Hüsn-i hat ya da aşk ile yazmak

04:0020/11/2020, Cuma
G: 19/11/2020, Perşembe
Ömer Lekesiz

Sanat idraki duyma, görme ve anlama düzeylerinde müştereken gerçekleşir ve hayatın akışı içinde bu düzeylerde meydana gelen farklılaşmalar mezkur idrakte farklılaşmalara yol açar.Bu manada, ilgili düzeyler planında hat sanatında meydana gelen farklılaşmaları kabul etmek zorunda olsak da, salt maddi bir kazanç kapısına dönüşmesi nedeniyle hüsn-i hatta gösterilen yoğun alakanın beraberinde getirebileceği düşkünleşmeyi, sığlaşmayı mazur görmek zorunda değiliz.Önceki iki farklı yaklaşımdan hareketle

Sanat idraki duyma, görme ve anlama düzeylerinde müştereken gerçekleşir ve hayatın akışı içinde bu düzeylerde meydana gelen farklılaşmalar mezkur idrakte farklılaşmalara yol açar.

Bu manada, ilgili düzeyler planında hat sanatında meydana gelen farklılaşmaları kabul etmek zorunda olsak da, salt maddi bir kazanç kapısına dönüşmesi nedeniyle hüsn-i hatta gösterilen yoğun alakanın beraberinde getirebileceği düşkünleşmeyi, sığlaşmayı mazur görmek zorunda değiliz.

Önceki iki farklı yaklaşımdan hareketle yaptığımız eleştirinin nedeni de budur. Elbette “bal tutan parmağını yalar” hükmünce iş yapanın işinden bir menfaat sağlamasına karşı çıkılamaz, ancak balın sadece parmak yalayabilmek için tutulması da ona karşı saygısızlıktır. Bu saygısızlığın sanat pazarının bir mecburiyetiymiş gibi benimsenmesi ya da gösterilmesi ise onu çifte katlar.

Asıl konumuzun akışı içinde istitraden iletmek zorunda kaldığımız bu durumdan (hatta bu bapta, günümüzdeki farklılaşmaların doğru anlaşılmasına ve kavranmasına hizmet etme umuyla)
hüsn-i hatla
ilgili başladığımız yürüyüşe geri dönebiliriz.
Hüsn-i hattın nazariyata/teoriye/kurama/eleştiriye konu olamayacağını söyleyişimiz, Kur’an’la ilgili algımız kadar, kavramsal bilgiyle ilgili anlayışımıza da bitişiktir. Çünkü,
İbnü’l-Arabî
’nin söyleyişiyle ”Kavram bilgisinin herhangi bir kısmı, teorik düşünceyle kazanılmış değildir. Kazanılmış bilgiler, kavramsal bir bilinenin, kavramsal bir bilinene nispet edilmesinden ibarettir” ve Hakk’ın nitelediği hayat, bilgi, kudret, irade, kelam, duymak, görmek ve yenilen-koklanan-dokunulan şeylerden ibaret olan
sekiz ilâhî nispeti,
Hakk’a layık bir özellikle algılamaktır.
Bu algıdır ki, ilim ve sanatın / âlim ve sanatkarın eşitlenmesini gerektirdiği için hüsn-i hat hem ilim hem de sanat olarak Müslüman nazarının kurucu öğesi haline gelir.
Zemahşerî
(v. 1144) bu durumu,
Keşşâf Tefsiri
’nin Mukaddimesi’nde şöyle dile getirir:

“Bil ki, bütün ilimlerin temelinde ve sanatların omurgasında âlimler hemen hemen birbirine eşit, sanatkârlar da aşağı yukarı aynı konumdadır. Bir âlim bir âlimden önde ise, ancak birkaç adım öne geçmiştir; bir sanatçı ile diğerleri arasındaki mesafe de uzak değildir. Âlim ve sanatkarlardan ‘bir’ini ‘bin’ine denk kılacak derecede arayı açan ve mertebe farkına sebep olan, yarış ve mücadelelere konu olan esas husus ise: ilim ve sanatlardaki güzel nükteler, dakik manalar, derin sırlardır ve perdeler ardındaki gizli noktalardır. Ve bunlar, ancak dikkatli ve ince düşünme ile ortaya çıkarılabilir; seçkin âlimlerin çok ender bulunan en seçkinlerinden, önde gelenlerinden ve parmakla gösterilenlerinden başkası tarafından tespit edilemez; alimlerin geneli bunda idrak etmekten uzak birer ‘kör’; kafasındaki taklit zincirlerini kıramamış bir ‘esir’dir.”

Her ne kadar, tefsir tarzı Zemahşerî’ninkinden farklı olsa da, bize göre
Kuşeyrî
mezkur seçkinlerden biridir ve
Letâifü’l-İşârat’
ında 113 suredeki besmeleyi 113 farklı şekilde tefsir ederek, örneğin
Kureyş suresindeki
Besmele’ye dair şu tefsiriyle, hüsn-i hatta talip olan hattatlara zengin bir tefekkür alanı açmıştır:
“Bismillah. Bism
ifadesindeki ba harfi muvahhidlerin (birleyenlerin) sırrının yaratılmışlardan beklentiden nezihliğine işaret eder. Aynı zamanda olmamış iken olsun diye arzulanan her şeyden temizliklerine işaret eder.
Ba
harfi sıkıntı ve neşe, zorluk ve kolaylık anında bütünüyle Allah’a yönelmeye işaret eder.
Sin
harfi bütün hâllerinde onların gaybdan ortaya çıkan hususlarda edebe riayet etmek şartıyla sükûnet bulmalarına işaret eder.
Mim
ise Allah’ın tevfiki ile onlara ihsanına işaret eder. Onlar bu tevfik ile Allah’ın (varlığının) bilgisine ulaşır, O’na itaat ile ahlaklanırlar.”
Bizim, konumuz esasındaki başlangıç yazılarımızdan birinde kelime ve sevgi ilişkisine vurgu yaparak,
“Harfleri sevmeyen hattat olamaz”
hükmüne erişmemizin nedeni, bu alıntımızla daha da açıklık kazanır.

Zira bizim kelâmımız, nefesimizle ile sesimizin nikâhının aktedilmesiyle yaratılmasını talep ettiğimiz harflerden oluşur ki, bu harflerin sıcak, soğuk, yaş, kuru, yumuşak ve sert nitelikleriyle zuhuru da talebimizin mahiyetiyle mütenasip olarak gerçekleşir.

Diğer bir söyleyişle, talep ettiğimiz harfin (ve dolayısıyla bir kelimenin)
taalluk
’u (isimlerle alakalanması),
tahakkuk
’u (isimlerin hakikatlerini bilmeyi) mündemiç olarak,
tahalluk
(isimlenme ahlaklanma) maksadımızdan hasıl olur.

Bunların hat ve hattatlık esasında iki kelimeyle ifadesi ise: Aşık olmak ve aşkla yazmaktır.

#Hüsn-i hat