İbnü’l-Arabî’den seçilmiş sözler

04:0030/10/2021, Cumartesi
G: 30/10/2021, Cumartesi
Ömer Lekesiz

“Bil ki söz inşa eden kişi, altın ve gümüş parçalarını alarak birbiri içinde eritip tek kalıba döken kişiye benzer.” diyen Delâilü’l-i’câz müellifi Abdülkâhir el-Cürcânî (v. 1078), “Zeyd Amr’ı Cuma günü terbiye etmek amacıyla öyle bir dövdü ki” cümlesinde kelimelerin yekünüyle elde ettiğimiz şeyin, çoklarının zannettiği gibi birden çok değil, tek anlamı olan bir bütünden (mefhum) ibaret olduğunu söyleyerek, bizim mezkur sözü kelimelerin kendi anlamlarını ifade etmek için söylemeyeceğimizi belirtir.Buna

“Bil ki söz inşa eden kişi, altın ve gümüş parçalarını alarak birbiri içinde eritip tek kalıba döken kişiye benzer.” diyen Delâilü’l-i’câz müellifi Abdülkâhir el-Cürcânî (v. 1078), “Zeyd Amr’ı Cuma günü terbiye etmek amacıyla öyle bir dövdü ki” cümlesinde kelimelerin yekünüyle elde ettiğimiz şeyin, çoklarının zannettiği gibi birden çok değil, tek anlamı olan bir bütünden (mefhum) ibaret olduğunu söyleyerek, bizim mezkur sözü kelimelerin kendi anlamlarını ifade etmek için söylemeyeceğimizi belirtir.

Buna göre, ifade edilen ifadenin içinde var olurken, fiil /olay da anlamın kendisi olur (Deleuze). Dolayısıyla mefhum da anlamı içinde toplayan şey olarak, kendiliğinden oluşur. Diğer bir söyleyişle anlamdan maksat mefhum yaratmak değildir, ‘İfade edilebilen’ olarak anlama özel bir sûret giydirmektir.

Fütûhât-ı Mekkiyye’den (Ekrem Demirli çevirisiyle) bugüne kadar yapa geldiğimiz ve inşallah yapmaya devam edeceğimiz tematik seçmelerden görüleceği üzere, anlamın mantığındaki işleyiş hazrette de bu cihettendir. Onun ifadelerindeki cazibeye tabi olarak, oluşturduğu seçkin manayı, salt mefhum icadına indirgememek, mefhumu kastedilen mananın kendi içinde tutmak ve kavramak gerekir.

Şeyh Muhyiddin İbnü’l-Arabî diyor ki:

“Allah’tan bize gelen şey, vahiy değil ilhamdır. Vahiy yolu Hz. Peygamber’in ölümüyle kesilmiştir. (...) Zannetme ki ilham ilâhî haber değildir. Böyle bir zan yanlıştır. İlham ilâhî haberdir ve Allah’ın kişinin görmediği meleğin vasıtasıyla kuluna bildirimidir.” (FM, XII: 214)

“Süflî âlemdeki her sûretin ulvî âlemde bir benzeri vardır. (...) İki âlem arasındaki her sûretten, öteki âlemdeki benzerine uzayan kesintisiz bağlar vardır. Bu bağlar üzerinde yükselme ve inme gerçekleşir. Öyleyse bu bağlar merdiven ve basamaklar sayılabilir. Bazen bu bağlar, ‘münasebet’ diye de ifade edilir. Felek kaynaklı ulvî sûretler ile doğa arasında da bağlar vardır. Onların üzerine, doğadan o sûretlere onların varlıklarının bağlı olduğu şeyler iner. Onunla boyandığında, unsurlardan oluşan o sûretlere varlıklarının –fakat sadece cisim veya beden olmaları bakımından- varlıklarının bağlı olduğu şeyi ulaştırırlar ve bu sayede onların sûretlerini korurlar.” (FM, XIII: 271)

“Senin dışındaki âlemin tümü ufuklardır ve onlar senin çevrendir.” (FM, XII: 311)

“Nokta, çevrenin varlık ilkesidir.” (FM, XII: 358)

“Eser nazardan değil, kabiliyetin istidadından meydana gelir.” (FM, XIII: 51)

“Allah misalleri nasıl vereceğini bilir ve misalleri sadece insanlara verdiğini bildirmiştir; bize O’nun için misal vermemizi yasaklamıştır. Allah bilir, biz bilmeyiz. Misal verirsek bakmalıyız. Allah o konuda insanlara misal vermişse, o misalin sınırında durmalıyız. Çünkü Allah karşısında saygı ve edep bu demektir.” (FM, XIII: 112)

“Bir şeyin hakikati, onu ayıran özelliktir.” (FM, XIII: 227)

“Nispetler, ezelî olarak Allah’ın hükmüdür ve onlar âlemin varlığının Hakkın varlığından sonra gelmesini isterler ki, böylelikle âlemin varlığının zamanda meydana gelmesi, yani hadisliği mümkün olsun.” (FM, XIII: 258)

“İmkan, mümkünlerin zâtî özelliğidir.” (FM, XIII: 370)

“Zuhur, görünene delildir.” (FM, XIII: 370)

“Tahayyül edilen şey tabir edilir, mesela rüya öyledir. Her söz tabir ve tevil edilir. Öyleyse âlemde tevil edilemeyecek söz yoktur. Bu nedenle Allah şöyle der: ‘Hadiselerin tevilini öğrensin diye...’ (Yusuf, 12/21) Her söz, dinleyeninde hadis yani zaman içinde meydana gelmektedir. Tevilin her türü sözün sahibinin kastettiği anlama isabet ederken, bazı teviller konuşmanın kastına yanlış tespit eder. Konuşanın kastını tespitte ister yanılsın, ister isabet etsin, bütün teviller (bir yönüyle) doğrudur. Binaenaleyh her şey tabire elverişlidir ve bu hususta ifadede kullanılan terimi veya ibareyi anlamayan veya bilmeyen dinleyicinin anlayışı önemli değildir.” (FM, XIII: 398)

“Hikmet, varlıkların ve işlerin mertebeleriyle, varlıklara ve bilinirlere ait hakkın bilinmesidir.” (FM, XIV: 14)

“Hüküm araca değil, kullanana aittir.” (FM, XV: 30)

“Sûrete bakmak, insana kibir verir.” (FM, XV: 158)

“Akıllı insan, içinde bulunduğu zamanda vakıaya göre davranmalıdır. Çünkü vakıa işin kendiliğinde bulunduğu durum demektir. Akıllı insan, gelecek zamana yönelmez. Bunun istisnası, Allah’ın ona varlıkta vaki olmazdan önce keşif yoluyla mümkünlerin hakikatlerini öğretmiş olmasıdır.” (FM, XV: 240-41)

“Şeriatın dile getirdiği nispet kölenin efendiye, yaratılmışın Yaratan›a, merbûbun Rabbe, güç yetirenin kâdire, sanatın sanatkara nispet edilmesidir.” (FM, XV: 262)

#Abdülkâhir el-Cürcânî
#Fütûhât-ı Mekkiyye
#Ekrem Demirli