İbnü’lArabîtefekkürününkapalılığıve ondaki ilgili lafız ve manaların doğru açılabilmesi içinbir bilenden yardım alınması konusunda genel bir kanaat vardır.Bu kanaat, Kur’an ve Hadis esaslıişârî tefsirlerde, açılan mananın sürekli kendi üstüne kapanmak suretiyleyeniden açılmaya açık durmasıbakımından doğru olmakla birlikte, tasavvuf ilmini Kur’an ve Sünnet ile sınırlandıran tefekkür edebi bakımından doğru değildir.Zira, İbnü’l-Arabî tefekkürü özelindeSadreddin Konevî, Davûd el-Kayserî,daha orta zamandanAbdülvehhâbeş-Şa’rânî,
İbnü’l
tefekkürünün
ve ondaki ilgili lafız ve manaların doğru açılabilmesi için
den yardım alınması konusunda genel bir kanaat vardır.
Bu kanaat, Kur’an ve Hadis esaslı
lerde, açılan mananın sürekli kendi üstüne kapanmak suretiyle
yeniden açılmaya açık durması
bakımından doğru olmakla birlikte, tasavvuf ilmini Kur’an ve Sünnet ile sınırlandıran tefekkür edebi bakımından doğru değildir.
Zira, İbnü’l-Arabî tefekkürü özelinde
Sadreddin Konevî, Davûd el-Kayserî,
daha orta zamandan
eş-Şa’rânî, kendi zamanımızdan
’un ilgili şerhlerden de anlaşılacağı üzere, hazretin tefekküründeki hareket noktasının Kur’an ve Sünnet olmasıyla, bu ikisinin bilinme kabiliyetine göre bir bilinmezliğin söz konusu olmayacağı aşikardır.
Bu bahiste asıl mesele, İbnü’l-Arabî tefekküründe lafız ve manaların dile getirilişindeki
ü bilmektir. Örneğin hazret, “Sizi karada (el-berri) ve denizde (velbahri) yürüten odur” mealindeki İlâhî ibareden (Yunus Sûresi 10/22) hareketle, Allah’ın ve Peygamberi’nin lafızda -karanın denize öncelemelerindeki gibi- önceledikleri kelimelerin, Müslüman fertleri de bağladığını ve dolayısıyla fertlerin Allah ve Peygamberi tarafından öncelenen kelimeleri öncelemeleri gerektiğini belirtir.
Hazretin usûlüne ilişkin verdiğimiz bu küçük örnekle, onun tefekküründe açılamayacak bir kapalılığın olmadığını tekrar belirterek,
den
çevirisiyle) yapa geldiğimiz tematik seçmelerin bir yenisini daha sunalım:
“Hayâlin gözümde, yâdın dilimde / Mekânın kalbimde, artık nerede
?” (FM, 8:179)
“İsa’nın
, ruhun bedenlenmesi gibiydi. Çünkü o, bir temessülden meydana gelmişti.” (FM, 8:382)
“
sûret, ibadet ise yükümlünün kendini inşa ettiği amel sûretinin ruhudur.” (FM, 9:15)
“
zeki mühendislere yardım eder. Onlar çıkarsama yapan, sanat üreten, garip-bilinmez şekilleri ortaya koyanlardır ve bu isimden yardım alırlar. Bu isim aynı zamanda, ölçülü güzel resim çizenlere yardım eder. Bu konuda garip bir duruma Anadolu şehirlerinden Konya’da bir ressamda tanık olmuştum. Onu sınamış ve kendisine bilmediği
öğretmiştik. Bir gün (kolay) fark edilemeyen bir eksiklik bıraktığı bir bıldırcın resmi çizdi ve onu ölçüsüne göre değerlendirmemiz için bize getirdi. Resim, bıldırcın cismi ölçüsünce, büyük bir tabağa çizilmiştir. Yanımızda bir şahin vardı. Şahini elinde tutan onu bıraktığında, şahin, tüylerinin rengi ve şekliyle bıldırcın zannettiği resmi ayaklarıyla dürttü.” (FM, 9/55)
“
ismi, fesahat ve ibare ehline yardım eder. Kur’an’ın aciz bırakma özelliği (bilgisi), kelâmının inceliği, nazmının güzelliği bu iki isme aittir. Basîr, aynı zamanda menzil ve münazele sahiplerine basiretleri hususunda yardım eder.” (FM, 9/55)
“
in kabulleri istidada göre değişir.” (FM,
“
, cismi kabul eden ilk şekildir.” (FM, 9/77)
“
: Bu isim, şekli var etmeye yönelmiştir. Ona ait harf, noktalı Ha, menzilleri ise
’dir. Şekil (ve) kayıt anlamındaki
’ diye isimlendirilir. Hayvanın ayağının kendisine bağlandığı şey (şekil ile aynı kökten) şikal diye isimlendirilir. Şekillenen ise, kendisinde ortaya çıkan şekille sınırlandırılmış olan demektir.” (FM, 9/80)
“Şekil, kendi şekline ülfet eder (Benzer, benzerini bilir.)” (FM, 9/81)
“
ların yeri suretlerdir. Suretler tanımlanan şeylerdir.” (FM, 9/128)
“
vasıtasıyla,
yoluyla idrak edilemeyen idrak edilir. Bunun yanı sıra keşif, müşahedede kapalı olanı açar. (...) Müşahede bilgiye giden yol iken, keşif yolun sonu ve nefiste bilginin gerçekleşmesidir. (...) Çünkü müşahede her zaman duyusal güçlere ait iken, keşif manevî güçlere aittir.” (FM, 9/240)
“Sûfîlere göre
ezelde oldukları şekilde ebediyete akan iki niteliktir. Başka bir ifadeyle bunlar Allah’ın bilgisinde takdir edilen şeyleri kastederler, yoksa ezelde uygulanıp işaretin ortaya çıkartmak istediği şeyleri değil. V-s-m, ‘sime’ kelimesinden türetilmiştir ve kulun üzerinde Hakk’a ait alamet var demektir. Ya da o, erenlerdeki ve Hakka’l-yakîn (bilgiye) ulaştığını gösteren kuldaki bir alâmettir. Resim ise, kul üzerinde Hakk’ın bir eseridir. Bu eser, iddia ettiği hâlden veya makamdan dönüşü esasında ortaya çıkar ve üzerinde gözüken bu eser iddiasında onu doğrular.” (FM, 9/274)
“
bir
dır,
eden ise Hakk’tır.” (FM, 9/298)
“Hadis:
ler sonlarıyla değerlendirilir.” (FM, 9/346)
#İbnü’l-Arabî
#Kur’an
#Sünnet
#Sadreddin Konevî
#Davûd el-Kayserî
#Abdülvehhâb eş-Şa’rânî
#Ahmed Avni Konuk