunda konuşmakla gerici sayılmak korkusundan kendisini kurtararak konuşabilmiş bir isim daha var elimde: Abidin Dino!

Onun ilgili sözlerinden bir kısmını alıntılamakla yetineceğim, nasip olursa başka bir vesileyle yeni bir yazımda üzerinde ayrıca dururum.

Ressam Abidin Dino Fikret Mualla için yazdığı kitapta şunları söylüyor:

“...Fikret’in resimleri Osmanlı minyatürlerinin devamı sayılabilirler. Gerçekten de Osmanlı minyatürlerinde en ürkütücü konu bile (harp, darp, ölüm) göz için somut bir sevinç, bir mutluluktur. Osmanlı resminde ölüm duygusu olmadığı gibi, Hıristiyan dramatizmi de boşuna aranacaktır. Tapınakların duvarlarında bizde resme iş verilmediği için fizik ötesi kaygılar taşımaz Osmanlı resmi. İslam sanatı bir zaferden başlar. (Peygamber, düzeni kabul ettirir, mutlu ölür.) Hıristiyan sanatı bir yenilgiden başlar. (Peygamber, düzenini kabul ettiremez, çarmıha gerilir.) Önemli Fark! Sanatı etkileyici bir ayrım.

Tarihsel gelişim, sınıfsal içerik, giderek toplumsal karakter, İslam sanatını (çoğunlukla) mutluluğa yöneltirken, başka nedenler Hıristiyan sanatını (genellikle) metafizik bir bedbinliğe itmiştir. (Bir Fra Angelico, bir Boticelli bu kuralın dışına çıksa bile)

Osmanlı minyatüründe ölüm ve mutsuzluk olmadığı gibi, çizilen kişilerin yüzlerinde, içsel duyguların yansıması da belirgin değil. Konu ve kişi bir bahane.

Böylece temel bir tutum söz konusudur: Bizde resimden beklenen şey, sevinçtir; bir göz sevinci. Resmin düzeyleri, rengarenk bir bahçeyi, halıyı andırır. (Bir Siyah Kalem bu kuralın dışına çıksa bile!) Göz için resim mutlu bir gezinti, resmin ereği bu, işlemi budur. Yumurtalı kağıt üstünde renklerin elvan elvan bir toplamıdır nakışların çoğu, kendi kuralları ve sınırları içinde şenlikler edip dururlar, umursamasız... (İri bir çelişki; Osmanlı reayasının şenlik edecek hali mi vardı? Fakat Osmanlı minyatürü, reaya için değil, saray işi, sarayın isteğine, felsefesine uyacaktır...)”

İlginç tespitlerini hat sanatıyla sürdürüyor Abidin ama ben ondan yaptığım (vurguları bana ait olan) bu alıntıyla yetineceğim. Çünkü aklıma Memduh Şevket Esendal’ın “benim sevdiğim hikayeler (...), hayat veren, neşe veren, ışık veren hikayelerdir” deyişi aklımı karıştırdı durup dururken.

Esendal’ın sözünün minyatürle ne alakası var diyebilirsiniz ama bence demeyiniz; naklettiklerimle birlikte, minyatür üzerine anlamlı yeni bir cümle kurabilmek için birlikte düşünelim, sonra yine birlikte konuşuruz inşallah.

Hayırlı cumalar.

#Minyatür
#Sanat