Geçmişteki
gezilerimden birinde,
’daki bir arkadaşıma misafir olmuştum.
Evde yemek yapacak kimse olmadığından, akşam yemeğini yakındaki bir lokantadan telefonla sipariş etti. Konuştuğu kişi bir hanımdı ve sipariş kaydını alırken ikide bir “
” diyor, arkadaş da aynı şekilde mukabelede bulunduğunda ise “
” diyerek, kurban oluşta ondan bir adım daha öne geçiyordu.
Ne yalan söyleyeyim, bu hitapları önce yadırgamıştım. Ancak arkadaşın yüzünde en küçük bir ifade değişikliğine rastlamayınca (ki, bir kadınla böyle konuşabilmek, hemen her erkeğin suretine
ekler) İran kültüründe, kurban kelimesinin gündelik hayatta böylesine rahat, numarasız ve samimi bir şekilde kullanıldığının farkına vardım.
Ardından kurban kelimeli hitapların ilk çağrışımı belirdi zihnimde. Merhume Annem, çocukları olarak ona “ana” diye seslendiğimizde, spontane bir şekilde “anan kurban olsun yavrum, söyle” diye karşılık verirdi.
Daha o gün, Tahran ile
arasında, sadece kurban kelimesi üzerinden kurulan
, bana üzerinde çokça düşünülmesi gereken bir değer olarak görünmüştü.
Şimdi, yüzümüzü Kurban vakitlerine döndüğümüz şu saatlerde, söz konusu çağrışımların zihnimin derinlerinden çıkıp gelmesi sebebiyle, bana kendilerini hatırlatan o hatıraları hatırlamaktan sevinç duydum.
Evet, inşallah birkaç gün sonra, kurban vaktine eriştirileceğiz yeniden ve yine çok büyük bir ihtimalle, kurban kültüründen nasiplenmemiş, hatta bu kültüre karşı olmayı (Batı’nın kurban kesmeyen fakat
adına) kendilerine görev bilenlerin küfürleriyle karşılaşacağız.
Bu nedenle hemen belirtmeliyim ki,
ibadet olarak kurban kesmek, inanmanın bir gereğidir ve bunun hendesesi yapıl(a)maz
. İlgili hükmün (emrin), olumlanma kastıyla, toplumsal yarar vb. bir takım dünyevi (aklî) düzeylere indirgenmesi de en az olumsuzlanması kadar mahzurludur.
Çünkü kurban, her şeyden önce, Allah ile kulu arasındaki karşılıklı sevginin bir tezahürüdür ki,
’nin “
Cânı kim cânanı için sevse cânânın sever / Cânı için kim ki cânanın sever cânın sever
” beytinde ihata edilebilen şekliyle sevme, sevenini görme, seveninin sevgisini müdrik olduğunu sevenine iletme şeklindeki bir dizi görünen ve görünmeyen (açıklanabilen ve açıklanamayan) ilişkiye hamiledir.
Nitekim
de, kuran emrinin antikitesine göndermelerle yüklü olan, “
İsmail’e çaldım bıçak, bıçak bana kâr etmedi / Hak beni azâd eyledi koç ile kurbanda idim
” şeklindeki beytinde söz konusu hususu hem açarak hem de kapatarak, silinmez bir kurban izinin talibi olur.
Öte yandan kurban, ıstılâhî manada
Allah’a verilen hediye ile veriş tarzını
(bir kulluk beyanı olarak) birlikte ifade eder. Bu veriş tahtında Allah’ın kullarından istediği dolaysız, samimi, içten bir hediye(-verme-)dir; yani “
kolayımıza gelen bir hediye
” (bkz. Bakara Suresi, 2:196).
Bu öyle bir kolaylıktır ki,
’nin
koç ile devenin kurbanlığını
karşılaştırdığı şu dizelerindeki (Hz. İsmail’i de telmihen), kulun verdiği samimi azın (belki de kurbandan çok kurban edilme vesilesiyle bir melemenin), Allah nezdindeki çokluğu (değeri) fikrine bağlar bizi:
“Kurban edilen bir koç sesi nerede,
Yüce Allah bize veya ona inayet ederek o koçu yüceltti
Bilmiyorum hangi terzidendir bu yüceltme?
Kuşkusuz ki develer kıymetçe daha ağırdır
Ama kurban için koçun kesilmesinden daha aşağı derecede oldu
Bir koçun cılız bedeni zatıyla
Rahman’ın halifesine nasıl vekil olduğunu keşke bilseydim?”
Bu bağlamda Allah’ın
da, onlardan uzak durma irade ve seçimiyle
sebeplerine dönüşerek,
’nin “mekan, zaman, hısımlık, itibar, paye, gözetip koruma, bakma ve kudret” kelimeleriyle çerçevelediği bir yakınlığın / yakınlaşmanın esası haline gelir.
İbn Arabî’nin
’tan naklettiği şu sözle ve son bir tespitle bitirelim yazımızı:
“(Allah) Musa’ya indirilmiş Tevrat’ta (...) şöyle buyurur: ‘Ey Ademoğlu! Seni kendim için, eşyayı senin için yarattım! Benden dolayı yarattığım şeyi eşyaya kurban etme!”
Allah’a inanmamakla özgürleştiklerini sananlar, ama aynı nedenle eşyanın kulu ve tazim edicisi haline gelenler, yine İbn Arabi’nin şu sözündeki nihai özgürlüğün ve Allah’a sunulan kurban(l)a kurban olmanın zevkini ne bilsinler:
“Kurban olarak ayıplı bir nefis sunuyorum,
Ayıplı şeyleri kurban eden kimse görülmüş müdür?”