Bir önceki Cuma günü,
konser salonunun fuayesinde
Uluslararası Hilye-i Şerife Yarışması
’na katılan eserlerin hem sergisi açıldı hem de yarışmada dereceye girenlerin ödülleri verildi.
Cumhurbaşkanımızın açılışına ve ödüllerin sahiplerine sunulmasına iştiraki nedeniyle
bu etkinliğin hemen ardından iki gün boyunca da
İstanbul Sanat ve Medeniyet Vakfı
’nca tertip edilen
Hat ve Hilye-i Şerife Sempozyumu
yapıldı.
Ancak bu sempozyum aynı zamanda
sanata gösterilen yoğun ilgiyi
tüm gerçekliğiyle faş etmesi bakımından herhangi bir haberin konusu olmadı.
Yapmak zorunda kaldığım bu ironiden hareketle şunu da söylemeliyim.
Sempozyumun, benim de katıldığım değerlendirme oturumunda ilgili vakfın Mütevelli Heyeti Başkanı
, geleneksel sanat eserlerinin tedavül sorunlarından, bu eserlere karşı halen devam ede gelen kültürel yabancılaşmaya kadar gündelik gerçeklikleri efradını cami ağyarını mani bir şekilde anlattı.
Çebi’nin dile getirdiği problemler çok ağırdı çünkü, o, söz konusu işlere “para veren” biri olarak konuşuyordu. Paranın söz konusu olduğu yerde
türünden yürüyen tiratlara, hamasete, romantizme, güzellemelere yer kalmaz.
Bu manada,
sanatçı - eser - koleksiyoner- alım - satım – müze
ilişkilerini Batı’daki ve bizdeki örnekleriyle dile getiren Çebi, ilkinde organizasyon yetkinliğinin, ikincisinde ise vaki beceriksizliğin, yozluğun, cehaletin altını çizdi.
Bu işin önemli bir yanıydı elbette ama iki önemli yanı daha vardı.
Birincisi, genç kuşakların geleneksel sanatlarla aralarındaki derin uçurumdu.
’a gidenler bilirler. Ortaöğretim öğrencileri bölük bölük buraya getirilip, gezdirilirler. Bu öğrenciler kendi zamanlarından beş yüz önce yapılmış bir eserin karşısına geçtiklerinde, ne eserin temsil ettiği kültür ne de sanatçısının dünyası konusunda bir yabancılık çekmeden o eseri seyreder, dolayısıyla kendi sanatlarını daha iyi tanırlar.
Bizde ise bunun tam tersidir. Önce geleneksel sanatların öğrencilerle buluşturulması gibi
. Velev ki buluşturuldular diyelim. Bu buluşturma bir dil, zevk ve kültür uçurumunun hatırlatılmasından başka bir şeye yaramaz.
İkincisi, geleneksel sanatları icra edenlerin, bu sanatların hakikatiyle donanmış asli (İslami) zihniyete sahip olmayışları sorunudur.
Sempozyumun ilk günkü oturumlarından birinde, bilgisayarın istife esas olan harflerin biçimlendirilmesindeki yararları üzerinde durulmasından hareketle açayım bu hususu:
Bilgisayarın istif üretiminde faydalı bir imkan olabileceğini yadsıyor değilim.
Ancak bu imkan bir istifteki boşluğun kıymetini, dahası boşluğun işlevselleştirilmesini masseden bir yön de taşımaktadır.
Şundan ki, bilgisayar ekranının kendisi başlı başına bir doluluktur. O dolulukta boşluğu görmek mümkün olmadığı gibi, ekrana yazma eylemi de sanal bir doluluğu yeniden üretmekten ibarettir.
Dünyevi (mekânsal, yüzeysel) manada
boşluk, sınırlama yoluyla kullanımımıza sunulmaya hazır olan şeydir
.
Testi örneğini vereyim: Suyu muhafaza etmek kastıyla yaptığımız bir testi ile, küçük bir boşluğu sınırlandırarak kullanıma sunmuş oluruz. Ondaki boşluğu su ile doldurduğumuzda ise, boşluk yerini suyun doluluğuna bırakmış olur.
Hat yapmak / yazmak üzere hazırladığımız kağıdın yüzeyi de kendi hakikatine göre bir boşluktur. Hattat, (istifte) o boşluğa harfleri
birlikte doldurmuş olur.
Şimdi ters bir mantık yürüterek soralım:
Kağıdın yüzeyini belli bir formla kaplayan harfler (yani istifin kendisi) öncelikli olarak bir boşluğu doldurmayı mı, yoksa harflerin doldurulması sayesinde asıl boşluğun fark edilmesini mi ifade eder?
Bilgisayar ekranı bu soruyu sordurmadığı gibi, cevabını da arattırmaz.
Bu nedenle istifte boşluğu fark etmenin yolu, el / kalem / divit aracılıyla
bitişiktir.
Meşki aradan çıkardığınızda zevki de aradan çıkarmış olursunuz ve dolayısıyla bir hat eserini yapmış olmazsınız, kelimenin tam anlamıyla sadece bir örneğe bağlı olarak onu teknik düzeyde yeniden üretmiş olursunuz.
Diyeceksiniz ki, konuyu neden nazariyata boğuyorsun?
Şundan boğuyorum: Bir hattat, harflerin aralığında görünür kıldığı boşlukla
önce kendi idrakine sonra başkalarının idrakine sunmuyorsa, yaptığı işte bir zihniyet kaymasına tabi bulunuyor demektir.
Bunun ne anlama geldiğini de, gerçek bir hattata varıp siz sorun artık.