Kudüs’e sanatla bakmak

04:0028/07/2017, Cuma
G: 17/09/2019, Salı
Ömer Lekesiz

İsrail’in, Beytü’l-Makdis’te üç Filistinliyi şehit edişinin akabinde, yolum birkaç edebiyatçıyla kesişti. Olay çok taze olduğundan, konuşurken söz hemen Kudüs’e dayandı ve onlardan biri “Hani Mahmud Derviş’i, Naci el-Ali’yi ve daha üç beş ismi biliyorum ama bana yeterli gelmediği için sorayım, Kudüs’te sanat ne durumda” diye sordu.Bir diğeri “Onca şiddet, zulüm, yıldırma, sürgün, asimilasyon içinde sanat mı yapılır yahu?” diyerek meseleyi kökten halletmek isterken, üçüncüsü devreye girerek “Sanat,

İsrail’in, Beytü’l-Makdis’te üç Filistinliyi şehit edişinin akabinde, yolum birkaç edebiyatçıyla kesişti. Olay çok taze olduğundan, konuşurken söz hemen Kudüs’e dayandı ve onlardan biri “Hani Mahmud Derviş’i, Naci el-Ali’yi ve daha üç beş ismi biliyorum ama bana yeterli gelmediği için sorayım, Kudüs’te sanat ne durumda” diye sordu.


Bir diğeri “Onca şiddet, zulüm, yıldırma, sürgün, asimilasyon içinde sanat mı yapılır yahu?” diyerek meseleyi kökten halletmek isterken, üçüncüsü devreye girerek “Sanat, asgari refah şartlarında, öznenin kendi bilinçaltını ve iç yaralarını deşelemesidir. Toplumsal olaylar da sanatın konusudur elbette ama bireysellik her zaman daha baskındır” yargısını patlattı.

Sonra bu allameler, bana da bir cevap şansı tanıma inceliğiyle gözlerini üzerime diktiler ama ben sözden soğumuştum çoktan. Çünkü bizim edebiyatçılarımızın çoğunluğu sanattan anlamazlar, anlayanları da zaten edebiyatla yetinmezler.

Eve döndüğümde, önsözünü
John Berger
’in yazdığı, desenlerini ise oğlu
Yves Berger
’in çizdiği,
Kamal Boullata
imzalı,
1850’den 2005’e Filistin Sanatı
(Palestinian Art, From 1850 to the Present, Saqi, London 2009) adlı kitaba yeniden bakma ihtiyacı duydum, ama geneli hakkındaki ilk kanaatlerim değişmedi.

Elbette, kitabın Berger tarafından (hatta onun himayesinde) sunulması önemlidir ama bu aynı zamanda şöylesi bir olumsuzluğun da tam ifadesidir:

Filistin’de sanatçı iseniz, Müslüman da olsanız kendinizi batıcı, laik ve solcu olarak takdim etmiyor ve bu çevrelerden gelebilecek küçük bir tezkiyeye kulak kabartmıyorsanız, kendi sakin köşenizde işinizle avunmayı baştan kabul etmişsiniz demektir.

Bu tarz bir sanatçı ve sanat imgesi Türkiye için de geçerli sayılabilir
, ancak burada alternatif bir muhatap kitlenin (zenci sanat ilgilisinin) varlığı ve dolayısıyla sanat pazarının büyüklüğü bu imgeyi yerli, milli sanatçılar lehine değiştirme potansiyeli de taşır.

Bundan olmalı ki, Kudüs’te sanat dediğimizde, zihnimizde hemen bir isimler silsilesi belirmez ve zaten sanatla ilgili faaliyet gösteren tek sivil kuruluş da sol tanımlı olduğundan yüreğimiz biraz burkulabilir.

Neyse ki, evrensel bir dile sahip olması nedeniyle Filistin müziğine ve şiirine (ki şiir bana göre edebiyatın fevkindedir) ortaklaşa sahip çıkma şansına sahibiz. Özellikle İkinci İntifada’da etkili olarak yer alan müzisyenleri ve çoğunluğu sürgün olan Filistinli şairleri hep birlikte izlemekten ve alkışlamaktan geri durmuyoruz. Ama yine de kritik bir eşik var ki, o eşiği aşamıyoruz.

Örneğin, yıllar sonra Filistin’i ziyaret eme imkanı bulup, o zamanki düşünce ve duygularını Şairin Filistin’i adlı kitabında işleyen sürgün şair
Mourid Barghouti
geliyor aklıma hemen ve diyorum ki, sunumunu
Edward Said
’in yaptığı,
A.Melis Hafez
tarafından çevrilen bu kitap,
Klasik Yayınları
’ndan (2004) değil de faraza sol bir yayınevinden çıkmış olsaydı, on iki şiir kitabı bulunan Barghouti, şu dinamit gibi kelimelerin de sahibi olarak, sükut suikastine uğrar mıydı hiç:

“Aboud köyünden Enis el-Barghouti’nin belgeselindeki Farha adlı köylü bir hanımı hatırlıyorum şimdi: İntifada yılları boyunca kadınlar bir genci İsrailliler tarafından götürülürken görünce, hemen askerlerin üstüne saldırır, aynı anda bağırıp çağırırlarmış: ‘Oğlum, oğlum, bırak oğlumu!’ Bir defasında İsrailli asker, genç bir çocuğu sürüklerken bağırmış Farha’ya: ‘Git yalancı. Bir oğlana kaç ana! Yüz tane ana bir oğlana? Uzak dur, git!’ (Ona karşı şöyle) Bağırmış Farha: ‘Evet, biz böyleyiz. Burada bir oğlanın yüz anası vardır; sizin gibi değil, sizde bir oğlanın yüz babası olur çünkü!’ İntifada’da yer almış Filistinli kadın olgusu hayran olmaya değer.”

Neyse ki ben, söz konusu kritik eşiği aşmak adına, daha farklı ve çok daha zorunlu bir hususu hatırlatabilmek için yazımın başlığını,
Kudüs’ten sanatla bakmak
şeklinde oluşturmadım, çünkü madem Kudüs, her Müslümanın meselesidir, o halde Kudüs’e sanatla bakmak bizim sanatçılarımızın da sorumluluğuna dahil olmalıdır.
Bu bapta, (Rabbimiz, ömrünü sağlık içinde uzun kılsın)
Sezai Karakoç
’u aynı zamanda bir
Kudüs Şairi
kılan olgu, idrak, irade ve sorumluluk nedir, hiç düşündük mü üzerinde?
Bizim sanatçımız ona
ruh evladı
olmayı bildiği gün, inanıyorum ki o kritik eşik aşılmış ve Kudüs’e sanatla bakma konusundaki vaki eksiklikler, ideolojik arızalar da giderilmiş olacaktır.
#İsrail
#Filistin
#Kudüs